Tanju Özcan Örneği: Keyfilik ve Ayrımcılığın Gölgesinde Hukuk Devleti

Tanju Özcan Örneği: Keyfilik ve Ayrımcılığın Gölgesinde Hukuk Devleti

Ocak 6, 2025
konu yorum

Bugün, bir belediye başkanının Türkiye’de hukuksuzluğu böylesine rahatça itiraf edişine tanıklık ettiğim ikinci gün. Hukuk ve siyaset sahnesinin giderek daha da karanlık bir tabloya büründüğü bir dönemde, Bolu Belediye Başkanı ’ın a yönelik uygulamalarının hukuki olmadığını açıkça kabul etmesi, bireysel bir hatadan çok daha öteye, sistematik bir soruna işaret ediyor.

Bu itiraf, sadece bir yerel yöneticinin keyfi kararlarını değil, hukukun üstünlüğü ilkesinin nasıl yok sayıldığını ve adalet mekanizmalarının sessizliğini ifşa ediyor. Türkiye’de hukukun giderek bir metin formalitesine dönüştüğü, siyasetin ise bu formalitenin sınırlarını keyfi biçimde çizdiği bir gerçeklikte yaşıyoruz. Özcan’ın rahatlığı, hukukun kırılganlığını ve ideolojik çıkarların yargı mekanizmalarını nasıl rehin aldığını gözler önüne seriyor.

Bolu’da yaşanan bu olay, bir belediye başkanının sınırlarını aşmasının ötesinde, yönetim anlayışının çürümüş yapısını açıkça sergiliyor. , sadece kendilerine oy verenlere değil, toplumu bütünüyle temsil etme sorumluluğuna sahipken, bu sorumluluğun yerini keyfilik ve ayrımcılık almış durumda. Hukukun üstünlüğü, ilke olarak kâğıt üstünde yazılı kalırken, gerçek hayatta nasıl ayaklar altına alındığı bu olayla bir kez daha ortaya çıkıyor.

Bu itiraf, Türkiye’nin hukuk düzenine dair derin sorulara kapı aralıyor: Hukukun bir formaliteye indirgenmesi mi, yoksa toplumun adalet mekanizmalarına olan güveninin sistemli bir şekilde sarsılması mı? Özcan’ın açıklamaları, bu soruların cevabını verirken, aynı zamanda devletin tüm seviyelerinde adaletin ve hukukun ne derece kırılgan olduğunu acı bir şekilde hatırlatıyor.

Artık bu tabloya daha sert ve cesur bir şekilde bakmak gerekiyor: olmak, her şeyden önce, kimsenin keyfi şekilde hareket edemeyeceği bir düzen inşa etmektir. Eğer bu temel yok sayılırsa, Bolu’daki gibi uygulamalar kaçınılmaz hale gelir. Bugün Özcan’ın itirafıyla yüzleşiyoruz; yarın başka bir yerde başka bir yönetici, bu cesareti bulursa şaşırmamalıyız. Bu durum, Türkiye’nin artık sistemsel bir sorgulamaya ihtiyacı olduğunun en açık kanıtıdır.

Hukukun Gölgesinde Yerel Yönetimler

Tanju Özcan’ın daha önce gündeme getirdiği yüksek su tarifeleri ve nikâh ücretleri gibi , Arapça tabelalar bahanesiyle Suriyeli sığınmacıların işlettiği dükkanları kapatarak yalnızca onların ekonomik hayatlarını hedef almakla kalmamış, aynı zamanda modern bir hukuk devletinde asla yer bulmaması gereken keyfi ve hukuksuz düzenlemeler olarak dikkat çekmiştir Bugün, bu politikaların hukuksuz olduğunu bizzat Özcan’ın ağzından duyuyoruz. Ancak bu durum, geç kalmış bir itiraf olmaktan öteye gidemiyor. Hukuk sisteminin işlevselliğini sorgulatan asıl mesele, bu tür ihlallere göz yumulmuş olmasıdır.

Yerel yönetimler, halka hizmet etmekle yükümlüdür. Ancak, siyasi çıkarlar uğruna ayrımcı politikaların araçsallaştırılması, bu yükümlülüğün çarpıtıldığını gösteriyor. Hukuksuzluk, sessizlikle karşılandığında, toplumsal kutuplaşmayı derinleştirir ve hukukun itibarını zedeler.

Uluslararası Hukuk ve Türkiye’nin Yükümlülükleri

Türkiye, Suriyeli sığınmacılar konusunda uluslararası hukuka bağlılık yemini etmiş bir ülkedir. 1951 Cenevre Sözleşmesi ve diğer uluslararası normlar, sığınmacıların temel haklarını koruma altına alır. Ancak Özcan’ın uygulamaları, bu yükümlülüklerin yerel düzeyde kolayca göz ardı edilebileceğini göstermiştir. Daha da çarpıcı olan, hukukun üstünlüğünü temsil etmesi gereken kurumların bu süreçte sessiz kalmış olmasıdır. Adalet sisteminin bu suskunluğu, yalnızca sığınmacılar değil, Türkiye’deki tüm bireyler için bir güvenlik açığı oluşturur.

Belki de en endişe verici nokta, Özcan’ın hukuksuz uygulamalarını savunurken gurur duyduğunu ifade etmesidir. Bu tür bir yaklaşım, ayrımcılık ve nefretin normalleşmesine zemin hazırlamakta. Toplumda “biz” ve “onlar” ayrımını derinleştiren bu dil, sadece göçmenleri değil, tüm dezavantajlı grupları hedef haline getirebilir. Bu tür politikalar, bir domino etkisi yaratarak, nefretin sıradanlaşmasına ve toplumsal dokunun çözülmesine yol açar.

Hukukun Yitimi ve Toplumsal Bedeller

Hukuksuzluk, sadece yargı kitaplarına yazılan bir ihlal değildir; aynı zamanda toplumsal bir hastalığın belirtisidir. Özcan’ın açıklamaları, Türkiye’nin hukuk devleti olma iddiasını ciddi şekilde sarsmıştır. Bu tür ayrımcı politikalar, toplumda yalnızca derin çatlaklar yaratmakla kalmaz, uluslararası arenada Türkiye’nin itibarına da zarar verir.

Sonuç olarak, Tanju Özcan’ın itirafı, yerel yönetimlerin sorumluluğu ve hukukun üstünlüğü konusunda alınması gereken uzun bir yol olduğunu göstermektedir. Bu süreçte, toplum olarak ayrımcılığa karşı birlikte hareket etmeli ve hukukun üstünlüğünü koruma mücadelesi vermeliyiz. Çünkü unutulmamalıdır ki, hukuk hepimizi koruyorsa anlamlıdır; sadece bazılarını değil.

Latest from Hayati Esen

Kamuyu zarara uğratan, yolsuzluk yapan rüşvet alan  bürokratların malları müsadere edilsin!
Önceki Hikaye

Kamuyu zarara uğratan, yolsuzluk yapan rüşvet alan  bürokratların malları müsadere edilsin!

Kürtler, PKK ve Hüda Par: İran’ın İkiyüzlü Politikaları
Sonraki Hikaye

Kürtler, PKK ve Hüda Par: İran’ın İkiyüzlü Politikaları

Git

Don't Miss