İsrail’in son dönemde Suriye’de art arda gerçekleştirdiği yoğun hava saldırıları, bölgedeki güç dengelerini yeniden şekillendirmeye aday bir gerilimin işaretlerini veriyor. Tel Aviv yönetimi, Aralık ayında Beşşar Esad’ı devirerek iktidara gelen yeni Suriye yönetimine karşı sert bir tavır almış durumda. Özellikle bu yeni yönetimin en büyük destekçisi konumundaki Türkiye’nin Suriye üzerindeki artan nüfuzu, İsrail’de ciddi rahatsızlık yaratıyor. İsrail, Suriye’deki hava operasyonlarıyla hem Şam’daki yeni iktidara bir uyarı mesajı ilettiğini hem de Ankara’ya dolaylı yoldan gözdağı verdiğini saklamıyor. Bu gelişmeler, Orta Doğu satrancında dolaylı diplomasi olarak adlandırılabilecek bir provokasyon stratejisinin parçası gibi görünüyor. Peki İsrail’in vermek istediği jeopolitik mesaj ne? Türkiye’nin Suriye’deki rolü karşısında İsrail neden bu kadar tepkili? Bu hamleler Türkiye-İsrail ilişkilerini nasıl etkileyebilir ve daha da önemlisi, stratejik olarak nasıl sonuçlar doğurabilir? Ayrıca, Washington ve Brüksel’in bölgeye dair beklentileriyle bu gidişat örtüşüyor mu, yoksa çelişiyor mu? Bu sorulara yanıt ararken, Avrupa’nın enerji güvenliği ve mülteci krizine ilişkin endişelerinin de bu denklemin neresine düştüğünü irdelemek gerekiyor.
İsrail’in Jeopolitik Mesajı: Suriye’de Hava Saldırılarıyla Uyarı
İsrail Savunma Bakanı Israel Katz’ın açıklamalarına bakılırsa, Suriye’ye yönelik son hava saldırıları İsrail’in güvenlik kaygılarının bir tezahürü ve “gelecek için net bir mesaj ve uyarı” niteliğinde.
Bu mesajın muhatabı olarak doğrudan Suriye’nin yeni hükümeti işaret edilse de, asıl hedefte Ankara’nın nüfuz alanı bulunuyor. Nitekim İsrail ordusu, Esad’ın devrilmesinin hemen ardından Suriye’nin güneyinde bazı stratejik bölgeleri kontrol altına almış ve sınır hattında bir buffer zone (tampon bölge) oluşturmuş durumda.
Tel Aviv, bu bölgelerde kendi güvenliğini tehdit edebilecek herhangi bir oluşuma izin vermeyeceğini vurgulayarak Şam’daki yeni yönetime “eğer topraklarınızda İsrail’e hasmane unsurlara göz yumarsanız bedelini ağır ödersiniz” demeye getiriyor.
Hama ve Homs gibi kritik askeri üslere peş peşe düzenlenen ve pistleri, hangarları dahi imha edecek yoğunlukta olan hava saldırıları İsrail’in bu uyarısını ne kadar ciddiye aldığının göstergesi.
Bu operasyonlar aynı zamanda dolaylı bir diplomatik mesaj taşıyor: İsrail, geleneksel diplomasi yerine askeri güç kullanarak sahadaki fiili durumu konuşuyor. Resmi açıklamalara yansıdığı üzere, İsrail bu saldırılarla Türkiye’ye de “Suriye’de askeri üs kurma ve İsrail’in hava sahasındaki faaliyetlerine müdahale etme” diye özetlenebilecek bir uyarı iletiyor.
Yani, “Biz Suriye’de istediğimizi yaparız, sen karışma” mesajı alenen veriliyor. Dolayısıyla İsrail’in jeopolitik hamlesi, sadece Suriye’deki yeni düzeni dizginlemeye değil, aynı zamanda Ankara’nın Suriye’deki hareket alanını daraltmaya yönelik.
Türkiye’nin Suriye’de Artan Nüfuzu ve İsrail’in Rahatsızlığı
İsrail’in bu kadar sert reaksiyon vermesinin arkasında, Türkiye’nin Suriye üzerinde giderek artan etkisi yatıyor. Aralık 2024’te gerçekleşen ve yeni bir koalisyonun iktidara gelmesiyle sonuçlanan Şam’daki rejim değişikliği, Ankara’nın uzun süredir desteklediği muhalif güçlerin zaferi anlamına geldi. Nitekim İsrail kaynakları, bu değişimi düpedüz “Türkiye destekli bir darbe” olarak nitelendiriyor ve sonrası için “Ankara, Suriye’nin asıl güç odağı haline geldi” değerlendirmesini yapıyor.
Türkiye, Suriye topraklarında Halep’ten İdlib’e ve Fırat’ın doğusundaki Rasülayn’a uzanan bölgelerde yaklaşık 8 bin kilometrekarelik bir alanı doğrudan veya dolaylı kontrol eder hale gelmiş durumda.
Üstelik kurulan yeni yönetime açık destek veren Ankara, Şam ile bir savunma paktı yaparak topraklarında kalıcı askeri üsler ve gelişmiş hava savunma sistemleri konuşlandırma niyetini de gizlemiyor.
Bu senaryonun gerçekleşmesi, bölgedeki stratejik dengeleri İsrail aleyhine kökten değiştirebilir.
Tel Aviv’in endişesi sadece Suriye topraklarıyla sınırlı değil. Ankara’nın bölgedeki nüfuzu, İsrail’in geleneksel tehdit algısında ilk sırada yer alan İran’ı bile gölgede bırakacak şekilde, bir numaralı mesele haline geliyor. İsrail’de güvenlik çevreleri, yayınladıkları son raporlarda “Türkiye’nin Suriye’de derinleşen askeri varlığını, İran tehdidinden bile daha tehlikeli” olarak tanımlamaya başlamış durumda.
Bu kaygının temelinde, Türkiye’nin NATO düzeyindeki askeri kapasitesi, insansız hava araçları (SİHA) konusundaki gelişmiş kabiliyetleri ve Suriye’deki vekil güçler aracılığıyla İsrail sınırlarına yakın bölgelerde etkin olması yatıyor.
Hatta İsrail’de bazı analistler, Türk SİHA’larının İsrail hava sahasını ihlal etmesinin artık hayal olmadığını, aksine somut bir tehdit haline geldiğini belirtmekteler.
İsrail tarafının bir diğer rahatsızlığı da ideolojik ve güvenliksel boyutta: Yeni Suriye yönetiminin İslamcı karakteri ve Ankara ile ittifakı, İsrail’in bakışında ülkenin kuzey sınırında bir “Hamas üssü” kurulması riskini beraberinde getiriyor. Nitekim İsrailli yetkililer, Türkiye’nin himayesindeki bu yeni düzenin Hamas ve benzeri radikal gruplara yuva olabileceği endişesini açıkça dile getiriyorlar.
Dış basına yansıyan değerlendirmelerde, “İsrail’in en büyük korkusu Türkiye’nin, Suriye’deki bu yeni düzeni koruması ve orayı Hamas ile diğer militanlar için bir üs haline getirmesi” şeklinde ifadeler yer alıyor.
Ankara’nın geçmişte Hamas mensuplarına göz yumduğu veya destek verdiği yönündeki iddialar da (örneğin Hamas liderlerinin Türkiye’de barındığı iddiası) İsrail’in zihin dünyasında bu korkuyu pekiştiriyor. Dolayısıyla, İsrail’in Suriye’deki saldırgan tutumunu anlamak için, bunu biraz da Türkiye’nin bölgedeki yükselişine verilmiş refleksif bir tepki olarak okumak gerekiyor.
Türkiye-İsrail İlişkilerinde Yeni Gerilim Hatları
Bölgedeki bu hamlelerin, halihazırda kırılgan olan Türkiye-İsrail ilişkilerine olumsuz yansımaları kaçınılmaz. Zaten 2023 sonlarında patlak veren Gazze savaşı nedeniyle iyice gerilen ikili ilişkiler, şimdi Suriye ekseninde daha da zor bir dönemece girmiş görünüyor. Ankara, İsrail’in Suriye’deki hava saldırılarına sert tepki gösterdi ve bu operasyonları Suriye’nin egemenliğinin ihlali ve bölgeyi istikrarsızlaştıran bir adım olarak niteledi. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın son dönemdeki söylemleri de ilişkilerin ne denli bozulduğunun göstergesi. Erdoğan, Mart ayı sonunda yaptığı bir konuşmada “Zalim İsrail’in helak olması için” adeta beddua ederek, İsrail’e karşı benzeri görülmemiş sertlikte ifadeler kullandı.
İsrail tarafı bu sözleri açıkça antisemitik ve bölgesel istikrarı tehdit edici olarak nitelendirdi.
Bu tür söylemler, iki ülke arasında diplomatik diyaloğun asgari düzeyde dahi sürmesini zorlaştırıyor.
Geçtiğimiz birkaç yıl içinde, özellikle 2022’de iki ülke ilişkilerinde bir normalleşme rüzgârı esmiş; enerji işbirliği ve bölgesel ticaret gibi alanlarda yakınlaşma ihtimali belirmişti. Ancak son gelişmeler bu normalleşme umutlarını tamamen ortadan kaldırmış görünüyor. Ankara, İsrail’in Suriye ve Filistin’de izlediği politikalara tepki olarak diplomatik temasları en aza indirirken, İsrail de Türkiye’yi hem Suriye’de hem de Filistin meselesinde karşı cephede konumlanan bir aktör olarak tanımlıyor. Türkiye Dışişleri, İsrail’in Gazze’de askeri operasyonları genişletmesini “hukuksuz ve barıştan kopuk bir yaklaşımın tezahürü” olarak kınarken, Tel Aviv ise Ankara’yı bölgede “negatif rol oynayan” ve nüfuzunu yaymaya çalışan bir güç olarak görüyor.
Karşılıklı suçlamalar ve güvensizlik ortamı, iki ülke arasındaki kırılgan diplomatik köprüyü yeniden yıkılmanın eşiğine getirmiş durumda.
Böylesi bir gerilim ortamında, askeri alanda istenmeyen karşılaşmalar yaşanma riski de artıyor. Suriye semalarında, bir tarafta İsrail jetleri ve diğer tarafta Türk ordusunun desteklediği unsurların bulunması, kazara veya kasıtlı bir sıcak temas olasılığını gündeme getiriyor. İsrail’in Suriye’de uçuşa yasak bir fiili alan oluşturma çabası ile Türkiye’nin Suriye’de daha fazla söz sahibi olma hedefi çakıştıkça, Doğrudan bir Türk-İsrail askeri restleşmesi olasılığı bölgede yeni bir çatışma ihtimalini doğuruyor. Bu durumda, zaten hassas dengeler üzerine kurulu Türkiye-İsrail ilişkileri iyice çözülecektir.
Dolaylı Diplomasi ve Provokasyon Stratejisinin Riskleri
İsrail’in şu an izlediği politika, klasik diplomasi kanallarından sonuç alamayacağını düşündüğünde başvurduğu bir tür dolaylı diplomasi veya “arka kapı diplomasisi” olarak görülebilir. Ancak burada “diplomasi” kelimesi biraz ironik zira verilen mesajlar diplomatik nezaketten çok uzak, askeri güç gösterisi şeklinde iletiliyor. Bu yaklaşımın temelinde, Türkiye’yi Suriye sahasında provoke ederek belli adımlar atmaya zorlamak yatıyor olabilir. Tel Aviv muhtemelen, hava saldırılarıyla tansiyonu yükselterek Ankara’yı ya geri adım atmaya ya da kontrolsüz bir tepki vermeye zorlayacak bir ikilem yaratmak istiyor. Her iki durumda da İsrail bazı stratejik kazanımlar peşinde: Türkiye geri adım atarsa Suriye’deki nüfuzunu sınırlamış olacak; yok eğer ölçüsüz bir tepki verip daha fazla angaje olursa da uluslararası arenada “Suriye’yi kendi çıkarı için ateşe atan ülke” konumuna düşebilecek.
Ne var ki bu provokasyon stratejisinin ciddi riskleri de mevcut. Öncelikle, gerilim tırmanmasının kontrolden çıkma ihtimali var. İsrailli bir analistin deyimiyle, eğer taraflar retoriği ve sahadaki hamleleri tırmandırırsa “doğrudan askeri bir çatışma kaçınılmaz hale gelebilir”.
Bu senaryo, bölgenin iki güçlü ordusunu – NATO üyesi Türkiye ile İsrail’i – karşı karşıya getirerek, benzeri görülmemiş bir krize yol açar. Böylesi bir çatışma, sadece iki ülkeyi değil, tüm bölgeyi girdabına çekebilecek bir potansiyele sahip. Zira Suriye toprakları, Rusya, İran, ABD gibi küresel ve bölgesel aktörlerin de bulunduğu hassas bir satranç tahtası gibi. İsrail-Türkiye arasında Suriye’de patlak verecek bir sıcak çatışma, NATO içinde de derin bir çatlağa neden olabilir; Washington yönetimini iki önemli müttefiki arasında seçim yapmak zorunda bırakabilir ki bu, Batı ittifakı açısından kâbus bir senaryodur.
İkinci olarak, İsrail’in provoke ederek Türkiye’yi Suriye bataklığına daha çok çekme stratejisi ters tepebilir. Ankara köşeye sıkıştığını hissederse, geri adım atmak yerine daha agresif bir tutumla Suriye’de askeri varlığını artırma yoluna gidebilir. Örneğin Türkiye, Suriye’de daha fazla askeri birlik konuşlandırma, güvenli bölge genişletme ya da İsrail’in hava saldırılarına karşı hava savunma sistemlerini aktif etme gibi adımlarla cevap verebilir. Hatta son dönemde Türk medyasında çıkan bazı haberlerde, hükümete yakın kaynakların S-400 savunma sistemlerini İsrail’e karşı kullanma niyetini dile getirdiği görülüyor.
Bu tür karşı hamleler, İsrail’in hareket alanını daha da daraltabilir ve onu Suriye’de istenmeyen bir tırmanışa sürükleyebilir.
Ayrıca, İsrail’in dolaylı mesajlarının Suriye sahasında beklenmedik aktörlerin devreye girmesine yol açması riski de var. Örneğin Rusya, şu anda Suriye’deki denklemde ne yapacağı belirsiz bir oyuncu. İsrail, Türkiye’yi dengelemek adına örtük biçimde Rusya’nın Suriye’de kalıcı olmasını desteklediğine dair işaretler veriyor.
Hatta basına yansıyan bazı haberlerde, İsrail’in ABD nezdinde lobi yaparak Suriye’nin zayıf ve parçalı kalması, bu kapsamda Rus askeri varlığının devam etmesi yönünde telkinlerde bulunduğu belirtiliyor.
Bu durumda Ankara, karşısında sadece İsrail’i değil, Moskova’nın örtülü desteğini almış bir İsrail’i bulabilir ki bu da oyunun rengini iyice değiştirir. Neticede dolaylı diplomasiyle yürütülen bu yüksek riskli strateji, öngörülemeyen sonuçlara gebe; provokasyonlar istenenden farklı şekillerde evrilip bölgesel bir krizi tetikleyebilir.
ABD ve Avrupa’nın Beklentileri: Çelişkiler ve Kaygılar
Washington ve Brüksel cephesinden bakıldığında, İsrail ile Türkiye arasındaki bu örtülü bilek güreşi arzu edilmeyen bir gelişme. ABD açısından iki müttefikinin (her ne kadar son dönemde ilişkileri gerilmiş olsa da, Türkiye de NATO müttefiki, İsrail de yakın stratejik ortak) Suriye’de karşı karşıya gelmesi, Amerikan çıkarlarına hizmet etmiyor. 2025 itibarıyla Beyaz Saray’da göreve başlayan yeni yönetim (Donald Trump yönetimi) İsrail’e fazlasıyla yakın dursa da, Türkiye’yi tamamen göz ardı etmek de kolay değil. Özellikle Suriye’de radikal unsurların güç kazandığı bir tabloda, ABD’nin de bu yeni yönetime mesafeli durduğu sır değil. Yine de, Washington bölgenin tamamen kaosa sürüklenmesini istemeyecektir. Amerika, Suriye’nin kuzeydoğusunda kendi askeri varlığını (PKK/PYD unsurlarıyla iş birliği içinde) sürdürüyor ve bir yandan da İran’ın nüfuzunu sınırlı tutmaya çalışıyor. Böyle bir denklemde, Türkiye ile İsrail arasında açık bir çatışma, ABD’nin Suriye’deki terörle mücadele ve istikrar hedeflerini sekteye uğratabilir. Trump yönetimi, İsrail’in yeni Suriye yönetimine dair endişelerini anlıyor ve paylaşıyor olsa da, perde arkasında her iki tarafa da itidal telkin etmesi muhtemel.
Avrupa cephesinde ise, durum daha da hassas. Avrupa Birliği, uzun süredir Suriye’de barış ve istikrarın tesis edilmesini, böylece mülteci akınının durmasını ve mümkünse Suriyeli sığınmacıların ülkelerine gönüllü dönüşünün başlamasını arzuluyor.
Esad sonrası yeni yönetim, her ne kadar ideolojik olarak Avrupa’da soru işaretleri uyandırsa da, kıtada “çatışma döngüsünü tersine çevirme ve göç ile terörizmin beslendiği bataklığı kurutma” yönünde bir fırsat olarak da görülüyordu.
Bu nedenle, Brüksel’deki hakim eğilim, Suriye’nin yeniden istikrara kavuşması ve ekonomik olarak ayağa kalkması için destek verilmesi yönünde şekilleniyor. Ancak İsrail’in ardı arkası kesilmeyen hava saldırıları, tam da bu hedefe ters şekilde, Suriye’de yeni yönetimin istikrar sağlama çabalarını baltalayacak bir etki yaratıyor. Nitekim Avrupa Birliği’nin Dış İlişkiler Yüksek Temsilcisi konumundaki yetkililer, İsrail’in Suriye ve Lübnan’da artan askeri eylemlerinden duydukları endişeyi dile getirdiler. Geçtiğimiz günlerde İsrail’i ziyaret eden AB temsilcisi, İsrail’in Suriye’deki saldırılarının durumu daha da kötüleştirme riski taşıdığını ve Suriye şu an İsrail’e saldırmazken bu tür hamlelerin gereksiz olduğunu, aksine radikalleşmeyi körükleyerek uzun vadede bizzat İsrail’in güvenliğine de tehdit oluşturabileceğini ifade etti.
Bu sözler, Avrupa’nın bakış açısını net biçimde özetliyor: İsrail’in agresif tutumu Avrupa’nın bölgeye dair beklentileriyle çelişiyor.
Avrupa’nın bu duruma tepkisi sadece diplomatik uyarılarla da sınırlı kalmayabilir. Enerji güvenliği ve mülteci krizleri gibi somut çıkar başlıkları da devrede. Öncelikle enerji konusu: Avrupa, Rusya’ya olan enerji bağımlılığını azaltmak adına bir süredir Doğu Akdeniz doğalgaz rezervlerine ve bu gazın Avrupa’ya taşınmasına odaklanmıştı. İsrail ve Türkiye arasında ilişkilerin iyileşmeye başladığı 2022 yılında, İsrail gazının Türkiye üzerinden Avrupa’ya taşınması projesi ciddi ciddi masaya yatırılmıştı.
Bu proje, hem Türkiye-İsrail iş birliğini güçlendirecek hem de Avrupa’ya Rus gazına alternatif bir kaynak sağlayacaktı. Ancak gelinen noktada, Türkiye-İsrail gerilimi bu tür bir enerji iş birliğini neredeyse imkânsız hale getirdi. İsrail’in mevcut hükümetiyle bırakın yeni bir boru hattı projesini, diplomatik diyaloğu sürdürmek bile zorken, Avrupa da Doğu Akdeniz gazından faydalanma umutlarını ertelemek durumunda kalabilir. Bu da AB’nin enerji arzını çeşitlendirme çabalarına darbe vuracaktır. Dahası, Suriye’de istikrarsızlığın sürmesi ve hatta derinleşmesi, petrol ve doğalgaz fiyatlarında oynaklığı artırarak Avrupa ekonomisini dolaylı da olsa etkileyebilir.
Mülteci meselesine gelince: Suriye’de yeniden yükselen tansiyon, hali hazırda Türkiye ve Avrupa’da yaşayan milyonlarca Suriyeli mültecinin yakın zamanda ülkelerine dönebilmeleri ihtimalini azaltıyor. Hatta çatışmaların tırmanması halinde yeni bir mülteci dalgası bile tetiklenebilir. Bu durum, özellikle Suriye’ye komşu olan Türkiye’yi ve mülteciler konusunda Türkiye ile anlaşmalar yapan AB ülkelerini endişelendiriyor. Avrupa, 2015’teki büyük mülteci krizinin siyasi ve toplumsal sonuçlarını hala unutmuş değil. Dolayısıyla, İsrail’in Suriye’de istikrarı zedeleyen her adımı, Avrupa’nın güvenlik ve refahına dolaylı tehdit olarak algılanıyor. Bu nedenle Avrupalı liderler, İsrail’in Suriye’deki hamlelerine mesafe koyarken, bir yandan da Türkiye’ye itidal ve uluslararası iş birliği çağrısı yapıyorlar. Avrupa’nın beklentisi, Ortadoğu’daki bu yeni denklemin daha fazla çatışma yerine iş birliği üretmesi – aksi halde bunun bedelini coğrafi olarak en yakın olan Avrupa ödeyecek gibi görünüyor.
Sonuç olarak: Suriye’de yaşanan son gelişmeler, Ortadoğu’nun dinamiklerinde yeni bir kırılma noktası yaratmış durumda. İsrail’in yoğun hava saldırıları eşliğinde verdiği mesaj, bölgede nüfuzunu artıran Türkiye’ye yönelik dolaylı bir diplomatik manevra olarak okunuyor. Tel Aviv, Suriye’deki yeni düzenden ve Ankara’nın bu düzene etkisinden ciddi şekilde rahatsız; bunu da askeri güç diliyle ifade etmekten çekinmiyor. Öte yandan Ankara, kendi güvenlik ve stratejik çıkarları doğrultusunda Suriye’de etkin olma politikasından vazgeçmeyeceğini gösteriyor. Bu karşılıklı restleşme, Türkiye-İsrail ilişkilerinde onarılması zor yeni hasarlar bırakırken, bölgesel istikrar açısından da tehlikeli bir eşik anlamına geliyor.
Bu satranç oyununda, hamlelerin nasıl evrileceği sadece bölge aktörlerini değil, küresel güç dengelerini de ilgilendiriyor. ABD ve Avrupa’nın bölgeye dair umut ve planları, Ankara-Tel Aviv geriliminin gölgesinde kalmış halde. Washington, müttefikleri arasında denge kurmaya çalışırken; Brüksel, enerjiden güvenliğe çıkarlarını tehdit eden bu gelişmeleri endişeyle izliyor. İsrail’in provokatif stratejisinin sonuçları, belki de niyetinden farklı ve kontrol edilemez bir yöne gidebilir. Eğer aklıselim galip gelmez ve diplomasinin dili yeniden hakim olmazsa, Suriye topraklarında başlayan bu dolaylı bilek güreşi doğrudan bir çatışmaya dönüşebilir. Bu ise yalnızca İsrail ve Türkiye için değil, Ortadoğu’nun tamamı ve hatta Avrupa için sancılı bir sürecin kapılarını aralayacaktır.
Bölgede istikrarın tesisi, tüm tarafların uzun vadeli çıkarınadır. İsrail’in güvenlik kaygıları meşru olsa bile bunu tek taraflı güç kullanımıyla dayatması, ters teperek daha büyük güvensizlik sarmalları yaratabilir. Türkiye’nin bölgesel nüfuz arayışı ise bölge istikrarıyla desteklenmediğinde kalıcı olmayabilir. Son tahlilde, Suriye satrancında diplomasi ve diyalog hamleleri yapılmadıkça, bu yeni gerilim hattı kazananı olmayan bir mücadeleye dönüşme riski taşıyor. İsrail’in hava saldırılarıyla verdiği dolaylı mesajların, umarız ki doğrudan bir çatışmaya değil, tam tersine tüm tarafları gerçekçi bir diyaloğa yöneltmesi, bölgenin selameti için en yapıcı sonuç olacaktır.
Kaynakça: İsrail’in açıklamaları ve uluslararası tepkiler için bkz. Reuters ve Jerusalem Post haberleri