Controlling History: Trump Between the Unconscious, Power and Perception

Tarihi Kontrol Etmek: Bilinçdışı, Güç ve Algı Arasında Trump

Şubat 13, 2025
konu yorum

Tarihten ders ve ibret almak, genel kabul gören bir düşünce olsa da, aslında bizi yanıltıcı bir döngüye sürükleyebilir. Tarih, geçmişte yaşanan olayların duyularımız aracılığıyla algılanıp aktarılmasından ibarettir. Ancak duyularımız, zaman ve mekân algımız üzerinde yanıltıcı bir etkiye sahip olabilir. Bu noktada, nin temel ilkelerini hatırlamak yeterlidir; çünkü zaman ve mekân mutlak değil, gözlemciye bağlı değişkenlerdir.

Bu bağlamda, tarihten ibret almak, içinde bulunduğumuz zaman açısından yanıltıcı olabilir. Tarihi olayları, kendi çağımızın değerleri ve koşullarıyla değerlendirdiğimizde, geçmişten çıkardığımız dersler eksik ya da yanlış sonuçlar doğurabilir. Belki de bu nedenle tarih, doğa bilimleri gibi kesin ve evrensel yasalar ortaya koyamadığı için bir bilim olarak kabul edilmemiştir.

Tarih boyunca yaşanan savaşlar, ler ve zorunlu göçler insanlığa büyük acılar yaşatmış, ancak bu trajedilerden ders çıkarıldığı iddia edilse bile benzer olaylar kaçınılmaz biçimde yeniden yaşanmıştır. Örneğin, modern dünyanın gelişmiş demokrasi ve insan hakları anlayışına rağmen, etnik ve dini kimliklere yönelik baskılar hâlâ sürmektedir. Tarih, sanki büyük trajedilerin tekerrür ettiği bir sahne gibidir. Bugün dahi, siyasetçilerin ve liderlerin geçmiş olayları kendi politik amaçlarına uygun biçimde yorumladığını görmek mümkündür. ABD Başkanı Donald Trump’ın Gazze’ye yönelik sözleri, tarihten ders alındığını savunan bir anlayışın günümüzdeki yansımasıdır: “Gazze düzleştirilecek, onarılacak. Orada kimse olmayacak.” Bu ifadeler yalnızca bir askeri strateji değil, bir halkın tarihsel varlığını inkâr etme ve onu kolektif bilinçten silme girişimi olarak da okunabilir.

Ancak tarihin en büyük anlatılarından biri, bastırılan kimliklerin ve travmaların asla yok edilemeyeceğidir. Sigmund Freud, yalnızca bireylerin değil, toplumların da bilinçdışı motivasyonlar doğrultusunda hareket ettiğini öne sürer. Ona göre, insan zihni geçmiş deneyimlerin bilinçaltında birikmesiyle şekillenir ve bu dinamik, için de geçerlidir. Toplumsal bilinçdışı, halkların ortak mitleri, travmaları ve bastırılmış arzuları aracılığıyla tarihsel süreçleri yönlendiren önemli bir faktördür.

Freud’a göre, tarih yalnızca rasyonel, siyasi veya ekonomik faktörlerle açıklanamaz. Tarihsel gelişmeler, bastırılmış korkular, arzular ve çatışmalar tarafından da şekillenir. Örneğin, devrimler ve büyük savaşlar yalnızca maddi koşulların değil, aynı zamanda kolektif bilinçdışında biriken toplumsal gerilimlerin dışavurumudur. Dini reformlar, ideolojik dönüşümler ve kitlesel hareketler, bireysel psikanalizdeki nevrotik belirtiler gibi, derinlerde yatan psikolojik gerilimlerin bir sonucu olarak ortaya çıkabilir.

Bu bakış açısı, tarihten ders çıkarmanın doğrudan bir akıl yürütme süreci olmadığını gösterir. Çünkü geçmişi yorumlarken bireyler ve toplumlar, kendi bilinçdışı savunma mekanizmalarına ve tarihsel travmalarına göre seçici bir algı oluştururlar. Unutma, bastırma ve çarpıtma gibi psikolojik süreçler, kolektif nda da etkilidir. Bu yüzden, tarihten gerçek anlamda ders almak ancak bu derin psikolojik katmanları göz önünde bulundurarak mümkün olabilir.

Freud’un kuramı, tarihin yalnızca siyasi ve larda ele alınmasının yetersiz olduğunu göstererek, tarihsel süreçlerin psikolojik ve kültürel dinamikler ışığında da incelenmesi gerektiğini ortaya koymuştur. Bu bakış açısı, tarihsel olayların bireylerin ve toplumların bilinçdışı motivasyonları, travmaları ve bastırılmış arzuları tarafından şekillendirildiğini öne sürerek, tarih yazımına derinlik kazandırmış ve geleneksel tarih anlayışını sorgulayan yeni bir perspektif sunmuştur.

Ancak bu noktada, Freud’un psikanalitik yaklaşımı ile fizik biliminin en devrim niteliğindeki teorilerinden biri olan İzafiyet Teorisi arasında da güçlü bir paralellik kurmak mümkündür. Albert Einstein’ın ortaya koyduğu izafiyet ilkesi, zaman ve mekânın mutlak değil, gözlemciye ve onun referans noktasına bağlı olarak değişkenlik gösterdiğini savunur. Bu fiziksel gerçeklik, tarihsel olayların yorumlanış biçimine de uygulanabilir. Tarih, çoğu zaman nesnel bir olgular dizisi olarak kabul edilir; ancak gerçekte, tıpkı zaman ve mekân gibi, tarihin kendisi de gözlemcinin bakış açısına göre farklı şekillerde algılanır ve yorumlanır.

Tarih yazımı, geçmişin kendisinden ziyade, geçmişin bugünün koşulları içinde nasıl anlamlandırıldığıyla ilgilidir. Bu durum, tıpkı izafiyet teorisinde olduğu gibi, tarihsel gerçeklik ile gözlemcinin konumu arasındaki ilişkinin sürekli değiştiğini gösterir. Bir olayın bir dönemde “kahramanlık” olarak görülen anlatısı, başka bir dönemde “zulüm” olarak adlandırılabilir. Devrimler, savaşlar, göçler ve toplumsal hareketler zaman içinde farklı perspektiflerden ele alındığında tamamen farklı anlamlar kazanır.

Örneğin, Fransız Devrimi 19. yüzyılda halkın özgürleşmesi ve monarşiye karşı kazanılmış büyük bir zafer olarak idealize edilirken, 20. yüzyılın ikinci yarısında devrimin kanlı ve kaotik yönleri daha çok vurgulanmıştır. Benzer şekilde, Osmanlı İmparatorluğu’nun genişlemesi, Batı dünyasında uzun süre “istilasına uğrayan toplumların trajedisi” olarak görülmüşken, günümüzde farklı akademik yaklaşımlar Osmanlı’nın çokkültürlü yönetim modelini ön plana çıkararak daha ılımlı bir anlatı geliştirmiştir. Bu tür tarihsel kaymalar, geçmişin değişmediğini, fakat onu algılayış biçimimizin, tıpkı izafiyet teorisinin öngördüğü gibi, gözlemciye ve onun referans noktasına bağlı olarak değiştiğini göstermektedir.

Ayrıca, zamanın göreceli doğası da tarihten ders almanın doğası gereği problemli olduğunu ortaya koyar. Freud’un psikanalitik teorisi, bireylerin ve toplumların geçmiş travmalarını bilinçdışına ittiğini ve zamanla bunları farklı biçimlerde hatırladığını öne sürerken, izafiyet teorisi de zamanın evrensel bir akış olmadığını, her gözlemcinin zaman deneyiminin farklı olduğunu söyler. Bu iki ilke birleştirildiğinde, tarihten ders çıkarmanın, sabit ve evrensel doğrular üzerinden değil, hem psikolojik hem de tarihsel bağlamın değişkenliği içinde değerlendirilmesi gerektiği sonucu ortaya çıkar.

Tarih yalnızca nesnel bir olaylar dizisi değildir; aynı zamanda onu algılayan bireylerin psikolojik eğilimleri, kolektif bilinçdışındaki travmaları ve gözlemcinin bulunduğu tarihsel konum tarafından şekillenen göreceli bir yapıdır. Freud’un psikanalitik yaklaşımı, tarihin bireysel ve toplumsal bilinçdışı tarafından nasıl dönüştürüldüğünü gösterirken, izafiyet teorisi de tarihsel olayların mutlak bir anlam taşımadığını, gözlemcinin perspektifine göre sürekli değiştiğini kanıtlamaktadır. Bu bağlamda, tarihten ders almanın kendisi bile, sabit ve evrensel bir kavrayıştan ziyade, değişken, sübjektif ve dinamik bir süreç olarak ele alınmalıdır.

ABD Başkanı Donald Trump’ın Gazze’ye yönelik sözleri, tarihten ders alındığını savunan bir anlayışın günümüzdeki yansımasıdır: tarihten gerçek anlamda ders almadığını da gösteren. “Gazze düzleştirilecek, onarılacak. Orada kimse olmayacak.” sözleri, yalnızca bir askeri strateji değil, bir halkın tarihsel varlığını inkâr etme ve onu kolektif bilinçten silme girişimi olarak da okunabilir. Ancak tarih bize göstermiştir ki, fiziksel yıkım ve zorla unutturma çabaları, kısa vadede bir zafer gibi görünse de, uzun vadede bambaşka sonuçlar doğurur.

Tarihin büyük anlatılarında, gücün tek taraflı zaferi kalıcı olmamış, bastırılan kimlikler ve travmalar, zaman içinde daha güçlü bir şekilde geri dönmüştür. Roma’nın Kartaca’yı yok edişinden, 20. yüzyıldaki etnik temizliklere kadar, fiziksel olarak silinmeye çalışılan topluluklar, zamanla kültürel ve tarihsel hafızalarına daha sıkı sarılarak direnişlerini sürdürmüşlerdir. Freud’un toplumsal bilinçdışı teorisi de bu süreci açıklamak için önemli bir araçtır: Bastırılan travmalar unutulmaz, aksine bilinçdışında daha da güçlenerek, ilerleyen zamanlarda kaçınılmaz bir şekilde yüzeye çıkar.

Trump, içinde bulunduğumuz zamanda Gazze’ye yönelik bu yaklaşımını bir güç gösterisi, bir zafer gibi algılıyor olabilir; ancak tarihin döngüselliği ve kolektif hafızanın direnci düşünüldüğünde, aslında kendisinin ve temsil ettiği ideolojinin uzun vadede büyük bir kaybedişin içinde olduğunu fark edememektedir. Çünkü tarih, yalnızca silahların veya politik kararların şekillendirdiği bir süreç değil, aynı zamanda insan psikolojisinin ve bilinçdışının yönlendirdiği bir akıştır. Bu nedenle, tarihten ders almayanların kısa vadeli zaferleri, gelecekte derin kayıplara dönüşmeye mahkûmdur.

Latest from Hayati Esen

Hamas in Gaza: The Struggle for Psychological Supremacy and the Anatomy of Social Dissolution
Önceki Hikaye

Hamas in Gaza: The Struggle for Psychological Supremacy and the Anatomy of Social Dissolution

Controlling History: Trump Between the Unconscious, Power and Perception
Sonraki Hikaye

Controlling History: Trump Between the Unconscious, Power and Perception

Git

Don't Miss