Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Marmara Üniversitesi Recep Tayyip Erdoğan Külliyesi’nin açılışında yaptığı konuşmada Türkiye’de yükselen ırkçılık ve nefret söylemlerine dikkat çekerek önemli bir uyarıda bulundu. Erdoğan’ın, “Irkçılık adı altında çok açık bir Türk düşmanlığı, Müslüman düşmanlığı, topyekûn Türkiye düşmanlığı yapılmaktadır,” sözleri, aslında toplumun farklı kesimlerinde giderek artan bir gerilimi gözler önüne seriyor. Bu tür söylemler, yalnızca belirli bir kesimi hedef almakla kalmıyor, aynı zamanda toplumsal barışa yönelik ciddi bir tehdit oluşturuyor.
Son yıllarda, sosyal medyada ve çeşitli platformlarda sıkça karşılaştığımız nefret söylemleri ve ayrımcı tutumlar, toplumumuzun en büyük zenginliklerinden biri olan çok kültürlülüğe ve hoşgörüye gölge düşürüyor. Irkçılık ve yabancı düşmanlığı, yalnızca bireylerin kimliklerine saldırmakla kalmıyor; aynı zamanda toplumsal uyum ve huzuru da tehlikeye atıyor. Bugün, gerek siyasette gerekse sosyal medyada kullanılan dilin sertleşmesi, bu sorunu daha da derinleştiriyor.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bu konudaki sözleri, yalnızca bir uyarı değil, aynı zamanda bir çağrıdır. Zira, “Irkçı faşizm konusu sürekli kaşınıyor” ifadesi, bu tür söylemlerin toplumdaki ayrışmayı nasıl tetiklediğini gözler önüne seriyor. Irkçılık, sadece bireyler arasında değil, toplumun geneline yayılan bir nefret dalgasına dönüşüyor. Bu durum, sadece etnik veya dini kimlikleri hedef almakla kalmıyor; aynı zamanda tüm ülkenin birlik ve beraberliğini zedeliyor.
Peki, bu noktaya nasıl geldik? Bir zamanlar farklılıkları zenginlik olarak gören bir toplumun, bugün ayrıştırıcı söylemlerle karşı karşıya kalması, aslında toplumsal hafızamızdaki kırılmaların bir göstergesi. Siyasal ve ekonomik krizler, dış politikadaki belirsizlikler ve küresel göç dalgaları, toplumsal dokuyu zayıflatırken, ırkçılık ve yabancı düşmanlığı gibi sorunları daha görünür hale getiriyor. Bu tür kriz dönemlerinde, milliyetçilik ve popülist söylemler hızla yükselirken, farklı kesimleri suçlamak kolay bir çözüm olarak sunuluyor.
Oysa, tarih boyunca üç kıta ve yedi iklimde hüküm sürmüş bir medeniyetin mirasçıları olarak, ayrımcılıktan ve ötekileştirmeden uzak durmamız gerekmez mi? Erdoğan’ın, “Kimseyi rengine, diline göre ayırmadık” sözleri, aslında bize bu tarihi mirası hatırlatıyor. Osmanlı’dan bu yana, çok kültürlü ve çok dinli bir toplumun mirasını taşıyan Türkiye, bu zenginliğini korumak için çaba göstermelidir.
Bugün, ırkçılığa ve yabancı düşmanlığına karşı durmak, yalnızca hukuki düzenlemelerle değil, aynı zamanda toplumsal bilinçlenme ve eğitim yoluyla da mümkün olabilir. Medya, siyasetçiler ve toplumun kanaat önderleri, diline ve söylemine dikkat etmeli; ayrımcılığın ve nefretin normalleşmesine izin vermemelidir. Irkçılık, yalnızca hedef aldığı grupları değil, tüm toplumu zehirler. Bu yüzden, herkesin üzerine düşen sorumluluğu alması ve bu tehlikeli gidişata karşı durması gerekiyor.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın dile getirdiği gibi, “Irkçılık adı altında yapılan düşmanlıkların” toplumsal yapımıza zarar vermemesi için dikkatli olmalıyız. Irkçılık ve nefret söylemleriyle mücadele, Türkiye’nin huzuru, birliği ve geleceği için hayati önem taşıyor. Bu tehlikeli söylemlerin toplumsal barışı zedelememesi için, tüm kesimlerin bir araya gelerek, hoşgörüyü ve insan haklarını savunması gerekmektedir. Unutmayalım ki, birlikte var olmak, farklılıklarımızla zenginleşmek, bize en büyük gücü kazandıracaktır: Birlikte güçlü bir Türkiye olma gücü.