Son Bakış, TÜYAP Kitap Fuarı’nda Irmak Zileli’den imzalatıp aldığım bir kitap. Önünde duran kitaplarından hangisini seçeceğimi bilmiyordum. Kendisine, içten ve duygusal metinleri sevdiğimi söylediğimde; bana bu kitabını tavsiye etti. Eee, yazar hangi kitabını tavsiye ediyorsa, alınmalı değil mi? Tereddütsüz aldım… Kulağına da “Ben de Roman yazıyorum,” diye fısıldadım. Gülümsedi. Kitabı imzalarken hoş bir jest yapmış: Yazı yolculuğumda ilham olsun, diye yazmış. Bu ince davranışı çok hoşuma gitti.
Son Bakış, 2020 Duygu Asena Roman Ödülü’nü almış bir eser. Bu ödül, sağlam bir kadın hikayesi okuyacağımızın sinyalini veriyor.
Tina; Gürcü asıllı, ülkemizde kaçak olarak çalışan bir hasta bakıcı. Irmak Zileli’nin güncel bir konuyu ele alması, romanı ilgi çekici kılıyor.Tina’nın çalıştığı apartmanın çatısından düşüp ölmek üzere olduğu anda, kafasından geçen hayatını okuyoruz.
Tina’nın romanın başından beri öleceğini bilmek beni mutsuz etti. Hatta romanın ortalarına doğru, yazar bir ters köşe yapar da Tina’yı yaşatır mı, diye umut ettim.
Tina’nın göçmen olarak yaşadıklarını okuyunca, ülkemizde yabancı göçmenlere bakış açısını daha iyi anladım. Dışarıdan gelen misafirlere çok konuksever olsak da iş beraber yaşamaya ve hayatımızı paylaşmaya gelince durum değişiyor.Pek de paylaşımcı ve anlayışlı olmuyoruz. Bu konuda yazara katılıyorum. Umarım zamanla bunu aşabilir ve dışlayıcı tutumlarımızdan vazgeçeriz.
Tina’nın ülkemizdeki hayatının zorluklarının yanında, Gürcistan’da nasıl bir hayatı olduğunu da okuyoruz. Bu kez Rusya’nın çalkantılı yakın tarihinin, Tina’nın aile köklerinde nasıl bir tahribata yol açtığını görüyoruz.
Tina, böyle bir aile geçmişine sahipken, empati yetisi yüksek ve duygusal bir kadın hâline geliyor. Ailesi, her ne kadar onun sıradan ve tehlikesiz bir hayat yaşamasını istese de Tina’nın bu karakteri bence tehlikeyi kendine çekiyor. Kaveh isimli İranlı, muhalif bir şaire âşık oluyor. Tina’nın hayatındaki kırılma noktası tam burada başlıyor.
Bu kitabı 20’li yaşlarımda okusaydım, Tina ile Kaveh’in aşkını sonuna kadar hisseder ve “Ben de Tina gibi yapardım,” diye düşünürdüm. Ama şimdi, 45 yaşında okuyunca, Tina’nın annesi gibi düşünüyorum. Kaveh’e düşman olduğumdan değil, Tina’nın sıkıntılı bir hayat yaşamaması için böyle hissediyorum. Tina’nın en son hâli, bu düşüncenin ne kadar doğru olduğunu da kanıtlıyor. Ne aşkına kavuşabiliyor ne ailesine…
Yazar, Tina’nın ölüm ensesinde, hem yakın hem de uzak geçmişini yazarken kronolojik bir yol izlemiyor. Tina’nın bazen dışarıdan duyduğu bir sesle, yaşadığı ya da yaptığı bir hareketle, anlattıklarına yol açılıyor. Böylece Tina’nın hayatının nasıl şekillendiğini asimetrik bir anlatı içinde okuyoruz. Asimetrik olması,dağınık olmasına yol açmıyor. Pütürlü, küçük bir deliğin giderek büyümesi gibi bütünlük de içeriyor. Bu anlatı tarzı, yazarın romanı diri tutmasını sağlayan başarılı yanlarından biri. Sohbet eder gibi, küçük bir hareketten veya sözden yola çıkarak koca bir hayatın dinamiklerine uzanmak, okura canlı bir okuma deneyimi yaşatıyor.
Tina, kitabın gerçekliğinde hayatının son anlarını yaşarken; okurun zihninde,ana rahmindeki gibi büyüyüp serpiliyor. Bir yandan bu açılımı merakla okurken, bir yandan da ölümün nefesini Tina’nın bedeninde hissediyoruz.
Ölüm anının dehşeti kadar, kimsesiz bir ölümün yarattığı korkuyu da anlatıyor Tina. Kendini acındırarak değil de tüm gerçekliğiyle…
Romanın sevdiğim başka yönü baştan sona kadar ölçülü yazılmış olması. Türk romanının sorunlarından biri kitabın özellikle sona doğru edebi ve özenli bir son görememek. Başlarda uzun uzadıya, bazen gereksiz detaylarla örülü anlatımlar varken sonunda adeta “oldu bitti”ye getirilebiliyor. Sanırım bu yazı yorgunluğundan ileri geliyor. Irmak Zileli Son Bakış’ta bu sorunu aşmış görünüyor.
Romanın beğenmediğim yönleri de var ki o kadar kusur kadı kızında da olur. Aslında güncel kadın yazarların zaman zaman düştüğü hatalardan biri: Karakterleri neredeyse melekleştirme çabası. Tina, maşallah, içinde kötülük geçmeyen bir melek sanki. Ufacık bir kötü düşünce geçse, kendini hırpalamaktan heder oluyor. Çok anlayışlı, çok düşünceli, çok sempatik, çok empatik… Bütün bu özelliklerin bir insanda aynı anda var olması gerçekçilikten uzak.
İkinci eleştirim ise, kadın yazarların her toplumsal konuya değinme çabası. Kaçak göçmenlik hikâyesinden yola çıkılarak; hayvan haklarından kadın haklarına, inanç özgürlüğünden toplumsal eşitsizliğe kadar hemen her konuya temas ediliyor 150 sayfalık bir romanda.
Sevgili yazarlar, bütün toplumsal konuları aynı kitapta ele almak zorunda değilsiniz! Bunları ayrı ayrı kitaplarla da işleyebilirsiniz diyerek, konuyu kapatalım.
Genel anlamda ise Son Bakış, içeriğiyle samimi ve duygusal, biçim açısından da su gibi akan diliyle okunası bir roman.