2023 yazında sinemalarda aynı gün gösterime giren iki film, Barbie ve Oppenheimer, gişe yarışında farklı cephelerden dikkat çekti. Barbie’nin renkli, eğlenceli dünyası, Christopher Nolan’ın Oppenheimer‘ına kıyasla gişe hasılatını iki katına çıkarmıştı. Bu durum, iki farklı kültürel anlatının aynı anda nasıl var olabileceğini ve toplumsal ilgi çekme güçlerini düşündürüyor. Bir tarafta, pembe bir ütopya; diğer tarafta ise dünyanın en korkunç silahını geliştiren bir adamın karmaşık psikolojisi ve tarihe bıraktığı kanlı izler. Bu ironik paralelliği derinlemesine incelemek, nükleer savaşın gerçek etkilerini ve popüler kültürün hafızayı nasıl şekillendirdiğini anlamak açısından da önemli.
Manhattan Projesi: Kızılderili Topraklarında Ölümün Doğuşu
ABD’nin 1939-1947 yılları arasında gerçekleştirdiği Manhattan Projesi, dünya tarihinin en büyük nükleer programlarından biri olarak bilinir. Proje, ABD’nin Meksika’dan zorla aldığı New Mexico topraklarında, Los Alamos’ta yürütüldü. Bu bölge, aslında Pueblo Kızılderili halkına aitti ve ABD’nin “ödünç aldığı” bu topraklar, bir daha asla yerli halka geri verilmedi. Amerikan yetkililer, Kızılderililere savaş tehlikesi geçtikten sonra topraklarına döneceklerine dair söz vermişlerdi; ancak bu, emperyalist politikaların ve sömürgeciliğin bir başka yüzü olarak tarihin tozlu sayfalarına karıştı.
Manhattan Projesi, yalnızca bilimsel bir çalışma değildi; aynı zamanda emperyalist yayılmacılığın bir uzantısıydı. Nükleer silahları test eden bu proje, yaklaşık 500 bin kişiyi istihdam etti ve 2 milyar dolara (bugünün parasıyla 32 milyar dolar) mal oldu. Proje kapsamında ABD, İngiltere ve Kanada’nın katkılarıyla 528 nükleer silah testi gerçekleştirildi. İlk nükleer test, 16 Temmuz 1945’te “Trinity” kod adıyla New Mexico çölünde patlatıldı. Bu, Atom Çağı’nın başlangıcı olarak kabul edildi. Trinity testiyle, tarihin en büyük savaş suçlarından biri olan Hiroşima ve Nagazaki’ye atılan atom bombalarının yolu açıldı.
Oppenheimer: Dünyaların Yok Edicisi
J. Robert Oppenheimer, bu büyük projenin bilimsel lideriydi. Ancak başarılarının ardında yatan ahlaki sorumluluğun ağırlığı, hayatı boyunca onu takip etti. Hindu kutsal kitabı Bhagavad Gita’dan alıntı yaparak söylediği şu söz, bu derin pişmanlığın en iyi örneğidir: “Artık Dünyaların Yok Edicisi, Ölüm oldum.” Bu ifade, Oppenheimer’ın nükleer silahların yıkıcı gücünü anlamasının sembolü haline geldi. 6 Ağustos 1945’te Hiroşima’ya ve 9 Ağustos’ta Nagazaki’ye atılan bombalar, tarihte ilk ve tek kez savaşta kullanılan nükleer silahlar olarak bilinir. Hiroşima’da 140 bin, Nagazaki’de ise 70 bin insanın ölümüyle sonuçlanan bu saldırılar, sadece o dönemin değil, insanlık tarihinin en büyük trajedilerinden biriydi.
Oppenheimer, hayatının ilerleyen dönemlerinde nükleer silahların tehlikelerine dikkat çekmiş ve hatta ABD’nin anti-komünist cadı avına maruz kalmıştı. 1950’lerde, nükleer programlarda çalışma izni iptal edildi ve Oppenheimer, McCarthy dönemi zulmünün kurbanlarından biri oldu.
Fransa’nın Cezayir’deki Nükleer Testleri: Gizlenen Suçlar
ABD’nin nükleer tarihine dair her şey ortaya dökülmüşken, Fransa’nın sömürgecilik dönemi nükleer denemeleri gölgede kalan bir diğer karanlık sayfadır. 1954’te başlayan ve 1962’de sona eren Cezayir Bağımsızlık Savaşı sırasında Fransa, Cezayir’in Sahra Çölü’nde bir dizi nükleer test gerçekleştirdi. Bu denemeler, bir anlamda Fransız sömürgeciliğinin nükleer bir boyut kazanmasıydı.
İlk test, 13 Şubat 1960’ta “Gerboise Bleue” (Mavi Çöl Faresi) kod adıyla Reggane kasabasında yapıldı. Ardından “Gerboise Verte” (Yeşil Çöl Faresi) ve “Gerboise Rouge” (Kızıl Çöl Faresi) testleri gerçekleştirildi. Bu testler sırasında bölgede yaşayan Touareg halkı, işçiler ve askeri personel herhangi bir koruma almadan bu nükleer felaketin ortasında bırakıldılar. L’Humanité’ye göre, bu insanlar tam anlamıyla “nükleer duş”a maruz kalmıştı.
Fransa, Cezayir Savaşı bittikten sonra bile nükleer test yapmaya devam etti. 1 Mayıs 1962’de, Hiroşima’ya atılandan dört kat güçlü bir nükleer bomba olan “Béryl” denemesi gerçekleştirildi. Ancak bu test, beklenmedik bir şekilde radyoaktif sızıntıya yol açtı ve 150 km çapında bir alana yayıldı. Denemeye katılan 621. Özel Birlik mensubu askerler ağır radyasyon zehirlenmesine maruz kaldı. Olayın gerçek boyutları hiçbir zaman tam olarak açıklanmadı. Yine de, Fransa’nın üst düzey yetkilileri bile bu testin bedelini kanser hastalığıyla ödediler.
Nükleer Denemelerin Yıkıcı Mirası
Hem ABD’nin hem de Fransa’nın gerçekleştirdiği nükleer denemeler, sadece yüz binlerce insanın hayatını değil, aynı zamanda doğanın ve toplumların geleceğini de mahvetti. Oppenheimer’ın içsel çatışması ve Vişnu’nun ölüm getiren sözü, bu yıkımı anlamak için güçlü bir metafor oluşturuyor. Nükleer çağın yarattığı travma, sadece 20. yüzyıla özgü bir mesele değil, aynı zamanda bugün bile etkilerini hissettiren küresel bir sorundur. Hiroşima ve Nagazaki’den Cezayir’e kadar uzanan bu hikaye, insanlığın karanlık bir yüzü olarak hafızalarımızda yer etmeye devam ediyor.