Dünya sahnesinde yeni bir büyük mücadele sessizce şekilleniyor: Bu seferki savaş ne konvansiyonel silahlarla ne de nükleer tehditlerle yürütülüyor. Mücadele alanı, gümrük tarifeleri. ABD ile Çin arasındaki ticaret savaşı, artık düello seviyesine yükselmiş durumda. Sadece ekonomileri değil, küresel sistemi ve gelecekteki güç dengelerini de etkileyecek bir çatışma yaşanıyor.
Donald Trump’ın Beyaz Saray’a geri dönüşüyle birlikte hızlanan bu süreç, yalnızca vergi oranlarının artırılmasıyla sınırlı değil. %125, %145 gibi astronomik tarifelerle karşılıklı olarak uygulanan bu hamleler, iki ülkenin sadece ekonomik değil, siyasi kararlılık testine de dönüşmüş durumda. Ve mesele artık sadece ticari değil; küresel yönetişim, güç dağılımı ve stratejik hegemonya savaşı.
Trump’ın Hint-Pasifik stratejisinin merkezine yerleştirdiği “Çin’i küresel değer zincirlerinden izole etme” politikası, üretimin yeniden Amerika’ya taşınmasını hedefliyor. Ancak bunu yaparken, sadece Çin’i değil; Filipinler’den Fildişi Sahili’ne, Vietnam’dan Brezilya’ya kadar onlarca ülkeyi etkileyen bir ekonomik tsunamiye neden oluyor. Amerika, artık sadece Çin’e değil, neredeyse penguenlerin yaşadığı adalara bile tarife uygulayarak küresel değer zincirlerine müdahale ediyor.
Bu politikanın bir ayağı da iç borcu dengeleme çabası. 2025’te vadesi gelen 9.2 trilyon dolarlık ABD dış borcunu hafifletmek için, Trump yönetimi tarifeleri bir tür dış gelir kaynağına dönüştürüyor. Ama bu çözüm, sürdürülebilir mi?
Çin ise boş durmuyor. Vietnam gibi üçüncü ülkeler üzerinden sistem dışı bir “arka kapı” oluşturma stratejisiyle kendine alan açıyor. Ama bu bile artık Washington’un radarında. ABD, yatırım müzakerelerinde bile ülkelerden Çin’le bağlarının olmadığını ispatlamalarını istiyor. Bu baskı, yalnızca ekonomik değil; diplomatik ve stratejik bir kuşatma.
Ancak ABD’nin bu sert tutumu, kendi vatandaşlarına da zarar veriyor. Otomobillerden elektronik ürünlere kadar birçok alanda fiyatlar artıyor. Enflasyonist baskı kapıda. Amerika’nın tüketim alışkanlıklarını ve yaşam maliyetini yeniden şekillendiren bu hamle, iç siyasette de tartışma konusu olmaya aday.
Öte yandan IMF raporlarına göre, BRICS ülkeleri arasındaki ticaret artık G7 ülkelerini geçmiş durumda. Bu, küresel ekonomik dengede eksen kaymasının somut bir göstergesi. Yani ABD, Çin’i sıkıştırırken, aslında yeni bir küresel ekonomik bloklaşmayı da tetikliyor.
Trump yönetimi ise bu ticaret sapmalarını da yönetmek istiyor. Güney Kore ile müzakerelerde olduğu gibi, gemi üretimi gibi stratejik sektörlerde avantaj elde etme arayışında. Çin’in Pentagon raporlarında sürekli bir “tehdit” unsuru olarak yer alması da bu tabloyu tamamlıyor.
Peki bu düello nasıl bitecek? Şubat 2025’te Çin’in yayınladığı “beyaz kitap”, tek taraflılığa ve ekonomik zorbalığa karşı olduklarını açıklarken, müzakere kapısını açık bıraktı. İlginç olan ise: Trump da artık “O Jin Ping’i seviyorum, konuşmalıyız” diyerek bir diplomatik pencere aralıyor.
Sonuç olarak; bu savaşın kazananı olmayabilir. ABD ve Çin, küresel sistemin omurgasını oluşturan iki güç. Ekonomik decoupling (ayrışma) senaryosu, sadece onları değil, tüm dünyayı derinden sarsabilir. O yüzden müzakere masasının ayakta kalması, sadece onların değil, hepimizin çıkarına.
Ama şu bir gerçek: Bu çağın savaşı gümrük tarifeleriyle yürütülüyor. Ve bu savaşta mermiler değil, oranlar konuşuyor.