Haftanın belirli günlerinde, siyaset, bilim tarihi ve stratejiler üzerine arkadaşlarla düzenli oturumlar gerçekleştiriyoruz. Gelişen dünya savaşlarını tartışırken, genellikle sorunların sosyolojik açıdan ya da tarihsel teorilerle ele alındığını fark ettim. Sorular da çoğunlukla bu çerçevede geliyordu.
Bu nedenle, tartışmayı farklı bir boyuta taşımak istedim. Yaptığımız bu tartışmaların bir makale formatında okunmasının da faydalı olacağını düşündüm. Özellikle insan genomunun kim olduğumuz, nasıl davrandığımız ve toplumsal krizlerle nasıl bir ilişki içerisinde olduğumuz konularıyla bağlantılı olarak ele alınması gerektiğine inanıyorum.
Sanırım, savaşlar ve krizler bağlamında Türkiye’de yapılan bu tür bir tartışma ilklerden biri olabilir.
İnsanlık tarihi, tekrarlayan krizler ve dönüşüm dönemleriyle şekillenmiştir. Savaşlar, sosyal çatışmalar, ekonomik çöküşler ve ahlaki yozlaşma gibi fenomenler, belli aralıklarla ortaya çıkarak insan topluluklarının yapısını derinden etkilemiştir. Bu döngüler yalnızca sosyal ve politik dinamiklerle açıklanamaz; aynı zamanda biyolojik ve evrimsel süreçlerle de bağlantılı olabilir.
Günümüzde de benzer döngülerin izlerini görmek mümkündür. Ukrayna savaşı, ekonomik eşitsizliğin derinleşmesi, iklim krizinin tetiklediği göç dalgaları ve Suriye’de yıllardır süren çatışma ortamı, insanlığın bu kriz döngülerini yeniden deneyimlediğini gösteriyor. Bu olaylar, bir yandan toplumları sarsarken, diğer yandan yeni arayışlar ve çözümler için zemin hazırlıyor.
Tartışmak istediğimiz şey; insanlık tarihindeki döngüsel krizlerin genetik ve evrimsel bir temele dayanıp dayanmadığını ele almaktır. Bu bağlamda, tarihsel olaylar, biyolojik mekanizmalar ve davranışsal evrim incelememiz gerekir. Özellikle bireylerin genetik ve çevresel etkileşimlerinin toplum dediğimiz fenomenin üzerindeki uzun vadeli etkilerini de değerelendirebiliriz.
Tarihsel Perspektifte Krizlerin Döngüselliği
Tarih boyunca büyük savaşlar, toplumsal çöküşler ve ahlaki yozlaşma dönemleri, insanlığın kriz döngüleri olarak yorumlanmıştır. Örneğin:
- Roma İmparatorluğu’nun çöküşü, ahlaki yozlaşma ve sosyal eşitsizlikle ilişkilendirilmiştir.
- 20.yüzyılın iki dünya savaşı, teknolojik ve sosyal dönüşüm süreçlerinin ardından büyük çatışmalar olarak ortaya çıkmıştır.
- Ukrayna Savaşı, Suriye’de süren iç savaş: 21. yüzyılın başlarında, Dünya’da yeniden sıcak bir savaşın yaşanması, savaşın insanlık tarihindeki sürekli döngüsel varlığını göstermektedir. Enerji krizleri, küresel siyasi kutuplaşmalar ve silahlanma yarışları, bu savaşın yarattığı geniş çaplı etkilerden bazılarıdır.
Bu krizlerin neden benzer periyotlarla ortaya çıktığı üzerine çeşitli tarihsel teoriler geliştirilmiştir (örneğin: Kondratieff Dalgalanmaları, Tarihsel Döngü Teorileri veya Toynbee’nin uygarlık teorisi gibi pek çok sosyal bilim teorisi ile paralellik gösterebilir). Ancak bu döngüler, yalnızca ekonomik veya politik nedenlerle değil, aynı zamanda biyolojik stres faktörleri ve genetik mutasyonlarla da açıklanabilir.
Genetik Mutasyonlar ve İnsan Davranışı
İnsan genomu… Şöyle bir düşündüğünüzde, bu karmaşık yapı; sadece biyolojik bir rehber değil, aynı zamanda kim olduğumuzu, nasıl davrandığımızı ve hatta toplumsal krizlerle nasıl başa çıktığımızı şekillendiren bir harita gibi. Ancak bu harita, sabit ve değişmez değil; zamanla evriliyor, çevresel koşullarla yeniden yazılıyor ve bizi bir noktadan bir başka noktaya taşıyor.
Bu noktada akla gelen en ilginç sorulardan biri şu: Genetik mutasyonlar, davranışlarımızı, değerlerimizi ve toplumsal eğilimlerimizi nasıl etkileyebilir?
Şiddet ve Toplumsal Çatışmalar: Savaşçı Genin İzleri
İnsanlık tarihine baktığımızda, savaşlar ve şiddet olaylarının neredeyse doğal bir döngü haline geldiğini görüyoruz. Peki, bu döngüde genetik faktörlerin rolü olabilir mi? Bilim insanları, MAOA genini, yani popüler adıyla “savaşçı geni”ni incelerken ilginç bir keşifte bulunmuş. Bu gen, bireylerin stres karşısında şiddete yatkınlığını artırabiliyor. Ancak bu, genin her zaman “aktif” olduğu anlamına gelmiyor. Çevresel stres, örneğin bir savaş durumu ya da kaynak kıtlığı, bu geni tetikleyebiliyor.
Ukrayna savaşında olduğu gibi büyük çatışmaların yaşandığı dönemlerde, bireylerin ve toplumların şiddete eğilim göstermesi sadece tarihsel değil, biyolojik bir zemine de oturuyor olabilir. Elbette bu, “genetik kadercilik” gibi bir yaklaşımı savunmuyor, ama genlerimiz ile çevremizin bu etkileşimini anlamak önemli.
Empati mi Bencillik mi? Krizlerde Ahlaki Yargılar
Pandemi döneminde çevremizde iki tür insan profili görmedik mi? Biri dayanışmayı artıran, yardımlaşmayı ilke edinen bireyler; diğeri ise market raflarını boşaltan, “önce ben” diyenler… İşte burada genetik yapı devreye giriyor. Bazı genetik varyasyonlar, empati kurma ya da topluluk odaklı olma becerimizi etkileyebiliyor. Ancak bu genetik eğilimler, çevresel faktörlerin baskısıyla daha da belirgin hale gelebiliyor.
Bu açıdan, pandemi gibi küresel krizler, yalnızca ahlaki değerlerimizi değil, genetik potansiyellerimizi de görünür kılabiliyor.
Liderlik ve Toplumsal Dinamikler
Kriz dönemlerinde karizmatik liderlerin yükselişine hep tanık olmuşuzdur. Peki, bu tür toplumsal davranışlar yalnızca bir “tarihin akışı” mı, yoksa biyolojimizin bir ürünü mü? Araştırmalar, liderlik, grup dayanışması ve sosyal bağların, genetik faktörlerle de ilişkili olabileceğini gösteriyor. Yani, kriz anlarında lider figürlere yönelmemiz, yalnızca kültürel değil, biyolojik bir kökene de sahip olabilir.
Nesilden Nesile Aktarılan Stres ve Dayanıklılık
Savaşlar, kıtlıklar, göçler… Bunların bireysel ve toplumsal travma yarattığını biliyoruz. Ancak bu etkiler, yalnızca psikolojik düzeyde mi kalıyor? Hayır. Epigenetik adı verilen süreç, çevresel streslerin genetik ifadelerimizi değiştirdiğini ve bu değişikliklerin nesilden nesile aktarıldığını gösteriyor. İkinci Dünya Savaşı sonrası nesillerde görülen psikolojik dayanıklılık ya da travma izleri, genetik bir miras olabilir mi? Bu sorunun cevabını bilim yavaş yavaş ortaya koyuyor.
Çevresel Tetikleyiciler: Genlerimizi Ne Tetikliyor?
Pandemiler, iklim değişikliği, ekonomik krizler… Bu tür küresel olaylar, genetik mekanizmalarımızı harekete geçiriyor. Örneğin, COVID-19 pandemisi sırasında toplumsal stres ve izolasyonun genetik ifadeleri nasıl etkilediği üzerine yapılan çalışmalar, bu değişimlerin biyolojik düzeyde kalmadığını, gelecekteki nesillere taşınabileceğini söylüyor. İklim değişikliği gibi kaynak krizleri de benzer bir tetikleyici olabilir.