Pozitivist paradigma bir gecede ortaya çıkmadı.
Eski Yunan’dan beri var olan maddeci varlık anlayışına bağlı olarak gelişen duyumcu bilginin geliştirilmiş yeni bir versiyonudur.
İnsanlık tarihinin en ilkel/zihinsel özürlü bilgi anlayışıdır.
Beş duyu ile algılanan bir varlık anlayışıyla sınırlı bir zekaya sahiptir.
Ortalama beş yaş zekasına sahiptir.
Beş duyu ile algılanmayan her şeyi inkâr eder.
Beş duyu ile sınırlı bir varlık anlayışına sahip olması doğal olarak onu geri zekâlı yapar.
Ama asıl sorun, beş duyu ile algılanamayan hiçbir şeye inanmaması değildir.
Geri zekâlılığı, varlık algısının doğal sonucudur; ama sorun bununla sınırlı değildir.
Geri zekâlılığının doğal sonucu olarak aynı zamanda terbiyesiz ve edepsizdir.
Asıl komik ya da trajik olan budur.
“Gözlem”lemediği ve “deney” yapmadığı, beş duyu ile algılanamayan madde ötesi bütün konu/sorunlar ile ilgili ahkâm keser.
Bunu da “bilim” adına yapar.
Oysa “bilim”, “gözlem ve deney” alanı dışında kalan, bir başka ifadeyle “gözlem ve deney” yapılamayan hiçbir konuda bir şey söylemez/söyleyemez.
Eğer birisi bilim adına “gözlem” ve “deney” dışında kalan konu ve soru(n)lar için, bilime sığınarak ahkâm kesiyorsa, bilin ki karşınızda bir şarlatan, terbiyesiz ve edepsiz vardır. Kısaca bir dangalak vardır.
Ayrıca “bilim” adı altında, kendinden menkul tanrısal bir gerçekliğin olmadığını; “bilim” ifadesi ile ileri sürülen bütün fikirlerin, bazı kişilerin bir takım araştırma yöntem ve teknikleri ile (gözlem ve deney) yaptıkları çalışmalar sonucu üretilen/elde edilen fikirler olduğunu hiçbir zaman unutmamalıyız.
Bu fikirleri, kişilerden/onları ileri süren kişilerden koparıp “bilim” ifadesi ile “üst/yüce/mutlak/tanrısal” statü altında ileri sürmek de aynı şarlatanlığın diğer bir göstergesidir.
“Varlık” bir bütündür.
Varlığı hiçbir zaman bilemeyeceğiz, ama şimdilik konumuz bu değil.
Asıl sorun “varlık” olmakla birlikte, varlık yerine uydurulan gerçekliği bilmek için onlarca bilim dalı geliştirildi.
Önce gerçeklik doğa ve insan/sosyal olarak ikiye bölündü ve doğa gerçekliği ile insan/sosyal gerçeklik ile ilgili onlarca bilim dalı kuruldu.
Her bilim dalı kendi alanı ile ilgili bir takım tez ve teoriler geliştirdi.
Bilim adamları kendi alanlarında uzmanlaşırken, diğer bilim dallarında meydana gelen gelişmelerden habersiz kaldı.
Sadece diğer bilim dallarında meydana gelen gelişmelerden habersiz kalmadı; kendi bilim dallarında yaşanan gelişmelerden de habersiz kaldı.
Bu durum, doğal olarak bilim adamlarının geri zekâlı olmasına yol açtı.
Zaten bir şeyi/konuyu/sorunu bildiğine inandığın an geri zekâlılık başlar.
Hele hele bu bilginin “gözlem” ve “deney” ile elde edildiği için “kesin,” “mutlak,” “tek doğru” olduğuna dair bir inanca sahip olduğun an süper geri zekâlılık başlar.
“Doğruluk” sorunu ile tek metin okumayan bütün bilim adamları, “doğruluk” mefhumunun “gerçeklik” ile ilgili olduğunu zanneder ya da buna inanır.
Oysa “gözlem” ve “deney” ile elde edilen bütün bilgiler doğaları gereği eksik bilgilerdir, bir başka ifadeyle doğaları gereği yanlış bilgilerdir.
“Doğruluk” mefhumu gerçeklik ile ilgili değil, kurulan önermeler ile ilgilidir.
O da şimdilik kaydıyla doğrudur; daha doğrusu şimdilik anladığımız budur.
Çünkü varlığın/gerçekliğin özünden yola çıkmadığımız/çıkamadığımız için, varlığın gerçek anlamıyla ve bütün boyutlarıyla ne olduğunu hiçbir zaman bilemeyeceğiz.
Buna insan/sosyal gerçeklik de dâhildir.
Ama asıl anlatmak istediğim bunlar değil.
Pozitivist bilim anlayışı bu ülkenin en büyük belasıdır.
Pozitivist bilim anlayışı, insanları geri zekâlılaştıran bir yaklaşımdır.
Bilimsel bilgiyi “gözlem ve deney” ile elde etmenin yanılgısı ile mutlak bilgiye ulaştığını zannetmenin getirdiği bir geri zekâlılık bu.
Öylesine bir geri zekâlılık ki, bir daha aşılamıyor; hiçbir geri zekâlı, geri zekâlı olduğunu bilemiyor, anlayamıyor.
Haliyle “gerçekliği” bildiğini zanneden, gerçekliği ona “doğru” olarak verdiğine “inanan” sözüm ona “bilim adamı,” ne varlık ile ilgili ne bilgi/bilme türü ile ilgili bir daha bir şey okuma ve anlama ihtiyacı duymuyor.
Üniversite birinci sınıfta yöntem bilim dersinde “mülakat” konusu bile pozitivist bilim anlayışı içinde/kapsamında bize anlatıldı.
Kaldı ki üç üniversitede karşılaştığım hocalarımın hiçbirisinin pozitivist bilim anlayışının ontolojik kabulleri ile ilgili bir bilgisi yoktu.
Onların bildiği tek şey vardı: “Gözlem ve Deney.”
Son beş/on yıl içinde çıkan üç beş kitap hariç, 200’e yakın yöntem bilim kitabının hepsinde “mülakat” konusu pozitivist paradigma içinde anlatılır.
Ve hocalarımızın hiçbirisi bilgi ve bilim felsefesi ile ilgili tek bir metin okumaz.
Lisans öğrenciliğimde, bir tarikat grubunun çıkardığı dergide “bilim felsefesi” ile ilgili yaptığı özel sayıyı, konu ile ilgili tartışmalar yaptığım bir iki hocaya vererek sözüm ona gırgır geçiyordum, ama hiç birisinin bir şey anladığı yoktu.
Sanırım dördüncü sınıfta Hacettepe’de bir hocamdan “yorumcu bilim anlayışı” ifadesini duyunca dünyalar benim olmuştu.
Ama ilk konuşmada, “yorumcu bilim anlayışının” doğa gerçekliği ile ilgili ontolojisinin ne olduğu sorusuna cevap alamayınca sevincim kursağımda kalmıştı.
Başa dönelim.
Pozitivizm bir gecede kendi başına ortaya çıkmadı.
Pozitivizm bilim anlayışının önemli iki ayağından birisini biyolojideki evrim kuramı, diğerini ise Newton fiziği oluşturur.
Aynı şekilde, Yorumcu bilim anlayışının iki önemli ayağından birisini kuantum mekaniği/fiziği, diğerini ise biyolojideki epigenetik yaklaşım oluşturur.
Onun için kendi ihtisas alanı ile ilgili kırk yıl önce yayınlanmış metinleri ezberlemek yetmez.
Kendi bilim alanı içinde geniş okumalar yapmak gerektiği kadar, kendi alanı dışında kalan diğer bilim dallarının da çalışmalarından haberdar olmak gerekir.
Yoksa geri zekâlılık kaçınılmazdır.
Diyeceğim, boş vakitlerinde bilim felsefesi ile ilgili metinler okumak gerekir.
Kullandığın bilgi türünün nasıl bir şey olduğunu bilmek gerekir.
Özellikle Kuhn, Popper ve Feyerabend’i biraz bilmek gerekir.
Özellikle bu toplumu anlamak istiyorsan, Yorumcu Paradigmayı çok iyi bilmen gerekir.
Şüphesiz doğa bilimlerinde veya özelde fizik ya da biyolojide uzman olmak gerekmiyor.
Ama hiç olmazsa ana çerçeve olarak bazı şeyleri bilmek gerekir.
Sana belki komik gelir ama lisans yıllarım Max Planck, Albert Einstein, Niels Bohr, Erwin Schrödinger gibi bilim adamlarının metinlerini aramak ile geçti.
Şimdilerde ise bu bilim adamları ile ilgili muhteşem videolar var.
Genel bir çerçeve edinmek için boş vakitlerinde arada bir onları dinlemek bile yeterli olabilir.
Buraya kadar anlattıklarım yöntembilimsel esaslardır.
Asıl yapman gereken bu toplumu çok iyi tanımak, bu toplumun ontolojik kabullerini çok iyi bilmek gerekir.
Bir de “marjinal” ifadesi ile toplum dışına itilen garibanları, mazlumları, mağdurları, mahzunları hiçbir zaman unutma.