Türkiye için tarihi bir dönemeç yaşanıyor. Terör örgütü PKK’nın silah bırakma kararıyla birlikte, Türkiye’nin yaklaşık 40 yıllık terörle mücadelesinde yeni bir sayfa açılıyor. Bu gelişme sadece güvenlik politikaları açısından değil; aynı zamanda bölgesel diplomasi, kalkınma projeleri ve toplumsal barış bakımından da derin etkiler yaratacak potansiyeli taşıyor.
Zor Kısım Geride Kaldı mı?
Uzman yorumları, Türkiye’nin yürüttüğü kararlı politikaların bu süreci mümkün kıldığını vurguluyor. Bir dönem barış çağrılarının karşısında “şahin” politikalar kazanırken, bugün “güvercinler”in, yani arabulucuların zaferinden söz ediliyor. Bu, yalnızca bir siyasi zafer değil, aynı zamanda Türkiye’nin kendi meselelerini kendi iradesiyle çözebilme kabiliyetinin de göstergesi.
“Bu sefer kendi göbek bağımızı kendimiz kestik” ifadesi, sürecin dış müdahaleler olmadan, yerli ve milli iradeyle yönetildiğine dikkat çekiyor. Arabulucuların çabası, toplumsal barışı sağlama konusundaki samimiyet ve devletin ortaya koyduğu güçlü irade birleşince, yıllardır kangrene dönüşmüş bir sorunun çözümünde somut adımlar atılabildi.
Suriye ve Irak’ta Yeni Dönem Başlıyor
Silah bırakma süreci yalnızca iç siyasetle sınırlı kalmayacak. Suriye’deki gelişmelerle doğrudan bağlantılı olan bu yeni dönem, Türkiye’nin bölge ülkeleriyle kurduğu diplomatik ilişkileri de dönüştürecek. Uzmanların işaret ettiği gibi, Türkiye’nin Şam yönetimiyle kurduğu ilişkilerin bazı çevrelerce eleştirilmesine rağmen, bu diyalogların meyveleri alınmaya başlanmış durumda.
Suriye’deki vekalet savaşlarının ve dış güç müdahalelerinin, yerini bölge halklarının kendi kaderini tayin etmesine bırakması gerektiği vurgulanıyor. Fransa’nın Suriye’deki varlığına yönelik eleştiriler de bu bağlamda anlam kazanıyor: Suriye halkı adına karar verenlerin artık Paris değil, Şam olması gerektiği açıkça dile getiriliyor.
Irak’ta ise Kalkınma Yolu Projesi’nin önümüzdeki süreçte daha hızlı ilerlemesi bekleniyor. Türkiye-Bağdat ilişkileri bu noktada kilit rol oynayacak. Özellikle Suudi Arabistan ve Körfez ülkeleriyle koordineli yürütülecek projelerin önü açılabilir. Terörün bölgesel iş birlikleri üzerindeki engelleyici etkisinin kalkmasıyla birlikte, jeopolitik dengelerde Türkiye’nin ağırlığı daha da artacak.
Toplumsal Hafıza ve Hüznün Gölgesi
Bu süreç sadece siyaset ve diplomasiyle sınırlı değil; aynı zamanda duygusal ve kültürel bir boyut da taşıyor. Türkiye’de “belâlı” yani hüzünlü bir kuşağın temsilcileri, bu anı büyük bir tarihsel kırılma olarak yaşıyor. Sırrı Süreyya Önder’in isminin anılması bu açıdan anlamlı: Mizahıyla hafızalara kazınan Önder’in aslında en çok da bu sürecin mimarlarından biri olduğuna dikkat çekiliyor.
Yıllar boyunca teröre kurban giden canlar, parçalanan aileler, suskun köyler, korkuyla büyüyen çocuklar… Bunların her biri, bugün kazanılan barışın ne kadar kıymetli olduğunu gösteriyor. Genç kuşaklar için bu an, sadece bir barış değil; aynı zamanda unutulmuş bir umudun, yeniden yazılmaya başlanan bir geleceğin işareti.
Sonuç: Model Olabilecek Bir Barış
Türkiye’nin terörle mücadele sürecinde geldiği bu nokta, sadece ulusal bir başarı değil, aynı zamanda dünyaya örnek olabilecek bir model olarak da değerlendiriliyor. “Her derdin davası kendi içinde” ifadesiyle özetlenen bu yaklaşım, çözümün dış müdahalelerde değil, içerideki iradede ve uzlaşmada aranması gerektiğini gösteriyor.
Bugün barış kazandı. Ama bu barış, sadece silahların susmasıyla değil; aynı zamanda duyguların, acıların ve hafızaların yeniden konuşulmasıyla anlamlı hale gelecek. Gelecek kuşaklara bırakılacak en değerli miras, işte bu derin, samimi ve kalıcı barış olacaktır.