Geçtiğimiz haftanın sonu, dünya finans tarihinde yeni bir dönemeç olarak not edilmeyi fazlasıyla hak ediyor. “Kara Pazartesi” benzetmesi abartı değil; Asya piyasaları neredeyse %10 kayıpla kapattı, kripto paralarda erime dikkat çekici boyutlara ulaştı, Amerikan borsalarında ise düşüş derinleşti. Tüm bu gelişmelerin merkezinde yine tanıdık bir isim var: Donald Trump.
Trump’ın başkanlık yarışına yeniden hız kazandırdığı bu süreçte, açıkladığı yeni gümrük tarifeleri piyasalarda adeta şok etkisi yarattı. Çin’e ve Avrupa Birliği’ne karşı ithalat vergilerini artıran bu yaklaşım, küresel Ticaret Savaşlarının ikinci perdesinin açıldığını gösteriyor. Çin’in de 10 Nisan itibarıyla benzer ölçekte misilleme kararı almasıyla kartlar yeniden dağıtılıyor.
Bu tablo elbette bize yabancı değil. 2008 küresel krizinde ve 2020 pandemi döneminde benzer satış dalgaları görmüştük. Ancak bu kez mesele sadece ekonomik değil; aynı zamanda siyasi, stratejik ve teknolojik bir eksen kaymasına işaret ediyor. Çünkü artık mesele yalnızca dış ticaret açığı değil; inovasyon, teknoloji üstünlüğü ve küresel liderlik mücadelesi.
2005 yılında Çin’in 2.2 trilyon dolarlık ekonomisi karşısında ABD’nin 13 trilyon dolarlık devasa yapısı vardı. Bugün Çin 18 trilyon dolara ulaştı, ABD 28 trilyonda. Aradaki fark kapanıyor. Çin yıllık ortalama %5, ABD ise %2,5 büyürse, 2042 yılında Çin, dünyanın en büyük ekonomisi olabilir. Üstelik Çin artık yalnızca üretim ve montaj üssü değil; patentte, yapay zekada, elektrikli araçlarda iddiasını koymuş bir teknoloji devi.
Trump’ın gümrük tarifeleri, bu büyük jeoekonomik yarışın bir parçası. “Bazen ilaç acıdır,” diyor Trump. “Ama almak gerekir.” Gerçekten de bu politikalar sadece Trump’a değil, Amerikan müesses nizamına da destek buluyor. Çünkü bu hamleler sadece popülizm değil, bir stratejiye dayanıyor.
Peki borsalar neden bu kadar sert tepki veriyor?
Çünkü belirsizlik seviyesi tavan yapmış durumda. Bu kez Trump’ın sözleri “acaba değişir mi” beklentisiyle yumuşatılmadı. Çin de geri adım atmadı. Piyasa, bu sefer işin ciddi olduğunu gördü. Ve buna göre fiyatlamaya başladı.
Bu noktada gözler yeniden Amerikan Merkez Bankası’na (Fed) çevrilmiş durumda. 2018’deki benzer bir ticaret savaşı sürecinde Fed, önce faiz artırmış, ardından hızla indirime gitmişti. Şimdi benzer bir hamle gelebilir. Çünkü resesyon endişeleri büyüyor. Faiz indirimi olasılığı giderek artıyor.
Avrupa tarafı ise daha temkinli. Müzakere yolunu seçmeye çalışıyor. Ancak Avrupa’nın büyüme potansiyeli zayıf, karar alma mekanizmaları hantallaşmış durumda. Enerji maliyetleri yüksek, Rusya-Ukrayna savaşı belirsizliğini sürdürüyor. ABD, 2024’te %2.8 büyüyerek bu savaşa daha hazırlıklı girerken, Avrupa çok daha kırılgan.
Kripto piyasalarındaki sert düşüş, hisse senetlerinde yaşanan kayıpların tetikleyicisi oldu. Çünkü yatırımcılar teminat ihtiyaçlarını karşılamak için altın ve kriptodan çıkış yaptı. Özellikle Elon Musk’ın pozisyonu ve açıklamaları da bu dalgalanmayı derinleştirdi. Kripto piyasasında likidite düşük, bu da düşüşleri daha sert kılıyor. O yüzden yatırımcının temkinli olması gereken bir dönemden geçiyoruz.
Türkiye için tablo karmaşık ama potansiyel barındırıyor. Yeni ticaret düzeninde Türkiye’nin coğrafi konumu ve üretim altyapısı avantaja dönüşebilir. Çinli ve Avrupalı firmalar, Amerika’ya ihracatlarını Türkiye üzerinden yaparak vergi avantajı sağlayabilirler. TL varlıklar, küresel düzeydeki düşüşe rağmen daha dirençli kalmayı başardı. %2,5’lik sınırlı bir gerileme, bu fırtınalı ortamda olumlu sayılabilir.
Sonuç olarak; dünya yeni bir ekonomik paradigma arayışında. Ticaret savaşları sadece gümrük tarifeleriyle sınırlı değil. Teknoloji, veri, yapay zeka ve üretim üstünlüğü üzerine kurulu bir hegemonya mücadelesi yaşanıyor. Borsalar bu gerçeği fiyatlamaya başladı bile.
Şimdi soru şu: Bu yeni dünya düzeninde kim avantajlı konumda olacak? Cevap, sadece ekonomik değil, stratejik zekâda gizli.