Aşk olsun Halit Ayarcı, aşk olsun sana! Bizi Amerikan rüyası gibi saatleri ayarlama hayaline kaptırdın. Hep hayal kurduk, kurduk; sonra da bıraktın gittin…. Zaten hayat dediğimiz zaman yolculuğu da buna benzemiyor mu? Dolayısıyla Saatleri Ayarlama Enstitüsü de hayatımızdan başka bir şey değil mi?
Aslında ben, saat ustalığının devamı olacak, Hayri İrdal ustalığını konuşturacak, Halit Ayarcı da onu destekleyecek sanmıştım. Bu da Saatleri Ayarlama Enstitüsü’nün bana hayat dersi oldu. Tıpkı Hayri İrdal’ın hayatının tuhaf olaylarla, kırılma noktalarıyla değişmesi gibi ben de Saatleri Ayarlama Enstitüsü üzerindeki planlarımda, hayallerimde değişim ve kırılmalar yaşadım, diyelim.
Saatleri Ayarlama Enstitüsü bir bakıma 1980 Özal dönemindeki “hayali ihracat” patlamasını hatırlattı. Meğerse ilk tohumları Saatleri Ayarlama Enstitüsü’nde atılmış. Çocukken “hayali ihracat” derlerdi. Çok merak ederdim. Bir türlü mantığıma oturtamıyorum. İhracat nedir biliyorum da ‘hayali’ ne oluyor? Araştırdım ve çocuk halimle şaşıp kalmıştım.
1990’ların sonundaki Saadet Zinciri ve Jet Fadıl skandalı başka tarzlarda Saatleri Ayarlama Enstitüsü’ne benzer örneklerdir. Hayali bir proje, daha yerel hikayelerde mahallenin parasını çarpan kuyumcu veya müteahhit olarak karşımıza çıkar. Günümüzde bu hayali projeler dijitalleşti. Artık hayatımızda Bitcoin skandalları ve Çiftlik Bank gibi dijital dolandırıcılıklar var. Saatleri Ayarlama Enstitüsü’nü okuyunca tüm bu toplumsal sahnemizden geçen örnekler aklıma geldi.
Türk insanının en çok sevdiği şey, ortada bir şey yokken bir şeye inanmak ve inandırmak… Oyunları, yalanları, hayalleri seviyoruz. Bulunduğumuz hayattaki gerçeklerle yüzleşmektense bu durum hoşumuza gidiyor. Nerede gerçekleri anlatan; çabadan, idealden bahseden bir şey varsa hemen dağılıp oradan uzaklaşıyoruz. Ama nerede kendine bağlayan bir yalan veya hayal olursa, bize cazibeli geliyor. Heyecanla kulak kabartıp başına toplanıyoruz.
Halit Ayarcı’ya bu noktada basit bir dolandırıcı diyemeyiz. O, toplumun eğilimlerini ve ihtiyaçlarını çok iyi tanıyan; alt tabakadan üst tabakaya kadar temas eden birisi. Her tabakaya istediği hayali verme yeteneğine sahip doğrusu. Bu büyük bir yetenek. Ancak hayalini bir türlü benimsetemediği bir insan var: Hayri İrdal… Belki de bu yüzden ona ayrı bir değer veriyor.
Hayri İrdal ise toplumun oluşturduğu algıyı ve rolü kabullenen bir insan. Hem çevresinin hem mizacının etkisiyle kendine inanmıyor ve güvenmiyor; hep olması gerekenden aşağı görüyor. Bu durumu, Halit Ayarcı gibi etkili bir insan bile değiştiremiyor. Bir de Hayri İrdal’ın şartlar değiştiğinde sabit kalan bir yönü var. Çok sıkıntılı olduğunda da refah içinde yaşadığında da kendini kaptırmıyor. Bu yüzden Saatleri Ayarlama Enstitüsü yıkıldığında çok da etkilenmiyor. Roman devam etseydi, Hayri İrdal sanırım eski kıraathanesine geri dönüp eski arkadaşlarıyla çay içiyor olurdu.
Halit Ayarcı’ysa umulmadık bir kırılma noktası tuzla buz ediyor. Şevkle devam ettiği ve sonsuza kadar aynı çoşkuyla sürdüreceğini düşündürdüğü Saatleri Ayarlama Enstitüsü’nü birdenbire basit görünen bir hayal kırıklığıyla sahipsiz bırakıyor. Ahmet Hamdi Tanpınar bunu özellikle mi böyle yaptı? Halit Ayarcı’yı romanda neden böyle sonlandırdı? Böyle bir son benim için merak konusu oldu.
Burada Hayri İrdal ve Saatleri Ayarlama Enstitüsü arasında bir karşılaştırma yapma gereği duyuyorum. Hayri İrdal, iradesiz ve silik bir insan olduğuna başta kendisi ve çevresi inanıyor. Hayri İrdal’ı vasatın altında gösteren bir toplum var. Halbuki bu öyle değil. Hayri İrdal yetenekli bir saat ustası. İnsanları ve olayları iyi analiz eden ve arkasındaki gerçekliği kavrayan duygusal zekaya sahip. O yüzden Saatleri Ayarlama Enstitüsü’ne baştan beri inanmıyor. Fakat toplumun kendisine biçtiği rolü oynuyor.
Saatleri Ayarlama Enstitüsü’yse gerçekliği olmayan, insanlara inandırılan ve cezbeden; şehir efsanesiyle popülarite kazanan bir hayal.
Hayri İrdal gibi, aslında yetenekli ve özgün bir insanın; oluşturulan algılarla vasat, silik ve iradesiz olduğuna inanıyoruz. Saatleri Ayarlama Enstitüsü gibi gerçekliği olmayan bir hayaleyse yine aynı algılarla iştahla inanıyoruz. Buradan şu sonucu çıkarıyorum: Türk toplumu olarak olmayan hayallere inanırken elimizdeki gerçek cevherlerin kıymetini bilmiyoruz; onları heba ediyoruz. Ahmet Hamdi Tanpınar, son zamanlarda hala geçerli olan halimizi yazmış.
Bu romanda beni en çok düşündüren, romandan biraz bağımsız olan Saatleri Ayarlama Enstitüsü’nün mimari planı oldu. İlk okumada doğru dürüst bir şey anlamadım. Ahmet Hamdi Tanpınar’ın mimarlık merakını duymuştum ve sanırım burada o özelliğini konuşturmuş. Romanı okuduktan sonra o kısmı tekrar okudum. Yapay zekayı kullanarak Saatleri Ayarlama Enstitüsü’nün çizimini yapmaya çalıştım. Tekrar tekrar okuyup kendim çizmeye uğraştım. Ama hiç biri romanda bahsedilen çizim gibi olmadı.Bu arada, belirtmeden geçemeyeceğim; kendini aşağı gören Hayri İrdal, hiçbir mimarın çizemediği Saatleri Ayarlama Enstitüsü’nün projesini oğlu Ahmet’ın yardımıyla çiziyor. Burada çizerken çok zevk alıyor. Hem hayal olmayan gerçek çabayla bir iş yaptığı hem de sınıf atladığı yeni hayatında kendisinden uzaklaşan oğlu Ahmet’le tekrar yakınlaşıp bir şeyler ürettiği için.
Saatleri Ayarlama Enstitüsü’nün mimari projesini, acaba Tanpınar kafasında nasıl canlandırdı? Keşke, diyorum, bu romanı yazdıktan sonra bir sayfada bu mimari projeyi şekillendiren bir plan çizseydi. Belki de çizmişti, kim bilir? Keşke o plana ulaşabilseydik.