Türkiye modernleşmesinin karakteri, çoğu zaman yüzeysel tartışmaların gölgesinde kalır. Cumhuriyet’in kuruluşu sıklıkla laiklik ve Batılılaşma kavramlarıyla anlatılırken, İslamcılığı ise geleneksel yapının bir direnişi olarak gösterilir. Oysa bu basitleştirilmiş anlatı, tarihsel ve ideolojik derinliği gözden kaçırmaktadır.
Gerçekte Cumhuriyet’in modernleşme projesi, yalnızca Batı’nın seküler değerlerinden değil, aynı zamanda Osmanlı’nın son döneminde gelişen modernist İslamcı düşünceden de doğrudan etkilenmiştir.
Cumhuriyet, halkı dönüştürme çabasında, Batı tipi laiklikten çok, modernleştirilmiş bir İslam anlayışının sunduğu toplumsal tabana dayanmış; İslamcılığı bilinçli bir şekilde kendi modernleşme stratejisinin ayrılmaz bir parçası haline getirmiştir.
Cumhuriyet’in Modernist İslamcılık Zemininde Yükselişi
Cumhuriyet’in öncü kadroları, Osmanlı’nın son döneminde filizlenen modernist İslamcı düşünceden doğrudan etkilenmiştir.
Namık Kemal, Ziya Paşa, Ali Suavi gibi figürlerin savunduğu “İslam’ı çağdaşlaştırma” fikri, yalnızca dini bir reform arzusu değil, aynı zamanda modern devlet ve toplum yapısının inşası için bir ideolojik temel sağlamıştır.
Bu düşünsel zemin, Cumhuriyet’in laiklik vurgusunu şekillendirirken, aynı zamanda halkın geleneksel dini duyarlılıklarıyla doğrudan çatışmadan modernleşmenin önünü açmayı mümkün kılmıştır.
Dolayısıyla Cumhuriyet, sanıldığı gibi sadece seküler Batı değerlerinin bir aktarımı değil, İslamcılığın modernist damarının seküler bir yorumla devamıdır.
Türban: Modernist İslamcılığın Kamuda Görünürlüğü
Bu sürekliliğin en görünür ve çarpıcı örneği, kadınların başörtüsü pratiklerinde ortaya çıkmıştır.
Geleneksel Anadolu başörtüsü, yerel ve cemaat merkezli bir aidiyeti ifade ederken; modernleşen toplumda, özellikle eğitim ve kamusal hayata katılma ihtiyacıyla birlikte, yeni bir biçime evrilmiştir.
Bu evrilme süreciyle birlikte, başörtüsü türban adı verilen, daha düzenli, kamusal hayata uyumlu ve modern dünyanın görünürlük kodlarına uygun bir form kazanmıştır.
Türban, yalnızca bir dini ibadet biçimi olarak değil, aynı zamanda kamusal alanda var olma, bireysel hak talep etme ve modern toplumun dinamiklerine entegre olma iradesinin bir ifadesi haline gelmiştir.
Bu yeni örtünme tarzı, dini aidiyeti korurken, modern toplumda aktif bir birey olmayı da mümkün kılan sembolik bir kimlik aracı işlevi görmüştür.
Bu gelişme, İslamcılığın Cumhuriyet’in modernleşme hedefleriyle nasıl iç içe geçtiğini somut bir biçimde ortaya koymaktadır:
Artık dindarlık, geleneksel kapalı cemaat yapıları içerisinde edilgen bir konumda kalmıyor; modern devletin sunduğu eğitim, çalışma ve kamusal katılım alanlarında aktif bir görünürlük kazanıyordu.
Böylece türbanlı kadınlar, Cumhuriyet’in tasarladığı “modern birey” modeline kendi İslami kimlikleriyle dahil oldular.
Kamusal alanda görünür olan, hak talep eden ve bireysel kimliğini savunan türbanlı kadın figürü, aslında Cumhuriyet’in hedeflediği birey temelli vatandaşlık modelinin İslami bir yorumu olarak ortaya çıktı.
Bu durum, modernist İslamcılığın, Cumhuriyet’in modernleşme vizyonunu halkın kültürel kodlarına uyarlayarak gerçekleştirdiğinin açık bir göstergesidir.
Biçimsel Modernlik ve İdeolojik Yüzeysellik
Öte yandan, gerek seküler kesimler gerek dindar kesimler, uzun yıllar boyunca modernliği büyük ölçüde biçimsel göstergeler üzerinden tanımlamışlardır.
Sekülerlik, yaşam tarzı ve kıyafet değişimi gibi yüzeysel unsurlara indirgenmiş; dindarlık da görünür simgeler etrafında şekillendirilmiştir.
Bu durum, Türkiye’de modernleşmenin Batı’daki gibi düşünsel derinlik taşıyan bir toplumsal dönüşüm değil, daha çok bir saray protokolü tarzında törensel bir batılılaşma olarak yaşanmasına neden olmuştur.
Cumhuriyet’in ilk dönemlerinde de, Osmanlı’nın son döneminde de, modernlik bir “sosyal mevki” ve “sembolik statü” meselesi olarak algılanmıştır.
Ancak son yıllarda, bu biçimsel modernlik döngüsünün yavaş yavaş kırıldığı, hem seküler hem dindar kesimlerde daha içerikli, düşünsel bir modernlik bilincinin gelişmeye başladığı da gözlemlenmektedir.
Cumhuriyet ve İslamcılık Arasındaki Derin Süreklilik
Bugün geldiğimiz noktada, Türkiye’nin modernleşme süreci, yüzeydeki seküler-dindar çatışmaların ötesinde, Cumhuriyet ile modernist İslamcılık arasındaki tarihsel sürekliliği açıkça ortaya koymaktadır.
Cumhuriyet, İslamcılığı sonradan araçsallaştırmamış; daha en başından, Osmanlı’nın modern İslamcı damarından beslenerek kendi toplumsal dönüşüm projesini şekillendirmiştir.
Türbanlı kadınların kamusal görünürlüğü, bireysel hak talepleri, İslamcılığın modern eğitim kurumlarında örgütlenmesi gibi olgular, bu derin ideolojik akrabalığın pratik sonuçlarıdır.
Cumhuriyet, zamanla halkı modernleştirmek amacıyla başlattığı projede, modernist İslamcılığı bir “geçiş köprüsü” olarak kullanmış ve bu strateji bugün meyvelerini vermektedir.
Önümüzdeki süreçte, Türkiye’de gerçek anlamda kökleşmiş bir modernlik ancak bu tarihsel ve ideolojik gerçekliğin doğru kavranmasıyla inşa edilebilir:
Ne yüzeysel sekülerlik, ne de geleneksel muhafazakârlık, bu özgün modernleşme deneyimini anlamadan sahici bir toplumsal gelecek kuramaz.