Başkan Donald Trump, 2 Nisan 2025’te ABD ticaretini yeniden şekillendirmek ve yerli sanayiyi canlandırmak amacıyla kapsamlı bir yeni gümrük tarifesi planını açıkladı.
Bu duyuruyu “Kurtuluş Günü” olarak çerçeveleyen Trump, neredeyse tüm ithalatlara %10 oranında bir gümrük vergisi önerdi; Çin mallarına %34, Avrupa Birliği’nden gelen ürünlere ise %20 gibi daha yüksek oranlar getirildi. Ayrıca 3 Nisan’dan itibaren yürürlüğe girecek şekilde, tüm yabancı menşeli otomobil ve yedek parçalara %25 oranında vergi uygulanacak. Trump, bu adımın ABD imalatını yeniden canlandıracağını ve ülkenin ticaret gündemini yeniden şekillendireceğini savundu.
Ancak bu duyurunun etrafındaki gösterişli söylemler, çok daha büyük bir riski perdelemekte: Güven. Yani, ABD’nin uzun süredir sahip olduğu, küresel yatırımlar için istikrarlı ve öngörülebilir bir liman olma itibarı. Bu güven bir kez yitirildiğinde, yeniden kazanılması son derece zor.
Bu strateji, Amerikan imalatını ve orta sınıfı korumaya yönelik güçlü bir hamle olarak sunuluyor. Ancak doğrudan yabancı yatırımlar – yani yurtdışındaki şirketlerin ABD’de fabrika kurması ya da faaliyetlerini genişletmesi – yalnızca fırsata değil, aynı zamanda öngörülebilirliğe dayanır.
Eğer küresel yatırımcılar ABD ticaret politikasının aniden değişebileceğinden endişe duymaya başlarsa, sermayelerini başka yerlere kaydırabilirler. Dolayısıyla, yönetimin gümrük vergileri konusundaki bu agresif yaklaşımı, ABD’yi uzun yıllar boyunca küresel sermayenin favori adresi haline getiren güveni zedeleme riski taşıyor.
Otomotiv tarifeleri örneğinde olduğu gibi
Bu riskin en görünür olduğu alanlardan biri otomotiv sektörü.
Yalnızca 2023 yılında Amerika Birleşik Devletleri, 148 milyar dolardan fazla doğrudan yabancı yatırım çekti. Bunun yaklaşık 42,9 milyar dolarlık kısmı, otomotiv sektörü dahil olmak üzere imalat sanayine bağlıydı. Son birkaç on yılda Toyota, BMW ve Hyundai gibi büyük küresel otomobil üreticileri; Alabama, Ohio ve Kentucky gibi eyaletlerde büyük ölçekli üretim tesisleri kurdu.
Son yıllarda özellikle elektrikli araçlara yönelik geçiş sürecine yanıt olarak bu tesislerin birçoğu önemli ölçüde yeniden yatırım aldı ve genişletildi. Bu fabrikalar binlerce Amerikalıya istihdam sağlıyor ve yerel ekonomilere ciddi katkılar sunuyor.
Trump’ın gümrük vergisi hamlesi, otomobil üreticilerini artan ithalat maliyetlerini aşmak için daha fazla aracı ABD sınırları içinde üretmeye teşvik etmeyi amaçlıyor. Bu stratejinin geçmişte bir karşılığı da var. İlk başkanlık döneminde, otomobil tarifeleri tehdidi ve mevcut planlarla birlikte, Toyota’nın Kuzey Karolina’daki 1,6 milyar dolarlık yatırımına ve Volkswagen’in Tennessee’deki tesisini genişletmesine zemin hazırlamıştı. Bu örnekler göz önüne alındığında, Honda ya da Mercedes’in Indiana veya Teksas’ta yeni fabrikalar açması hayal değil.
Ancak işin püf noktası şu: “Amerika’da üretildi” her zaman “daha ucuza üretildi” anlamına gelmiyor. ABD’deki otomotiv fabrikaları, yabancı rakiplerine kıyasla genellikle verimlilik ve üretkenlik açısından geride kalıyor. İşçilik maliyetleri daha yüksek. Montaj hatları daha yavaş işliyor; bunun nedenleri arasında daha sıkı işçi hakları, daha az otomasyon ve yaşlanan altyapı yer alıyor. Üstelik Ford ve GM gibi Amerikan üreticileri hâlâ büyük ölçüde küresel tedarik zincirlerine bağımlı. Amerika’da monte edilen araçların bile yaklaşık %40’ında, örneğin Kanada’dan gelen motorlar ya da Meksika’dan gelen kablo demetleri gibi parçalar ithal ediliyor.
Parçalar vergilendikçe üretim maliyetleri artıyor. Moody’s’in tahminlerine göre, Ford F-150 ve Chevy Silverado gibi pickup araçların fiyatı bu yüzden 2.000 ila 3.000 dolar arasında artabilir. Goldman Sachs ise, aracın modeline bağlı olarak fiyat artışlarının 15.000 dolara kadar çıkabileceğini öngörüyor. Bu durumda otomobil üreticileri zor bir tercih ile karşı karşıya kalıyor: Ya fiyatları yükselterek müşteri kaybetme riskini alacaklar, ya da maliyetleri kendileri üstlenip kâr marjlarını azaltacaklar.
Ekonomiye yayılan zincirleme etki
Gümrük tarifeleri tek bir sektörü koruyabilir, ancak etkileri çok daha geniş alanlara yayılır. İthal girdilere bağımlı sektörlerde maliyetler artar, tedarik zincirleri pahalanır ve verimsizleşir, üretim yavaşlar, kâr marjları daralır. Sonuçta hem işletmeler hem de tüketiciler daha zor kararlar almak zorunda kalır.
Fabrikalar, milyar dolarlık yatırımlardır ve maliyetlerini çıkarmaları yıllar alır. Başkanın bir gün tarifeleri “kalıcı” olarak tanımlayıp, ertesi gün “pazarlığa açık” demesi gibi çelişkili mesajlar, belirsizlik ortamı yaratır. Bu da şirketleri fabrika kurmaktan, personel istihdam etmekten ve büyümekten alıkoyar.
Yatırımcılar bu süreci dikkatle izliyor. ABD’de üretim daha pahalı ve öngörülemez hale gelirse, hâlâ uzun vadeli akıllı bir yatırım mı olur? Bir şirket bir sonraki batarya ya da çip fabrikasını nerede kuracağına karar verirken, ABD’deki politika oynaklığı bu kararı olumsuz etkileyebilir.
Bu kararların sonuçları yakında ortaya çıkabilir. Goldman Sachs, 2025 ABD büyüme tahminini yönetimin ticaret politikası risklerini gerekçe göstererek %2.2’den %1.7’ye indirdi bile. Tüketiciler ise hâlâ enflasyon ve yüksek faiz oranlarıyla boğuşurken, yüksek fiyatlar nedeniyle büyük harcamalarını ertelemeye başlayabilir.
Uluslararası etkiler
ABD’nin ticaret ortakları da boş durmuyor. Kanada Başbakanı Mark Carney, ülkesinin “amaçla ve güçle karşılık vereceğini” açıkladı. Avrupa Birliği, Amerikalı teknoloji şirketlerine yönelik vergi hazırlığında. Japonya gibi uzun süredir müttefik olan ülkeler bile rahatsızlık sinyalleri veriyor. Bu ülkeler yatırımlarını başka yerlere yönlendirirse, ABD uzun yıllar boyunca rekabet gücünü kaybedebilir.
Üstelik otomotiv sektöründe yaklaşık 1 milyon Amerikalı çalışsa da, toplam iş gücünün sayısı 150 milyondan fazla. Tarifeler girdi maliyetlerini artırdığında bu, perakende sektöründen hizmet sektörüne kadar zincirleme bir olumsuzluk yaratır ve genel ekonomik büyümeyi yavaşlatır.
Tüketiciler de bundan nasibini alacak. Fiyatların artması, satışların düşmesi, vergi gelirlerinin azalması ve kârların küçülmesi anlamına gelir. Tüm bunlar, zaten zorlanan hane bütçeleri üzerinde daha da baskı kuracaktır.
Tarihten çıkarılacak dersler
ABD, ticaret politikalarının yatırım kararlarını nasıl şekillendirdiğini geçmişte deneyimledi – ama tam ters yönde. 1980’lerde Japon otomobil üreticileri, ithalat kotalarına ABD’den çekilerek değil, bu ülkeye fabrikalar kurarak karşılık verdi. Bu tepki, çünkü o dönemde uygulamalar net ve müzakere edilebilirdi; ani ve düşmanca değildi.
Bugün ise tablo çok farklı. Ani, tek taraflı tarifeler güven inşa etmez; güveni zedeler. Ve güven azaldığında, yatırımlar da azalır.
Evet, Indiana ya da Kentucky’de bir fabrika yeniden açılabilir. Ama bu, milyarlarca dolarlık uzun vadeli yatırımın caydırılması pahasına gerçekleşecekse, gerçekten buna değer mi?
Dolayısıyla başkan 2 Nisan’ı “Kurtuluş Günü” olarak kutlarken, piyasalar bu tarihi bir dönüm noktası olarak görebilir – küresel yatırımcıların ABD ekonomisine duyduğu güvenin ciddi biçimde sarsılmaya başladığı gün olarak.
Tercüme: Kaynak Link: heconversation.com