Stefan Zweig’in anı kitabı, 20. yüzyılın altın çağından dünya savaşlarının gölgesine uzanan trajik dönüşümü bize birinci ağızdan anlatıyor.
Avusturyalı–Yahudi kökenli yazar Stefan Zweig, Hitler’in yükselişiyle birlikte 1930’ların ortalarından itibaren Londra, New York ve Brezilya sürgününde yaşadığı yıllarda kaleme aldığı anı kitabı Dünün Dünyası: Bir Avrupalının Anıları ile tıpkı kaybolup giden bir çağın izlerini belgeliyor. Anthea Bell’in Almancadan çevirisiyle Pushkin Press tarafından yayımlanan bu eser, sadece kişisel bir hatırat değil; aynı zamanda yükselen milliyetçiliğin, iki dünya savaşının ve parçalanan bir kültür manzarasının kapsamlı bir panoraması.
Zweig’in çocukluk ve gençlik yılları, 19. yüzyıl sonu ile 20. yüzyıl başındaki Viyana’nın entelektüel canlılığını yansıtıyor. Lisedeki otoriter disiplin onu zaman zaman bezdirse de, asıl tutkusu; arkadaş çevresiyle şiir okumak, tiyatroya gitmek, Bach ve Schubert dinlemek, yeni diller öğrenmek ve sanat üzerine hararetli tartışmalara katılmaktı. Bu atmosfer, tıpkı J.R.R. Tolkien’in Inklings topluluğunda gözlemlediğimiz gibi, gençlerin gerçek dünyadan koparak kültürel bir “alt-altın çağ” inşa etmelerine olanak tanımıştı. Zweig, “Gençliğimizde yalnızca sanatın lezzetli yemekleriyle besleniyor, siyasi hengâmeden habersiz kalıyorduk” diye itiraf ederken, o coşkunun bir sonraki felakete zemin hazırladığından habersizdi.
Milliyetçilik ve Karşılıklı Blöf
1914’te patlak veren Birinci Dünya Savaşı’nı Zweig, “mantıklı hiçbir gerekçesi olmayan trajik bir patlama” olarak tarif eder. Kırk yıllık barışın getirdiği güç hissi, egemen devletlerin “karşılıklı blöf”üne yol açtı; her biri diğerinin geri adım atacağına inanarak sınır hırsızlığına soyundu. Bu süreçte “biz ve onlar” çelişkisi, sadece haritaları değil, toplumsal vicdanı da paramparça etti. Anılarında milliyetçiliği, “tiksindirici bir histeri” olarak tanımlar ve doğrudan Hitler’in yükselişinin, ardından gelen yeni yıkımın temel nedenlerinden biri sayar.
Zweig için kendini Millî bir kimlikle tanımlamak ne Avusturyalı ne de Alman olmaktı; o, “Avrupa” kavramına tutunuyordu. Farklı kültürler ve diller arasında köprüler kuran bu vizyon, yükselen ulus devletlerin dar bakış açılarıyla parçalanmaya başladı. Anı kitaplarının çeviri listeleri, bir zamanlar kitabının İspanyolca’dan Çekçe’ye yayıldığını gösterirken, 1930’larda sürgündeyken bile Avrupa’yı terk etmeyi düşünmezdi. Ona göre gerçek felaket, coğrafi sınırlar değil, zihinsel engellilikti.
Sürgün ve Son Veda
Anılarının sonlarında Zweig, 1939 öncesi Viyana’ya yapacağı son veda ziyaretiyle yüzleşir. Trenle geçtiği Salzburg’u bile görmek istemez; “Bir daha asla geri dönmeyeceğimi bilerek” geçmişin hatıralarına bakmanın anlamsız olduğunu hisseder. “Her sokak, her kilise, her park hafızama bir sessiz elveda bırakıyordu,” diye anlatır. İnişli çıkışlı bir tarihe, kültürel zenginliğe ve insan onuruna dair kaygısı, bu son bakışta zirve yapar.
Zweig, “geride kalan tek şey sanat” derken boşuna ileri sürmemiştir. Rilke, Freud, Gorki, Joyce gibi çağdaşlarıyla kurduğu sohbetler, 20. yüzyılın büyük düşünce ve edebiyat akslarını gözler önüne serer. Onların eserleri, savaşın acımasızlığını aşan bir direnç noktası olarak anı defterinde yerini alır. Zweig, kişisel eşyaları, günlükleri ve kütüphanesi elinden alınmış olsa da, bellekteki imgeler ve seçici anılar kitabına hayat verir.
Belleğin Seçici Gücü
Kitabın en etkileyici bölümünde Zweig, hafızanın sadece rastlantısal kaydetme değil, bilinçli yerleştirme ve akıllıca eleme gücü olduğunu savunur. “Ne istediğimi hatırlamak, başkaları için neyi hatırlamaya değer kılacağımı belirler,” der. Böylece metin, yalnızca kronolojik bir öykü değil, bir neslin kader yükünü ve zamanın acımasız seçiciliğini de resmeder.
Dünün Dünyası, Stefan Zweig’in kişisel dramını aşarak tüm Avrupa’nın ortak belleğine ayna tutuyor. Kültürün yükselişinden milliyetçi histeriye, bellek gücünden sürgünün acısına uzanan bu köşe yazısı, okuyucuyu hem geçmişi sorgulamaya hem de bugünü düşünmeye davet ediyor. Zira Zweig’in en çarpıcı keşfi şudur: Harabeler arasında bile sanat, insanın en dayanıklı sığınağıdır.