Amerika Birleşik Devletleri’nde yaşanan her kitlesel gösteri, yalnızca sokaklarda atılan sloganlardan ya da yakılan araçlardan ibaret değildir. Özellikle Başkan Donald Trump döneminde bu gösteriler, bambaşka anlamlarla yükleniyor. Son Los Angeles protestoları da bunun bir örneği. Trump, bu gösterileri sadece bastırmakla kalmadı, onları kendi siyasi anlatısının tam merkezine yerleştirdi. Peki Trump ne yapmak istiyor? Amerika nereye gidiyor?
Trump’ın Kuzey Karolina’daki askeri birliklere hitaben yaptığı konuşma, sıradan bir güvenlik mesajı değil, adeta bir savaş bildirisi gibiydi. “Ülkemizin yabancı düşmanlar tarafından işgaline izin vermeyeceğiz” dediğinde, aslında sokaklardaki protestocuları birer dış güç ajanı olarak kodladı. Göstericilerin “finanse edildiğini” ve “çok profesyonel hazırlandığını” vurgularken, olayların arkasında organize bir yapı olduğunu ima etti. Buradaki amaç çok açık: Sokaktaki öfkeyi, meşru bir demokratik itiraz değil, bir isyan ve hatta ihanet gibi göstermek.
Ancak Trump’ın asıl hedefi sadece sokaktaki göstericiler değil. O, bu protestolar üzerinden Demokrat eyalet yönetimlerini ve özellikle de valileri açıkça suçluyor. “Biz müdahale edene kadar hiçbir şey yapılmadı” diyerek, kendisini düzenin ve otoritenin tek teminatı olarak sunuyor. Yani, bir yandan kaosu büyütüyor, öte yandan bu kaosu yalnızca kendi varlığıyla kontrol edilebileceğini söylüyor. Bu strateji, seçim öncesi klasik bir “güçlü lider” portresi çizme çabası.
Trump’ın sert söylemleri bununla sınırlı kalmıyor. 1807 tarihli İsyan Yasası’nı devreye sokabileceğini dillendirmesi, iç siyaseti artık neredeyse askerileştirme noktasına taşıyor. Ulusal Muhafızları sahaya sürmekle yetinmeyip, bir iç savaş tehdidine karşı hazırlık yapan lider gibi davranıyor. Üstelik bunu yaparken “isyancı” kelimesini kullanmaktan kaçınsa da, göstericileri “satın alınmış suçlular” ve “ülkesinden nefret eden insanlar” olarak tanımlayarak, zihinlerde bir düşman figürü inşa ediyor.
Bununla da yetinmeyen Trump, bayrak yakmayı hapis cezası ile cezalandırmak istiyor. Bayrak gibi semboller üzerinden yürütülen bu tür hamleler, halkta duygusal bir seferberlik yaratmak için kullanılıyor. Amaç, sadakati sorgulanmayan bir “biz” inşası ve bu “biz”in karşısına konumlandırılan düşman bir “onlar” yaratmak. İşte tam bu noktada gösteriler, bir iç politika aracından çıkıp kültürel bir savaşa dönüşüyor.
Peki Amerika nereye gidiyor? Cevap kaygı verici. Kurumsal demokrasisiyle övünen ABD, giderek bir adamın iradesine mahkûm hale geliyor. Otoriter eğilimler, yalnızca devlet içindeki yapılarla değil, toplumun zihninde de kök salıyor. Trump, korku ve güvenlik eksenli bir dil kurarak, kendi liderliğini alternatifsiz kılmaya çalışıyor. Korkuyu yönetenin halkı yöneteceğini iyi biliyor.
Trump gösterileri bastırmıyor, onları kullanıyor. Toplumsal gerilimi bir politik sermayeye dönüştürme konusunda ustalığını konuşturuyor. Oyun büyüyor; kuralları ise artık demokrasi değil, korku ve kutuplaşma belirliyor.