Europe's Silent Stake: Iran's Collapse and the Continent's Strategic Blindness

İran’da Rejim Değişikliği Demek Türkiye’nin Eşiğinde, Avrupa’nın Göbeğinde Kriz

Haziran 17, 2025
konu yorum

İran’daki olası bir rejim değişikliği senaryosu, yalnızca bölgesel siyasetin değil, aynı zamanda Türkiye merkezli gelecek tahayyüllerinin de kırılma noktasıdır. Bir önceki yazıda bu ihtimalin Türkiye’ye tarihî bir liderlik kapısı aralayabileceğini, mezhebi ayrışmaları aşan yeni bir İslam vizyonu ve Türk dünyasıyla bütünleşik bir jeopolitik hamleye zemin hazırlayabileceğini dair bir perspektif sunmuştum. Tabi ki bu perspektifin karşısında duran gerçekliğe yaslanmış bir başka değerlendirme de kaçınılmazdır. Zira aynı senaryo, yalnızca fırsatlar değil, çok katmanlı tehditler de barındırmaktadır. Aşağıdaki analiz, bu kez romantik beklentilerin ötesine geçerek; nün Türkiye ve Avrupa açısından nasıl bir stratejik kırılganlık üretebileceğini ortaya koymaktadır.

İran’da rejim değişikliği ihtimali, kimi çevrelerde açıkça dillendirilmese de örtük bir heyecan ve beklentiyle karşılanıyor. Bu beklentilerin bir ucu, İran’da yaşanacak bir dönüşümün “demokratikleşme dalgası” yaratacağına ve bölgeye özgürlük ihraç edileceğine dair liberal bir iyimserliğe yaslanırken; diğer ucu, İran’ın zayıflamasının Türkiye için jeopolitik bir fırsat penceresi aralayacağına, Türk dünyasıyla doğrudan bir temas hattı kurulacağına dair ham hayallere tutunuyor. Ne var ki bu tür beklentiler, tarihsel süreklilikleri ve coğrafi determinizmi dikkate almaktan uzak, anakronik ve indirgemeci tahayyüllerdir.

İran, sıradan bir ulus-devlet değil; Asya’nın içlerinden Mezopotamya’ya, oradan Akdeniz havzasına kadar uzanan kadim ticaret, nüfuz ve göç yolları üzerinde inşa edilmiş, çok katmanlı bir medeniyet formudur. Bu form, yalnızca merkezi bir siyasi yapının değil, aynı zamanda onlarca etnik, mezhebi ve kültürel fay hattının çakıştığı bir geçiş alanıdır. Dolayısıyla bu yapının aniden çözüme uğraması, yalnızca bir devletin dağılması anlamına gelmez; aynı zamanda tüm bölgesel denklemlerin sarsılması ve Türkiye dâhil olmak üzere çevre ülkelerin doğrudan etkilenmesi anlamına gelir.

Bugün İran, Türkiye için yalnızca diplomatik bir muhatap değil; aynı zamanda doğudan gelen jeopolitik basınçlara karşı bir denge unsuru, bir coğrafi ve siyasi tampon hattıdır. Afganistan’dan Sincan’a uzanan geniş istikrarsızlık kuşağı içerisinde İran, hâlâ görece bir düzenin taşıyıcısı konumundadır. Bu düzenin ani bir boşluğa dönüşmesi, yalnızca sınır güvenliğini değil; göç, kaçakçılık, mezhebi gerilimler ve militan hareketler gibi çok boyutlu tehditlerin Türkiye’ye doğrudan sirayet etmesini beraberinde getirir.

İran’ın istikrarsızlaşması durumunda ortaya çıkacak senaryo, klasik bir devlet krizinden ibaret olmayacak; bunun ötesinde, etnik ve mezhebi kolektiflerin çözülmesini, sınırların anlamını yitirmesini ve Türkiye’nin doğusunu topyekûn bir “geçiş koridoru”na dönüştürmesini tetikleyecektir. Bu, yalnızca düzensiz göç dalgalarıyla değil, aynı zamanda radikalleşme, kimlik siyaseti ve toplumsal kutuplaşmayla da Türkiye’yi içten içe baskı altına alabilecek bir tür sistemsel krizdir.

İran’ın olası çöküşünü “Türk dünyasıyla kucaklaşma” gibi hamasi bir anlatıya indirgeyen söylemler ise, gerçeklikten kopuk bir jeopolitik romantizme işaret eder. Bu tür senaryolar, harita üzerinde düz çizgilerle kurulan ideal tasarımlardır; fakat sahadaki karmaşık, çok aktörlü ve çok katmanlı dinamikler karşısında geçerlilikleri yoktur. Türkiye, İran çöktüğü takdirde o topraklara erişmeden önce, kendi iç istikrarını korumakta zorlanacaktır.

Dahası, İran’ın parçalanması, bölgesel ölçekte bastırılmış birçok fay hattını aktif hale getirecektir. Azeriler, Kürtler, Beluçlar, Araplar gibi farklı etnik unsurlar; Şii-Sünni, Fars-Türk, Arap-İranlı eksenlerinde zaten gerilim yüklü olan kimlik kurguları; dış müdahaleyle tetiklenecek bir güç boşluğunda birbirlerine karşı pozisyon alacaktır. Bu ise sadece İran’ı değil; Türkiye, Irak, Azerbaycan, Pakistan gibi çevre ülkeleri de içine çekecek, kalıcı bir jeopolitik depreme neden olacaktır.

Türkiye’nin bu türden bir çözülmeden izole kalması mümkün değildir. Zira bu etnik ve mezhebi kolektiflerin pek çoğuyla Türkiye tarihsel, kültürel ve hatta güncel bağlara sahiptir. Dolayısıyla İran’daki bir rejim veya devlet krizi, doğrudan Türkiye’nin iç siyasetini, toplumsal dokusunu ve güvenlik mimarisini etkiler. Bu durumda Türkiye, doğuya açılan bir aktör olmaktan ziyade, doğudan gelecek dalgaları bertaraf etmeye çalışan bir tampon ülkeye dönüşür.

Netice itibarıyla, İran’ın çöküşünü bir “özgürlük fırsatı” veya “Türk dünyasına açılan kapı” olarak okumak; stratejik tahayyülden ziyade duygusal bir yanılsamadır. Devlet aklı, beklentilerini halkların özgürlük fantezilerine değil; coğrafi zorunluluklara, tarihsel sürekliliklere ve bölgesel istikrarın gereklerine göre şekillendirir. İran’ın bütünlüğü ve kurumsal devamlılığı, mevcut rejimden bağımsız olarak, Türkiye açısından yaşamsal bir istikrar ekseni teşkil etmektedir. İran çökerse, Türkiye büyümez; aksine, içe kapanır, yorulur ve kırılganlaşır. Jeopolitik avantaj beklentileri ise, yerini hızla bir izolasyon ve kriz yönetimi rejimine bırakır.

Avrupa’nın Sessiz Payı: İran’ın Çöküşü ve Kıta’nın Stratejik Körlüğü

İran’ın dağılması senaryosu, Avrupa açısından yalnızca bir “dış kriz” değil, aynı zamanda stratejik bir açmazın eşiğidir. Zira Avrupa, hem tarihsel olarak Ortadoğu’ya müdahil olamayacak kadar kırılgan, hem de ondan uzak kalamayacak kadar iç içe geçmiş bir konumdadır. İran merkezli bir çözülme, kıtanın uzun süredir ötelenmiş olan güvenlik, göç ve dış politika meselelerini yeniden patlatacaktır. Ancak mesele yalnızca bu değildir.

Avrupa için asıl kırılganlık, bu tür krizleri artık anlamlandıramıyor oluşudur. Zira İran’ın bütünlüğü çökerken Avrupa’nın ne bir söylemi ne de müdahale kapasitesi vardır. Stratejik anlamda ABD’nin gölgesine sıkışmış, diplomatik refleksleri dağılmış bir Avrupa, İran sonrası oluşacak yeni bölgesel denklemde edilgen bir seyirciye dönüşür. Bu ise kıtanın sadece Ortadoğu değil, kendi iç siyasal mimarisi açısından da bir meşruiyet kriziyle yüzleşmesi anlamına gelir.

Avrupa’nın Açılan Kapıları: İsrail’in Stratejik Sıçraması ve Kıtanın Kurumsal Teslimiyeti

İran’da bir rejim değişikliğinin İsrail eliyle gerçekleşmesi, yalnızca Tahran merkezli bir dönüşüm anlamına gelmez; aynı zamanda Avrupa’nın jeopolitik reflekslerinin ve kurumsal bağımsızlığının da kademeli olarak çözülmesi demektir. Zira bu tür bir dönüşüm, göç, güvenlik ve radikalleşme ekseninde Avrupa’yı doğrudan Ortadoğu’nun içine çekecek; böylece Avrupa’nın tüm diplomatik, güvenlik ve siyasi kapasitesi bu kriz hattına entegre edilecektir. Bu entegrasyonun stratejik kazananı ise, bölgesel krizlerin mimarı değilmiş gibi davranan, fakat kriz sonrası mimariyi yönlendirme kapasitesine sahip olan İsrail olacaktır.

Avrupa’nın İran sonrası oluşacak göç baskısı altında yeniden “Orta Doğu’ya müdahil aktör” pozisyonuna itilmesi, kıtanın tüm dikkatini ve kaynaklarını doğuya yönlendirecektir. Bu kırılganlık ve meşguliyet hali, İsrail için benzersiz bir manevra alanı yaratır. Zira İsrail, Avrupa’nın güvenlik partneri sıfatıyla yalnızca NATO ya da Frontex gibi yapılarla değil; aynı zamanda kıtanın iç güvenlik, istihbarat, teknoloji ve göç yönetimi kurumlarıyla daha derin ve kalıcı bir ilişki kuracaktır. Avrupa’nın kendini uçuruma sürükleyen bir müttefiki “istikrar sağlayıcı” olarak tanımlaması, esasen kendi siyasi sezgisinin iflasıdır.

Bu noktada Avrupa’nın kurumsal bütünlüğü ve karar mekanizmaları, İsrail’in “dost aktör” kimliği altında yeniden şekillenecektir. Çünkü kıta, varoluşsal bir güvenlik kriziyle karşı karşıya kaldığında, fail ile çözüm üretici arasındaki ayrımı yapacak entelektüel açıklığa değil, operasyonel pragmatizme sarılır. Bu da İsrail’i yalnızca bir bölge devleti değil, Avrupa içinde hareket serbestisi kazanan yeni bir aktör haline getirir.

Kısacası, İran’da İsrail kaynaklı bir rejim değişikliği, Avrupa’nın Ortadoğu’ya yönelmesini değil; Ortadoğu’nun Avrupa’ya içkin hale gelmesini sağlar. Ve bu içkinlik hali, Avrupa’nın jeopolitik karar merkezlerinin, yavaş ama kesin bir şekilde Tel Aviv’e doğru kayması anlamına gelir.

Önceki Yazım: İran Çöküyor mu? Türkiye İçin Yeni Bir Jeopolitik Dönem Başlıyor

Latest from Hayati Esen

İran’da Rejim Değişikliğinin Kapısı mı Aralanıyor? İsrail ve Amerika Ne Hedefliyor?
Önceki Hikaye

İran’da Rejim Değişikliğinin Kapısı mı Aralanıyor? İsrail ve Amerika Ne Hedefliyor?

Europe's Silent Stake: Iran's Collapse and the Continent's Strategic Blindness
Sonraki Hikaye

Europe’s Silent Stake: Iran’s Collapse and the Continent’s Strategic Blindness

Git

Don't Miss