Türkiye'de Toplum ve Siyaset İlişkisi

Türkiye’de Toplum ve Siyaset İlişkisi

Kasım 1, 2024
konu yorum

Türkiye’de toplumun siyasetle kurduğu yoğun ilişki, tarihsel ve toplumsal açıdan köklü dinamiklere dayanır. Bu ilişki, yalnızca devletin yönetilmesine dair bir çaba değil, aynı zamanda toplumsal kimliklerin ve ideolojik aidiyetlerin şekillenmesinde de büyük bir rol oynar. Osmanlı İmparatorluğu’ndan Cumhuriyeti’ne geçiş süreci, toplum-devlet ilişkisini yeniden biçimlendiren bir dönüm noktası olmuştur. Bu geçiş, toplumun devlete karşı aidiyet hissetmesi gerektiği düşüncesini pekiştirmiş, bireylerin devlete olan bağlılığı, bir vatandaşlık sorumluluğu olarak konumlandırılmıştır.

Türkiye’de devletle toplum arasındaki bu sıkı ilişki, toplumun siyaset üzerinden sorunlarını çözebileceği kanaatini doğurmuş ve siyaseti gündelik hayatın ayrılmaz bir parçası haline getirmiştir. Tarihsel olarak Osmanlı döneminde bireylerin devlete karşı sorumlulukları, devletin bekası ve istikrarı için temel bir değer olarak görülmüş; bu durum, Cumhuriyet döneminde de güçlü bir şekilde devam etmiştir. Toplumun, devletin sorunlarına çözüm bulma çabası ve devletin, toplumu yönetme yetisini elinde tutma isteği; Türkiye’de siyaset, toplum ve devlet arasındaki ilişkilerin merkezinde yer alır.

Bu tarihsel süreç, Türkiye toplumunun devlete karşı bir tür “kurtarıcı” pozisyonda olma gerekliliğini hissetmesine ve siyaset aracılığıyla devleti kendi ideallerine uygun şekilde yönetme arzusuna zemin hazırlamıştır. Böylece, toplumun siyasete olan ilgisi ve politik tartışmalar, devletin sorunlarını çözmeye odaklanmış bir yapıya bürünmüştür.

Siyasal Kutuplaşma ve Kitlelerin Politize Olması

Türkiye’de siyaset ve toplum ilişkisi, yalnızca bireylerin devlete olan bağlılık hissiyle sınırlı kalmaz; aynı zamanda toplumun yoğun bir şekilde politize olmasına ve bu politizasyonun yarattığı derin kutuplaşmalara da yol açar. Türkiye’de siyasal kutuplaşma, toplumun belirli ideolojik kamplara ayrılmasıyla sonuçlanmış, farklı görüşler arasındaki çatışmalar siyaset sahnesini şekillendiren temel dinamiklerden biri haline gelmiştir. Bu durumun ardında, Türkiye’de siyasetin genellikle belirli kimlikler ve ideolojiler etrafında örgütlenmesi ve her siyasal hareketin kendi kitlesini yaratma arzusuyla hareket etmesi yatmaktadır.

Türkiye’de İslamcılar, milliyetçiler, Kürt hareketi ve seküler kesimler gibi ana akımlar, kendilerine has kitleleri oluşturmuş, bu kitleler belirli toplumsal sorunlara farklı çözümler önererek toplum içinde derin ayrışmalara neden olmuştur. Siyasal partiler, kendi ideolojik tabanlarını güçlendirmek ve kitleleri harekete geçirmek amacıyla toplumsal sorunları kendi perspektiflerinden ele alarak, toplumun belirli kesimlerini politize etmeyi bir yöntem olarak benimsemişlerdir. Böylece, her ideolojik akım kendi taraftar kitlesini yaratmış ve bu kitlenin siyasetle yoğun bir şekilde ilgilenmesi sağlanmıştır.

Politize olmuş bu kitleler, siyasal partiler için önemli bir destek gücü olarak işlev görürken, aynı zamanda toplumsal kutuplaşmayı da artırır. Türkiye’de kitlelerin politize olması, toplumun belirli sorunlara dair yüksek bir çözüm beklentisi geliştirmesine ve bu sorunları çözme arzusunun, siyasal mücadele yoluyla gerçekleşebileceği kanaatini güçlendirmiştir. Bu bağlamda, toplumsal dinamiklerin politize olması, siyasal partilere güçlü bir kitle desteği sunarken, toplumun içindeki gerilimleri de derinleştirmiştir.

Bu kutuplaşma ortamı, Türkiye toplumunun siyaseti hayatının merkezine koymasına yol açmış; her birey, yaşadığı sorunların çözümünü siyasal arenada aramaya başlamıştır. Böylece siyasal kutuplaşma, Türkiye’de kitlelerin politize olmasını sağlamakla kalmamış; toplumun, siyasal ideolojiler üzerinden şekillenmesine ve bu ideolojilerin günlük hayat üzerindeki etkilerinin artmasına zemin hazırlamıştır.

Devletin “Kurtarılması” ve Devlet Siyasetinin Merkeziliği

Türkiye’de siyaset, devletin merkezde olduğu bir anlayışla şekillenmiştir. Devlet, yalnızca yönetim işlevini üstlenen bir kurum olmaktan ziyade, toplumun geleceğini belirleyen ve toplumsal güvenliği sağlayan bir yapı olarak görülür. Türkiye’nin tarihsel geçmişinde devlete duyulan bu bağlılık, toplumun devleti koruma ve “kurtarma” misyonunu üstlenmesine neden olmuştur. Bu durum, siyaseti devletin sorunlarını çözmeye yönelik bir araç olarak konumlandırmış ve devletin varlığıyla bütünleşen bir siyaset anlayışının doğmasına yol açmıştır.

Türkiye’de siyasal aktörler, çoğunlukla devleti kurtarma veya devlete sahip çıkma misyonuyla hareket ederler. Bu çerçevede, siyasi partiler ve liderler kendi ideolojik görüşlerine uygun olarak devleti yeniden şekillendirmeyi ve toplumu bu doğrultuda dizayn etmeyi amaçlarlar. İktidara gelme amacı, yalnızca yönetme arzusu değil, aynı zamanda devleti koruma ve kollama isteği ile harmanlanır. Devletin bekası, neredeyse her siyasal hareketin temel hedeflerinden biridir ve siyaset, bu amacı gerçekleştirmek için topluma rehberlik etme iddiasıyla şekillenir.

Türkiye’de siyaset, devlet merkezli bir anlayışla şekillendiği için, toplumsal ihtiyaçlar çoğunlukla geri planda kalır. Siyaset sahnesinde her ne kadar demokratik temsilden bahsedilse de, temel odak noktası çoğunlukla devletin gücünü korumak, devletin karşılaştığı sorunları çözmek ve devlete yönelen tehditleri bertaraf etmek olmuştur. Bu bağlamda, toplumsal sorunların çözümü yerine devletin devamlılığını sağlamak, siyasal hareketlerin önceliği haline gelir.

Bu anlayışı, toplumun ihtiyaçlarının geri plana itilmesine yol açarken, sivil toplumun güçlenmesini de engelleyici bir unsur olarak işlev görür. Devletin önceliklerinin öne çıkması, bireylerin sosyal ihtiyaçlarını karşılamaktan çok, devlete bağlı bir vatandaş kitlesi yaratmayı amaçlar. Bu durumda, siyaset toplumun sorunlarını doğrudan çözme işlevinden uzaklaşır ve daha çok devlet merkezli bir yapı içinde kendini konumlandırır.

Türkiye’de Siyasal Hareketlerin Doğuşu ve Yönelimleri

Türkiye’de farklı siyasal hareketlerin ortaya çıkışı, her bir ideolojinin kendi kitlelerini oluşturmasıyla sonuçlanmış; bu kitlelerin belirli ideolojik çizgiler etrafında şekillenmesi, Türkiye siyasetinde derin ayrışmalar yaratmıştır. Türkiye’nin siyasal tarihine bakıldığında, İslamcılık, milliyetçilik, Kürt hareketi, liberalizm ve sekülerizm gibi çeşitli akımların, tarihsel ve toplumsal dinamiklerin etkisiyle kendilerine özgü bir yönelim kazandığı görülür. Ancak bu hareketlerin doğuşu, yalnızca yerel koşullardan değil, küresel ve bölgesel gelişmelerden de etkilenmiştir.

Özellikle 1940’lı yıllardan itibaren, Türkiye’nin NATO üyeliği ve Batı ile kurulan stratejik ilişkiler, siyasal yapı üzerinde önemli bir etki bırakmıştır. Bu dönem, Türkiye’nin iç siyasetinde ideolojik bir çeşitlilik yaratmış ve farklı siyasal hareketlerin ortaya çıkmasını teşvik etmiştir. Soğuk Savaş dönemi, ideolojik kamplaşmaları artırmış; anti-komünist politikaların etkisiyle İslamcı hareketler desteklenmiş, milliyetçi söylemler güçlenmiştir. Aynı şekilde, 1980 sonrası dönemde küreselleşme süreciyle birlikte liberalizmin yükselişi ve piyasa ekonomisinin teşviki, Türkiye siyasetinde yeni bir liberal eğilimin doğmasına neden olmuştur.

Bu ideolojik hareketler, bir yandan toplumda yeni kimlikler ve aidiyetler yaratırken, öte yandan kutuplaşmayı artırmış ve toplumun farklı kamplara ayrılmasına zemin hazırlamıştır. Türkiye’de siyasal hareketlerin doğuşu ve gelişimi, aynı zamanda toplumun kendi sorunlarını siyaset aracılığıyla çözme arzusunu güçlendirmiştir. Örneğin, İslamcı hareketler dini değerleri merkeze alarak topluma çözümler sunmayı hedeflerken, milliyetçi hareketler etnik ve ulusal kimlik üzerinden bir kimlik inşa etmeye yönelmiştir. Kürt hareketi, bölgesel kimlik talepleriyle öne çıkarken, liberal hareketler bireysel özgürlükleri ve piyasa ekonomisini savunmuştur. Her bir hareket, kendi kitlesini oluşturmuş ve bu kitlelerin politize olmasına yol açmıştır.

Bu bağlamda, Türkiye’deki siyasal hareketlerin kökenleri, bir yandan toplumun iç dinamiklerinden doğarken, diğer yandan dış politika tercihleri ve küresel konjonktürün etkisiyle şekillenmiştir. Bu da toplumun, kendi taleplerini devlet aracılığıyla karşılamak için siyasal kamplar halinde örgütlenmesine ve toplumda kalıcı bir kutuplaşma yapısının ortaya çıkmasına neden olmuştur.

Politize Toplum ve

Türkiye’de toplumun yoğun şekilde politize olması, sivil toplumun gelişimini büyük ölçüde engelleyen bir etken olarak öne çıkmaktadır. Politize olmuş bir toplumda, bireyler ve gruplar arasındaki ilişkiler çoğunlukla ideolojik ve siyasal tercihlerin çatışma alanına dönüşürken, toplumun kendi iç dayanışmasını güçlendirecek ve sosyal sorunları bağımsız olarak çözmeye yönelik sivil girişimler zayıf kalır. Bu durum, Türkiye’de toplumsal yapının ihtiyaçlarına duyarlı bir sivil toplumun gelişmesini zorlaştırmakta ve toplumsal dayanışmayı gölgelemektedir.

Türkiye’deki sivil toplumun güçsüz yapısı, toplumsal sorunların çözümünde siyaset dışı yöntemlerin kullanılmasını zorlaştırmakta ve bireylerin sosyal ihtiyaçlarını karşılayacak bağımsız kuruluşların yeterince etkin olmamasına yol açmaktadır. Siyasal partilerin ve hareketlerin toplum üzerindeki etkisi, bireylerin sosyal taleplerini doğrudan siyasal partilere yönlendirmesine ve bu taleplerin siyasi söylemlerle şekillenmesine sebep olur. Bu bağlamda, toplumsal dayanışma ve yardımlaşma gibi sosyal sorunların çözümü için gerekli olan sivil toplum faaliyetleri, siyasal etkilerden arındırılamamaktadır.

Toplumun yoğun politizasyonu, Türkiye’de sosyal ve ekonomik sorunların çözümünde sivil toplumun daha güçlü bir rol oynamasını zorlaştırmakta; toplumun kendi kendine yetme kapasitesini sınırlamaktadır. Sivil toplum kuruluşları, toplumsal sorunların çözümünde siyasal alan dışında bağımsız çözümler sunabilecek potansiyele sahip olsalar da, Türkiye’de sivil toplum ve dayanışma kültürü çoğunlukla devletin etkisi altında şekillenir. Devletin, sosyal sorunları çözme yükümlülüğünün sivil toplumun önüne geçmesi, bireylerin siyaset dışında çözüm bulma olasılığını zayıflatmaktadır.

Bu bağlamda, Türkiye’de sivil toplumun zayıf yapısı, toplumsal sorunların çözümünde yalnızca devletin veya siyasal partilerin yeterli görülmesiyle sonuçlanmaktadır. Bu da toplumun, sosyal dayanışma ağlarının gelişememesine, bireylerin kendi aralarında bağımsız bir ilişki kurarak çözüm üretememesine yol açar. Türkiye’deki politize toplum yapısı, sivil toplumun gelişimine ket vururken, toplumsal birlikteliği destekleyebilecek alternatif yapıları da zayıflatmaktadır.

Latest from Hayati Esen

KonuYorum: Sine-i Millet Tartışması: Çıkış mı, Çıkmaz mı?
Önceki Hikaye

KonuYorum: Sine-i Millet Tartışması: Çıkış mı, Çıkmaz mı?

Tüketim Miktarına Göre Fiyatlandırma Doğalgazda da Uygulanacak
Sonraki Hikaye

Tüketim Miktarına Göre Fiyatlandırma Doğalgazda da Uygulanacak

Git

Don't Miss