Kişilik ve kimliklerimizi etkileyen, hatta bunları bütünüyle şekillendiren Travmalar, mutlaka bireysel hayatta yaşanan somut olaylara dayanmak zorunda değildir. Bu travmaların birçoğunu aile büyüklerimizden devralırız ya da onlar, kendi yaşadıkları travmaları bize aktarır. Bu sürece “travmanın intikali” adı verilir.
Ancak, dar kapsamlı bir bakış açısıyla bu açıklama yanıltıcı olabilir. Evet, sahip olduğumuz travmaların büyük bir kısmını aile büyüklerimizden almış olabiliriz. Ancak burada dikkat edilmesi gereken önemli bir nokta vardır: Aile büyüklerinden devraldığımız travmalar, sadece onların kendi hayatlarında yaşadıkları olaylardan doğan travmalar değildir. Bu travmaların büyük bir kısmı, onların bir önceki kuşaktan aldıkları ve kendi yorum, ekleme ya da çıkarmalarıyla bize aktardıkları travmalardır.
Bu mekanizma, yüzlerce, hatta binlerce yıl boyunca sürebilir. Başka bir ifadeyle, bizim sahip olduğumuz travmaların çok büyük bir kısmı yüzlerce yıllık, hatta binlerce yıllık bir geçmişe sahip olabilir.
Tarihin Uzun Gölgesinde Travmalar
Gözlemlediğim kadarıyla, bu konuda en uzun travma geçmişine sahip kimlik Yahudi kimliğidir. İkinci sırada ise, Şii topluluğunun Kerbela Olayı’nın yarattığı travmadan kaynaklanan kimlik bilinci gelir. Ayrıca, Yahudi-Hristiyan mirasının bir etkisi olarak Türkiye’deki laik kimlikte görülen İslam karşıtlığı travmasının belirleyici tarihsel olayları; Kudüs ve Endülüs’ün fethi ile başlayıp Anadolu ve İstanbul’un fethedilmesiyle devam eden süreçlerde yatmaktadır.
Bu tarihsel olayların yarattığı travmalar, nesiller boyunca çeşitli hurafelerle beslenerek aktarılır. Aynı zamanda, her kuşakta yaşanan yeni olaylarla zenginleştirilir ve yeniden inşa edilir. Tarihsel travmalar, olduğu gibi aktarılmaz; her kuşakta ekleme ve çıkarmalarla yeniden inşa edilerek bir kimlik oluşturma unsuru haline gelir.
Hatta bireylerin hayatlarında bile, yaşanan olaylar zaman içinde içerik, şekil ve kimlik değiştirerek tekrar tekrar işlenir ve yeniden oluşturulur. Kimliklerin inşasında, bu tür mitler, efsaneler ve hurafeler önemli bir kurucu fonksiyona sahiptir.
Kendi Köklerim ve Travmalarım
Benim kişiliğimi etkileyen en büyük olay, yaklaşık bin yıl önce Kafkasya’dan Karadeniz kıyılarına geldiği anlatılan dedelerimle ilgili bir hikayedir. Bu hikayeye göre, dedelerim gündüz ormanlarda “saklanarak” uyumuş, geceleri ise yolculuk etmişlerdir. Ailemizin kökenine dair diğer bir hikaye ise Karaman iline dayanmaktadır. Ancak bu ikinci hikaye bir hurafeden öteye geçmez.
Bu hikayeyi ilk olarak, sanırım 5-6 yaşlarımdayken babamın birilerine anlatırken duydum. Babam, bu hikayeyi aile büyüğümüz olan Numan Beyaz Amca’dan dinlemiş. Hikayenin benim üzerimdeki etkisini anlamam ise yirmili yaşlarımda oldu. O dönemde Samsun’da yaşayan Numan Amca’nın kapısını çalıp, birkaç gününü bana ayırmasını istemiştim. Numan Amca, aynı hikayeyi bana bir efsane olarak anlattı.
Bu hikaye, belki tamamen uydurma bir masaldan ibaret olabilir. Bin yıl öncesine dair elimizde hiçbir belge yok. Ancak bu hikaye benim, özellikle gecelerimi ve tüm kişiliğimi derinden etkiledi. Tabiri caizse, hayatımı mahvetti.
Son iki aydır bu travma ile yoğun bir şekilde boğuşuyorum. Bir çıkış yolu aradım; üç farklı kişiden yardım istedim, ancak hiçbir şey anlamadıkları için oralı bile olmadılar.
Travmanın İzleri: “saklanma” Anahtarı
Çocukluğumdan beri kendimi bir devekuşu gibi saklamaya çalıştım. Her defasında sobelendiğimi biliyorum ama kimsenin zihnimden geçenleri bilmediğini varsayarak hareket ettim. Aile hikayemizde geçen “saklanma” ifadesinin benim kişiliğimdeki karşılığı tam da bu oldu.
Bu yazıyı da, bu travmamı tedavi etmek için yazıyorum. Ancak fark ediyorum ki, bu hikaye ailemde belki de sadece beni derinden etkiledi. Diğer aile bireyleri bu hikayeyi ya hiç duymamış ya da üzerinde hiç durmamış olabilir.
Sonuç: Travmaların Önemi
Travmalar tedavi edilmezse, sadece bireylerin değil, toplumların da hayatını mahvedebilir. Bu nedenle, travmalarımızı ciddiye almalı ve üzerlerine eğilmeliyiz.
Unutmayalım ki, travmalar yalnızca bireysel değil; kültürel, tarihsel ve kolektif bir boyut taşır. Kimliklerimizin kurucu unsuru olarak tarihten taşınır ve her kuşakta yeniden inşa edilir. Bu inşa sürecinde, mitler, efsaneler ve hurafeler hayati bir rol oynar.
Travmalar, yok sayıldığında büyüyen, ciddiye alındığında iyileşme şansı olan yaralardır. Bu nedenle, her birimizin kendi travmalarıyla yüzleşmesi ve tedavi yollarını araması, hem bireysel hem de toplumsal huzur için elzemdir.