Türkiye’nin Stratejisi, Ortadoğu’daki Dönüşüm ve Yeni Anayasa Tartışmaları

Türkiye’nin Stratejisi, Ortadoğu’daki Dönüşüm ve Yeni Anayasa Tartışmaları

Ekim 14, 2024
konu yorum

2011 yılından itibaren ’da meydana gelen siyasal gelişmeler, özellikle Arap Baharı sürecinde, ’nin bölgesel politikalarına dair yeniden yapılanma gerekliliğini ifade etmiştim. Bu süreçte öne çıkan en temel husus, Türkiye’nin bölgedeki tarihi misyonunu yeniden ele alarak, bölgenin şekillenmekte olan coğrafi, sosyo-ekonomik ve siyasal yapısında aktif bir aktör olarak yer alması gerektiğiydi. Bölgenin hızla değişen siyasi haritası ve dinamikleri karşısında Türkiye’nin etkin bir rol oynaması, hem ulusal güvenlik hem de bölgesel istikrar açısından stratejik bir zorunluluk olduğunu içeren metinler, yazılar ortaya koymuştum. O dönemde ifade ettiğim bir diğer önemli öneri ise, Malazgirt’ten bu yana süregelen Kürtlerle olan tarihi ittifakın yeniden canlandırılmasıydı. Bu bağlamda, dış destek bulmakta zorlanmayan ayrılıkçı ve militarist hareketlerinin sisteme dahil edilmesi ve Irak’ın kuzeyindeki federatif yapının Türkiye ile askeri boyuta uzanan stratejik bir iş birliği çerçevesinde yeniden şekillendirilmesi gerektiği yönündeki düşüncelerimdi. Bunları uzun uzun yazdığımı meselenin muhatapları hatırlayacaklardır.

Bu analizler doğrultusunda, Türkiye’nin iki temel seçenekle karşı karşıya olduğu açıktır: Ya tarihi bağları olan coğrafyada siyasi, askeri ve ekonomik ilişkilerini yeniden düzenleyerek, bölgeyi bir güvenlik şemsiyesi altında toplayacak ve bir ittifak ağı oluşturacaktı ya da bölge, artan istikrarsızlık, savaş ve yıkım süreçlerinin daha da derinleştiği bir kaos ortamına sürüklenecekti. Nitekim, aradan geçen on dört yıllık süreç, öngörülerimizi doğrulamıştır. Ortadoğu, daha büyük çaplı çatışmalara ve savaşlara sahne olmuş; Türkiye ise kendi güvenliği açısından ciddi tehditlerle yüz yüze gelmiştir. Bu gelişmelerin en kritik noktalarından biri, Türkiye’nin bölgesiyle olan ilişkilerini zayıflatan ve bölgesel stratejilerini sekteye uğratan 15 Temmuz 2016 askeri darbe girişimidir. Söz konusu girişim, yalnızca Türkiye’nin iç dinamiklerini değil, aynı zamanda bölgesel güvenlik politikalarını da derinden etkileyen bir travma yaratmıştır.

15 Temmuz’un üzerinden geçen yıllar göz önünde bulundurulduğunda, devletin bu travmayı büyük ölçüde geride bıraktığı ve yeniden güçlü bir bölgesel strateji geliştirme zamanının geldiği açıktır. Türkiye, tarihi, siyasal, ekonomik ve askeri açılardan bölgedeki etkinliğini artırmalı ve bu süreçte bölgesel liderlik pozisyonunu güçlendirmelidir. Bu, yalnızca Türkiye’nin ulusal güvenliği ve çıkarları açısından değil, aynı zamanda bölgenin uzun vadeli istikrarı açısından da hayati bir önem taşımaktadır.

Türkiye’nin geleceği, bölgesel dinamiklere aktif ve kararlı bir şekilde müdahil olmasına bağlıdır. Bu bağlamda, Türkiye’nin kendi güvenlik stratejilerini revize etmesi, bölgesel ittifaklarını güçlendirmesi ve bölge halklarıyla daha derin ekonomik ve siyasi bağlar kurması gerekmektedir. Aksi halde, Ortadoğu’daki mevcut kaos, Türkiye’yi doğrudan etkileyen daha büyük güvenlik sorunları ve istikrarsızlıklarla karşı karşıya bırakacaktır.

Türkiye’nin Bölgesel Liderlik Vizyonu ve İç Dinamiklere Yönelik Tehditler

Türkiye’nin bölgesel liderlik hedeflerini baltalamaya yönelik iç ve dış dinamikler de dikkate alınmalıdır. Özellikle, Türkiye’yi içe kapanmaya zorlayan milliyetçi ve ırkçı siyasal hareketler ile Arap ve yabancı düşmanlığına dayalı algı operasyonları, bölgedeki aktif dış politika hamlelerini sekteye uğratma riski taşımaktadır. Bu tür yaklaşımlar, Türkiye’nin tarihsel ve kültürel bağlarına zarar vermekle kalmamakta, aynı zamanda ülkenin entelektüel ve kültürel gelişimine de engel teşkil etmektedir. Türkiye, bölgesinde etkin bir lider olarak yer almak istiyorsa, bu tür zararlı söylemlerin önüne geçecek, hoşgörü ve diyalog temelinde şekillenen entelektüel ve kültürel faaliyetleri desteklemelidir. Bölgenin iç dinamikleriyle uyumlu bir dış politika, Türkiye’yi Ortadoğu’da bir istikrar ve güvenlik adası haline getirecektir.

Türkiye, demokratik değerler ve hukukun üstünlüğü üzerine inşa edilmiş, birey hak ve özgürlüklerini koruyan bir sistemle bölge halklarına örnek teşkil etmelidir. Bugün Batı’da yükselen popülist siyaset ve yabancı düşmanlığı, demokratik değerlerin giderek zayıfladığı bir küresel ortam yaratmıştır. Özellikle Filistin ve Lübnan’da yaşanan olaylar karşısında Batı’nın sergilediği iki yüzlü ve ilkesiz tutum, Batı’nın kendi siyasal iddialarına ihanet etmekle sonuçlanmaktadır. Bu durum, Türkiye için büyük bir fırsat yaratmaktadır: Türkiye, bağımsız, özgür ve insanlığa umut veren bir demokratik sistem kurarak, bölgesel ve küresel ölçekte yeni bir vizyon sunabilir. Türkiye’nin bu özgün demokratik modeli, yalnızca bölgesel liderlik iddiasını pekiştirmekle kalmayacak, aynı zamanda insan haklarına dayalı bir gelecek arayışında olan halklar için bir umut kaynağı olacaktır.

Coğrafi konumu gereği Türkiye’nin önünde iki seçenek vardır: Ya bölgesel büyümeye ve etki alanını genişletmeye yönelik bir strateji izleyerek bölge halklarıyla iş birliği yapacak, ya da kendi iç dinamiklerine hapsolarak büyüyen istikrarsızlık ve çatışmaların çevresinde izole bir aktör haline gelecektir. Bu bağlamda, Türkiye’nin kendi tarihi misyonuna sahip çıkarak, bölgesel büyüme ve etki alanını genişletme yolunda kararlı adımlar atması bir zorunluluk halini almıştır. Anadolu toprakları, jeopolitik konumu itibarıyla ya büyüme ve kalkınma sürecine girecek ya da büyüyen sorunların gölgesinde bir gerileme yaşayacaktır. Bu bağlamda Türkiye’nin içe kapanmacı ve kısır tartışmalarla dolu siyasetlerden kaçınarak, uluslararası arenada hak ettiği yeri alması elzemdir.

Türkiye’nin hem bölgesel hem de küresel ölçekte etkili bir aktör olabilmesi için entelektüel sermayesini ve kültürel mirasını kullanarak kapsayıcı bir siyaset geliştirmesi gerekmektedir. Bu strateji, yalnızca bölgesel barış ve istikrarı sağlamakla kalmayacak, aynı zamanda Türkiye’yi, demokratik değerlerin, hukukun üstünlüğünün ve insan haklarının savunucusu olarak küresel düzeyde örnek bir ülke haline getirecektir.

Yeni Anayasa Tartışmaları ve Türkiye’nin Bölgesel Vizyonu

Bu çerçevede, Türkiye’de son yıllarda gündeme gelen yeni anayasa tartışmaları da sadece iç politikada demokratikleşme çabaları olarak değil, Türkiye’nin bölgesel ve küresel vizyonu doğrultusunda değerlendirilmeli ve şekillendirilmelidir. Türkiye, bölgesinde ve ötesinde bir güvenlik ve istikrar adası olma hedefi taşıyorsa, bu hedefi destekleyecek anayasal reformlar hayati bir öneme sahiptir. Yeni anayasa, yalnızca ülke içindeki demokratik standartları güçlendirmekle kalmamalı, aynı zamanda Türkiye’nin bölgesel liderlik iddiasını pekiştirecek ve küresel arenada hukukun üstünlüğüne dayalı bir model ülke olarak konumunu güçlendirecek bir yapı sunmalıdır.

Bu bağlamda, yeni anayasa, birey hak ve özgürlüklerini güvence altına alan, demokratik temelleri sağlamlaştıran ve Türkiye’nin dış politikada daha aktif ve etkili bir rol üstlenmesine olanak sağlayan bir hukuk çerçevesi sunmalıdır. Bu sadece Türkiye’nin iç siyasetini iyileştirmekle kalmayacak, aynı zamanda bölge halkları için de Türkiye’yi bir ilham kaynağı haline getirecektir. Bölgenin siyasi ve ekonomik olarak umut ışığı olan Türkiye, yeni anayasa ile birlikte, emperyal vizyonunu günümüz koşullarına uygun bir şekilde yeniden inşa edebilir ve bölgesel güç dengesinde etkin bir rol üstlenebilir.

Balkanlar ve Orta Asya Stratejileri

Türkiye’nin yeni anayasa tartışmaları, yalnızca Ortadoğu ile sınırlı olmayan, daha geniş bir jeopolitik stratejinin parçası olarak ele alınmalıdır. Türkiye’nin Balkanlar’daki etkinliği ve Orta Asya’da gerçekleştirmek istediği tarihi ittifaklar da bu bağlamda kritik öneme sahiptir. Tarihsel ve kültürel bağları göz önünde bulundurulduğunda, Türkiye’nin bu iki bölgedeki varlığı, yalnızca bölgesel bir güç olarak değil, aynı zamanda küresel bir aktör olarak konumunu güçlendirme fırsatını sunmaktadır. Bu nedenle, Türkiye’nin Balkanlar’da artan nüfuzunu ve Orta Asya’da köklü tarihsel bağlara dayalı stratejik ittifaklarını pekiştirmek, yeni anayasa tartışmalarının önemli bir bileşeni olarak değerlendirilmelidir.

Balkanlar’da Türkiye, Osmanlı döneminden kalan kültürel ve tarihi bağlarını kullanarak bölgeyle daha derin ekonomik ve diplomatik ilişkiler kurmaktadır. Türkiye’nin bu bölgedeki varlığı, hem Batı ile ilişkilerde dengeleyici bir rol üstlenmesini hem de Doğu Avrupa’da barış ve istikrarın korunmasında aktif bir aktör olmasını sağlamaktadır. Yeni anayasa, bu stratejik hedefleri güçlendirecek bir siyasi ve hukuki yapı sunmalı; Türkiye’yi Balkanlar’da daha etkili bir güç haline getirecek mekanizmaları desteklemelidir. Hukukun üstünlüğüne dayalı, insan haklarını gözeten ve demokratik değerleri sağlamlaştıran bir anayasa, Türkiye’nin Balkanlar’da ve ötesinde güvenilir bir partner olarak algılanmasını sağlayacaktır.

Bununla birlikte, Türkiye’nin Orta Asya’da gerçekleştirmek istediği tarihi ittifaklar da yeni anayasa süreci ile doğrudan ilişkilidir. Türk dünyası ile kültürel, dilsel ve tarihsel bağlara sahip olan Türkiye, bu bağları stratejik bir iş birliğine dönüştürmek amacıyla, yeni bir dış politika vizyonu geliştirmektedir. Özellikle Orta Asya’da Kazakistan, Türkmenistan, Azerbaycan gibi ülkelerle sürdürülen iş birliği, enerji politikalarından güvenlik stratejilerine kadar geniş bir yelpazeye yayılmaktadır. Yeni anayasa, bu bölgesel iş birliklerini daha kurumsal hale getirecek, Türkiye’nin uluslararası arenada etkili bir aktör olarak büyümesini destekleyecek hukuki ve siyasi düzenlemeleri içermelidir. Bu şekilde Türkiye, sadece kendi ulusal güvenliği için değil, aynı zamanda Orta Asya’daki Türk Cumhuriyetleriyle ortak çıkarlar doğrultusunda hareket ederek bölgesel bir güvenlik ve istikrar sağlayıcısı haline gelebilir.

Türkiye’nin Balkanlar ve Orta Asya’da etkinliğini artırma hedefi, bölgesel büyümenin bir parçası olarak görülmeli ve bu büyüme, yeni anayasal düzenlemeler ile desteklenmelidir. Yeni anayasa, Türkiye’nin dış politikasını güçlendirecek ve Balkanlar ile Orta Asya’da tarihi ittifaklar kurmasına imkân sağlayacak nitelikte olmalıdır. Bu, Türkiye’nin emperyal büyüme vizyonu çerçevesinde hem bölgesel hem de küresel olarak yeni bir güç merkezi olmasının önünü açacaktır. Türkiye, bu stratejik hamleleriyle, tarihsel mirasına sahip çıkan, barış ve istikrar sağlayan bir güç olarak, bölgesel entegrasyon süreçlerine öncülük edebilir.

Latest from Hayati Esen

Memurlara Müjdeli Haber: Kamu Servis Hizmeti Devam Edecek
Önceki Hikaye

Memurlara Müjdeli Haber: Kamu Servis Hizmeti Devam Edecek

Hizbullah, Demir Kubbe'yi Nasıl Aştı?
Sonraki Hikaye

Hizbullah, Demir Kubbe’yi Nasıl Aştı?

Git

Don't Miss