Bilim insanları, yünlü mamutlar ve dodolar gibi birkaç ikonik türü yok olmaktan geri getirmeye çok yaklaşıyor.

Bilim insanları, yünlü mamutlar ve dodolar gibi birkaç ikonik türü yok olmaktan geri getirmeye çok yaklaşıyor.

'İnsanların düşündüğünden daha yakın': Yünlü mamutun 'soyunun tükenmesi' gerçeğe yaklaşıyor - ve bundan sonra ne olacağı hakkında hiçbir fikrimiz yok
Ağustos 31, 2024
konu yorum

2003 yılında, bilim insanları soyu tükenmiş bir türü kısa bir süreliğine de olsa geri getirmeyi başardılar. Bu başarı, Pirene dağ keçisi (Capra pyrenaica pyrenaica) üzerinde gerçekleştirildi. Alt türün bilinen son üyesi olan Celia adlı dişi birey, 2000 yılında ölmüştü. Ancak, Celia’nın ölümünden önce kulak dokusundan alınan DNA örneği bilim dünyasında bir umut ışığı oldu. Bu genetik materyal, çekirdeği çıkarılmış evcilleştirilmiş bir keçi yumurta hücresine enjekte edilerek klonlama işlemi gerçekleştirildi. Sonuçta, doğan klon, doğumdan kısa bir süre sonra akciğer kusuru nedeniyle hayatını kaybetti. Bu girişim, soyu tükenmiş bir hayvanın yeniden canlandırılmasının ilk örneğiydi ve başarısızlıkla sonuçlanmış olsa da, bilimsel ilerlemeye önemli bir kapı araladı.

Günümüzde, nesli tükenen türlerin geri getirilmesi teknolojik bir hayal olmaktan çıktı ve birçok bilim insanı için somut bir olasılık haline geldi. Klonlama ve gen düzenleme teknolojilerindeki ilerlemeler sayesinde, artık yakın geçmişte yok olan türlerin genomlarını yeniden oluşturmak mümkün hale geldi. Ancak burada sorulması gereken temel soru, bu türleri geri getirebilmekten ziyade, geri getirip getirmememiz gerektiği.

Bu soruya yanıt arayan pek çok şirket bulunuyor. Bunlardan biri de Teksas merkezli Colossal Biosciences. Şirket, dodo kuşu (Raphus cucullatus), Tazmanya kaplanı (Thylacinus cynocephalus) ve mamut (Mammuthus primigenius) gibi ikonik türleri geri getirme planları yapıyor. Şirketin web sitesine göre, amaçları biyolojik çeşitliliği artırmak, kaybolan ekolojik rolleri geri kazandırmak ve ekosistemlerin direncini güçlendirmek. Ancak bazı bu projelere şüpheyle yaklaşıyor. Yale Üniversitesi’nde ekoloji profesörü olan Oswald Schmitz, insanların teknolojiyi kontrol edebileceği düşüncesinin aşırı iyimser olduğunu belirtiyor. Schmitz’e göre, mevcut canlıları korumak, nesli tükenmiş olanları geri getirmekten daha faydalı olabilir.

Colossal Biosciences’ın kurucu ortağı Ben Lamm ise son yıllardaki bilimsel gelişmelerin, insanlığı nesli tükenen türleri geri getirmeye her zamankinden daha fazla yaklaştırdığını söylüyor. Şirket, 2028 yılına kadar ilk mamut yavrularını üretmeyi hedefliyor. Bu süreçte, ın karakteristik özelliklerini kodlayan genleri Asya filleri gibi genetik olarak benzer türlerin genomuna eklemeyi planlıyorlar. Stockholm Üniversitesi’nden paleogenetikçi Love Dalén ise, soyu tükenmiş bir türü geri getirme kapasitemizin, elimizdeki DNA kalitesine ve bu süreci nasıl tanımladığımıza bağlı olduğunu belirtiyor.

Gerçek anlamda genetik olarak aynı bir türü yeniden yaratmak oldukça zor ve her türe göre değişkenlik gösteriyor. Örneğin, Celia gibi çok yakın zamanda yok olan bir tür için bu mümkün olabilirken, yünlü mamutlar için durum daha karmaşık. Colossal şu ana kadar 60’tan fazla kısmi mamut genomu elde etti ve bu genomları düzenleyerek fil genomlarıyla birleştirmeyi planlıyor. Şirket ayrıca dodo kuşunu ve Tazmanya kaplanını da diriltmeyi planlıyor. Dodo kuşu için neredeyse eksiksiz bir genom elde eden şirket, thylacine için de umut verici genetik verilere sahip olduklarını belirtiyor. Colossal, dodo için tavukları, thylacine için ise fare benzeri bir keseli hayvan olan şişman kuyruklu dunnart’ı taşıyıcı anne olarak kullanmayı düşünüyor.

Bilim insanları, Kuzey Kutbu'nun donmuş topraklarında muhafaza edilen diş ve deriden elde edilen DNA'yı kullanarak yünlü mamut genomunun büyük bir kısmını yeniden oluşturmayı başardı. Mamut genomunun tamamına sahip olmasalar da bilim insanları, ikonik canavarlara benzeyen ve onlar gibi davranan canlıları geri getirmek için bunun gerekli olmadığını söylüyorlar. (Görsel: noktalı zebra / Alamy Stock Photo)
Bilim insanları, Kuzey Kutbu’nun donmuş topraklarında muhafaza edilen diş ve deriden elde edilen DNA’yı kullanarak yünlü mamut genomunun büyük bir kısmını yeniden oluşturmayı başardı. Mamut genomunun tamamına sahip olmasalar da bilim insanları, ikonik canavarlara benzeyen ve onlar gibi davranan canlıları geri getirmek için bunun gerekli olmadığını söylüyorlar. (Görsel: noktalı zebra / Alamy Stock Photo)

 

Nesli tükenmiş türlerin geri getirilmesi bilimsel olarak büyük bir adım olsa da, bunun ekosistemler üzerindeki etkileri ve etik boyutları hala tartışmaya açık.

Ekosistemdeki bir boşluğu doldurmak fikri nesli tükenen türlerin geri getirilmesiyle ilgili tartışmaların merkezinde yer alıyor. Taurus Vakfı’nın yöneticisi ve ekolog Ronald Goderie, nesli tükenen yaban öküzlerinin (Bos primigenius) yokluğunda ekosistemde boş kalan alanların yeniden doldurulmasının önemli olduğunu belirtiyor. Yaban öküzleri bir zamanlar geniş bir coğrafyada, Kuzey Afrika, Asya ve Avrupa’da yaşamış ve otlatma ile toprak üzerinde önemli ekolojik rollere sahip olmuştu. Ancak 1627’de insanların avlanmasıyla yok oldular. Goderie ve meslektaşları, genetik mühendisliği kullanmadan bu türü geri getirmek için geri üreme tekniklerini kullanıyorlar. Bu teknik, eski sığır ırklarının genetik mirasına dayanarak yaban öküzlerine benzeyen bireyler üretmeyi amaçlıyor. Goderie, bu süreçte her nesilde önemli ilerlemeler kaydettiklerini ve yaban öküzlerine genetik olarak daha yakın bireyler üretme konusunda büyük adımlar attıklarını belirtiyor.

Yünlü mamutlar ise Pleistosen döneminde Kuzey Kutbu’nun ekosistemlerinde önemli roller oynadı. Karı çiğneyerek ve çalı büyümesini baskılayarak bu bölgedeki otlakların korunmasına yardımcı oldular. Ancak mamutların yok olmasıyla bu ekosistemler su dolu tundra ve ormanlık alanlara dönüştü. Bazı bilim insanları, mamutları geri getirmenin Kuzey Kutbu’nu eski haline döndürebileceğini, karbon depolanmasını artırarak iklim değişikliğini hafifletebileceğini öne sürüyor. Colossal Biosciences’ın bu iddialar doğrultusunda mamutları geri getirme planları bulunuyor. Ancak bu büyük bir ekolojik ve lojistik zorluk. Örneğin, mamutların ekolojik rollerini tam anlamıyla yerine getirebilmeleri için yalnızca Alaska’da değil, Kuzey Kutbu’nun her yerine yerleştirilmeleri gerekiyor. Buffalo Üniversitesi’nden evrimsel biyolog Vincent Lynch, bu süreçte yüz binlerce mamutun gerekli olabileceğini ve bunun diğer türlerin neslini tehlikeye atabileceğini belirtiyor.

Mamutları geri getirme sürecinde kullanılan Asya ve Afrika fillerinin taşıyıcı anne olarak kullanılması da tartışmalı. Nesli tükenme tehlikesi altında olan bu filler, mamut yavrularını doğurduktan sonra kendi yavrularını büyütemiyor. Lynch, bu durumun fillerin popülasyonunu olumsuz etkileyebileceğine dikkat çekiyor ve embriyoların yapay rahimlerde büyütülmesinin gelecekte bir alternatif olabileceğini, ancak bu teknolojinin henüz tam olarak geliştirilmediğini belirtiyor. Ayrıca, binlerce yapay rahimde mamut üretme fikrini distopik ve endişe verici olarak nitelendiriyor.

Teknolojik zorluklar bir yana, nesli tükenmiş türlerin geri getirilmesi başka karmaşık sorunları da beraberinde getiriyor. Örneğin, mevcut DNA havuzlarının küçük olması, bu türlerin genetik çeşitlilikten yoksun olmasına ve hastalıklara karşı savunmasız hale gelmesine yol açabilir. Ayrıca, geri getirilen türlerin ekosistemler üzerindeki olası olumsuz etkileri göz ardı edilmemeli. Lynch, mamutların yok olmasının ardından ekosistemlerin bu boşluğu başka şekillerde doldurduğunu, dolayısıyla geri getirilen mamutların bu dengeleri bozabileceğini belirtiyor. Örneğin, mamutların aşındırdığı donmuş topraklar metan gazı salabilir ve bu durum küresel ısınmayı hızlandırabilir.

Ekosistemde bir türü geri getirmek, aynı zamanda insanlar ve vahşi yaşam arasındaki ilişkiyi de yeniden şekillendirebilir. Rewilding Europe’un yöneticisi Sophie Monsarrat, birçok hayvanın yeniden doğaya kazandırılması durumunda, insanlar ve bu türler arasında çatışmaların kaçınılmaz olduğunu söylüyor. Özellikle Afrika’da, fillerin insanlarla yaşadığı çatışmaların ciddi boyutlara ulaştığı biliniyor. Yeniden doğaya kazandırılan bir mamut popülasyonunun başarılı olabilmesi için, insanların bu yeni gerçekliğe nasıl uyum sağlayacaklarını öğrenmeleri ve bu konuda geniş çaplı eğitim programlarının başlatılması gerektiği vurgulanıyor.

Son olarak, geri getirilen türlerin popülasyon yapısının dikkatle incelenmesi gerektiği belirtiliyor. Slovenya’dan İtalya’ya getirilen boz ayıların, kaynak popülasyonlarının beklenmedik şekilde saldırgan çıkması sonucu çiftlik hayvanlarına ve insanlara zarar vermesi bu tür projelerde yaşanabilecek olumsuz sonuçların bir örneği. Aynı şekilde, Yellowstone Ulusal Parkı’na yeniden kazandırılan gri kurtlar da parkın sınırlarını aşarak geniş bir alana yayılmıştı. Bu da gösteriyor ki, geri getirilen türler tahmin edildiği gibi davranmayabilir ve öngörülemeyen sonuçlar doğurabilir.

Yeniden doğaya kazandırma projeleri, ekosistemlerin ve biyolojik çeşitliliğin korunmasına büyük katkı sağlayabilir, ancak her adımın dikkatle planlanması ve potansiyel olumsuz sonuçların göz önünde bulundurulması gerekiyor. Bu projeler, yalnızca bilimsel ilerlemelerin değil, aynı zamanda etik ve çevresel sorumlulukların da bir parçası olmalıdır.

“Milyarderlerin gözde projesi”

Bilinen son Tazmanya kaplanı 1936 yılında Hobart'taki bir hayvanat bahçesinde ölmüştür. Tür yeniden canlandırılırsa, Avustralya'da zaten tehdit altında olan başka bir hayvan olan dingo ile rekabet edecektir. (Görsel: Getty Images aracılığıyla HUM Images/Universal Images Group)
Bilinen son Tazmanya kaplanı 1936 yılında Hobart’taki bir hayvanat bahçesinde ölmüştür. Tür yeniden canlandırılırsa, Avustralya’da zaten tehdit altında olan başka bir hayvan olan dingo ile rekabet edecektir. (Görsel: Getty Images aracılığıyla HUM Images/Universal Images Group)

Nesli tükenmiş türlerin geri getirilmesi, bilim dünyasında ve halk arasında yoğun bir şekilde tartışılmaya devam ediyor. Bu girişimlerin destekçileri, bu projelerin doğaya ve ekosistemlere fayda sağlayabileceğini ve biyolojik çeşitliliği artırarak ekolojik işlevleri geri kazandırabileceğini savunuyor. Colossal Biosciences gibi şirketler, bu amaçla büyük yatırımlar alarak çalışmalarını sürdürüyor. Şirketin kurucusu Ben Lamm, nesli tükenmiş türleri geri getirmek için en az 225 milyon dolar topladıklarını ve bu fonun bir kısmının dünya çapında koruma ve genetik araştırmalara da ayrıldığını belirtiyor. Lamm, geliştirdikleri teknolojilerin, yalnızca nesli tükenen türler için değil, aynı zamanda yaşayan yakın akrabaları için de faydalı olabileceğini vurguluyor.

Ancak bu girişimlerin eleştirmenleri, nesli tükenmiş türleri geri getirme projelerinin maliyetli olduğunu ve bu kaynakların, şu anda tehlike altında olan türlerin korunması için harcanmasının daha etkili olacağını düşünüyor. Yale Üniversitesi’nden Oswald Schmitz, nesli tükenmiş üç türü geri getirmek için harcanan fonların, halen yaşam mücadelesi veren yaklaşık 100 türü kurtarmak için daha iyi bir şekilde kullanılabileceğini öne sürüyor. Schmitz, örneğin thylacine’in soyu tükendiğinde, insanların onu çiftlik hayvanlarına saldıran bir yırtıcı olarak gördüğünü, ancak günümüzde benzer bir tehditle karşı karşıya olan dingo gibi türlerin korunması gerektiğini söylüyor. Schmitz’in argümanı, kaynakların mevcut canlı türleri kurtarmak için kullanılmasının, ekolojik olarak daha anlamlı olacağı yönünde.

Buffalo Üniversitesi’nden Vincent Lynch de bu görüşe katılıyor. Ona göre, nesli tükenen türleri geri getirmenin ekolojik anlamda büyük bir etki yaratması olası değil. Colossal Biosciences gibi şirketlerin projelerinin sürdürülebilir olup olmadığı konusunda şüpheler taşıyan Lynch, bu girişimlerin büyük yatırımları çekebileceğini ancak asıl önceliğin mevcut tehdit altındaki türlere verilmesi gerektiğini savunuyor. Yine de Lynch, Colossal’ın başarısız olsa bile büyük bir yatırım getirisi sağlayabileceğini belirtiyor. Bu projelerin teknoloji geliştirme açısından potansiyel kazançlarının yüksek olabileceğini kabul etmekle birlikte, ekolojik faydalarından emin değil.

Nottingham Üniversitesi’nden Adam Searle ise daha genel bir eleştiride bulunarak, nesli tükenmenin küresel ekolojik krizlerin çözümüne ciddi bir katkı sunmasının olası olmadığını belirtiyor. Searle’e göre, bu tür projeler doğrudan ekolojik krizlerle başa çıkmak yerine, teknolojik ve ticari yeniliklerin arka planında kalabilir. Lamm, bu eleştirileri yanıtlayarak, geliştirilen teknolojilerin ve yöntemlerin nesli tükenmiş türlerden ziyade yaşayan yakın türlere de fayda sağlayabileceğini ve özel sektörün bu alandaki teknolojik ilerlemelere katkısının önemli olduğunu vurguluyor.

Ancak eleştirmenler, nesli tükenmiş türleri geri getirmenin ekosistemler üzerinde öngörülemeyen sonuçlar doğurabileceği konusunda uyarıyor. Schmitz, bu tür projelerin yarardan çok zarar verebileceğini belirterek, geri getirilen türlerin doğaya zarar verme ihtimalinin göz ardı edilmemesi gerektiğini savunuyor. Nesli tükenen türlerin geri getirilmesi, bilimsel olarak heyecan verici bir gelişme olsa da, bu projelerin doğa ve ekosistemler üzerindeki uzun vadeli etkileri hakkında daha fazla araştırma yapılması gerektiği açık.

https://www.livescience.com internet sitesinden yararlanılarak hazırlanmıştır.

Latest from Yorum

Kamala Harris’in Florida Hamlesi: Trump’a Psikolojik Saldırı mı, Stratejik Bir Adım mı?
Önceki Hikaye

Kamala Harris’in Florida Hamlesi: Trump’a Psikolojik Saldırı mı, Stratejik Bir Adım mı?

Ankete göre kripto yatarımcılarının Donald Trump'ı destekleme olasılığı Kamala Harris'ten daha yüksek
Sonraki Hikaye

Ankete göre kripto yatırımcılarının Donald Trump’ı destekleme olasılığı Kamala Harris’ten daha yüksek

Git

Don't Miss