İfade özgürlüğü, insanın entelektüel bağımsızlığının ve bu bağımsızlığın ontolojik gerçekliğinin simgesidir. Bu, bir zamanlar yalnızca kişinin iç doğasına ait olan, varlığını en yüksek biçimde ortaya koyan bir güçtü. Ancak içinde bulunduğumuz çağda bu özgürlük, dijital dünyanın sürekli akışında geçmiş derinliğinden uzaklaşmış ve bir yansımaya, bir yanılsamaya dönüşmüştür. Burada, egemen güçlerin baskısı ve bireyin dâhilî köleliği, düşüncelerinin oluşumunda, başkalarına rağmen ifade edilebilen düşünce cesaretinin kaybolmasında işlev görmektedir. Bir zamanlar insanlara kendilerini doğrudan ve cesurca, kendi doğalarına uygun şekilde ifade etme imkânı sağlayan düşünceler, bugün toplum, algoritmalar ve popüler kültürün koyduğu sınırlar içinde şekillenmektedir. Dijital platformlarda artık gerçek anlamda özgür bir ifade yoktur, aksine kontrol edilen ve yönlendirilen bir yanılsamaya dönüşmüştür ve bireyin özgürlüğü başka bir şekilde yok sayılmaktadır.
Dijital Dünyada Kölelik ve Hegemonya
İlk bakışta dijital platformlar, insanların entelektüel özgürlüklerini ifade edebilecekleri uçsuz bucaksız ve sınırsız bir alan gibi görünebilir. Ancak, tıpkı zamanın kendisi gibi, bu alan yalnızca toplum hegemonyası tarafından şekillendirilen fikirler için bir platform sağlar. Burada sesini duyuran birey değildir, yalnızca egemen ideolojiler ve toplum tarafından onaylanan fikirler en fazla yankıyı bulur. Toplumun değerleri dijital dünya aracılığıyla yeniden üretilir ve buradaki tek “doğru” fikirler toplum tarafından kabul edilenlerdir. Dijital platformlardaki ifade özgürlüğü aslında bir yanılsamadır; gerçek özgürlük, çoğunluk ve kolektif düşünce tarafından dayatılan normların yeniden üretilmesi için bir mekanizma haline gelmiştir.
Dijital dünyanın varoluşa ilişkin çöküşü, zamanın ve bilincin kırılgan yapısının derinleşmiş bir tezahürüdür. Toplumun baskıları insanın iç doğasında öylesine köklü izler bırakır ki, bireyin özgürlüğü yalnızca yüzeyde var olur; daha derin bir gerçeklikten, kendi iç kimliğinden yabancılaşır. Bu baskı dijital dünyada çok daha karmaşık bir biçimde içselleştirilir. Zamanın bireyin ruhunda oluşturduğu izler, dijital platformların etkileşimli akışlarıyla daha karmaşık ve derin hale gelir. Artık birey yalnızca dışa dönük söylemleri, imgeleri ve davranışlarıyla var olur; manevi kimliği ve özgürlüğü dijital dünyanın sayısız yüzeyinden silinir. Bu platformlar, görünmez bir el tarafından yönlendirilen ve bireyin iç doğası hakkında her şeyden çok, toplum tarafından onaylanan söylemlerle beslenen devasa bir simülasyona dönüşmüştür. Bu simülasyon, zamanın gerçekliğinden, bireyin iç iradesinden ve özgürlüğünden giderek yabancılaşan bir süreçtir. Artık kişi bu simülasyon içinde kendi iradesini ve özgürlüğünü kaybeder; kendi gerçekliğinden yabancılaşır.
Her ifade, her paylaşım toplum normlarının ve kolektif düşüncenin bir yansıması olarak şekillenir. Burada gerçek özgürlükten bahsetmek, zamanın akışında bir yanılsamayı takip etmeye benzer. Her söz, her düşünce çoğunluğun onay mekanizmasına tabidir; düşünceler egemen güçler tarafından kontrol edilir. Bir düşünce popüler toplumsal normlarla çelişiyorsa ya susturulur ya da silinir. Gerçek özgürlük ancak çoğunluğun sesine uyduğunda vardır. Ancak gerçek ifade özgürlüğü, bir kişinin düşüncelerini hiçbir dış baskıya boyun eğmeden, zamanın akışına ve toplum baskılarına direnerek, kendi iç iradesine dayanarak ifade edebilmesidir.
Zamanın Akışında Bir İz
Dijital âlem, her paylaşımdan, her yorumdan, her düşünceden zamanın kendisi gibi akan bir iz bırakır. Burada, kişi yalnızca bir düşünceyi iletmekle kalmaz, aynı zamanda düşüncesi tarafından sürüklenen bir varlık olarak kimliğini sürekli olarak yeniden şekillendirir. Her dijital adım yalnızca anlık bir ifade değil, aynı zamanda şahsi bir gücün dışa vurumudur ancak bu gücün kaynağıdır ve çoğunluğun akışına katılmaktan daha fazlasıdır.
Güç yalnızca çoğunluğun fikirleriyle özdeşleşenlerde değil, çoğunluğun bastırdığı ve dışladığı düşüncelerde de gizlidir. Bu dijital dünyanın görünmeyen derinliklerinde, güç her zaman sessizce var olur. Ancak bu dünyada zaman, bireyin gücünü ve düşüncelerini özgürce ifade etmesini engelleyen bir yapıya dönüşür. Algoritmalar yalnızca bir rehber değil, aynı zamanda bir tür zaman baskısıdır. İnsanları sınırlı bakış açılarına hapseder; onları belirli ideolojik çerçevelere, içtimai kabulün dar sınırlarına hapseder. Bu da zamanın akışını düzleştirir ve hayatı monotonlaştırır.
Birey kendi iradesiyle varoluşu bulmaya çalışırken, dijital dünyada dış baskılarla şekillenen düşünceler arasında sıkışıp kalmıştır. Gerçek güç, bu baskılarla şekillenen düşüncelerin ötesinde bir şeydir; şahsi bir iradenin dışa dönük ifadesidir. Ancak bu dijital düzlemde özgür düşünce ve manevi güç, zaman düzlemiyle sıkışıp kalmıştır. Düşünceler toplum tarafından onay kazanmak amacıyla yeniden şekillenir, güce doğru akar. Bu, bireyin manevi güç iradesinin zayıflamasına ve toplumun bireyi kendi çarklarında bir dişli olarak kullanma gücünün artmasına yol açar.
Gerçek ifade özgürlüğü ancak toplumdan yansıyan baskılarla şekillenen düşüncelerin ötesinde doğrudan bir şahsi irade ortaya çıktığında mümkündür. O zaman ifade, bir güç isteğinin bastırılmasının sonucu olmaktan çıkar. Çünkü toplum tarafından onaylanan düşünceler zamanın derinliğinde bir sığlık oluşturur. Burada özgürlük yalnızca sosyal normları yeniden üreten bir mekanizma haline gelir. Bu, kişinin kendi gücünü, zamanın derin akışındaki potansiyelini keşfetmesinin önündeki en büyük engeldir.
Birey, Toplum ve Dijital Düşüncenin Köleliği
Dijital platformlardaki özgürlük, zamanın akışında kaybolan bir yanılsamadan başka bir şey değildir. Bir kişi özgür düşündüğünü düşündüğünde, aslında kendini bir kölelik döngüsüne hapseder, zamanın katı çizgileri içinde görünürlük ve onay arayışına sürüklenir. Burada, düşünceler öznellikten, şahsi bir üretim sürecinden ortaya çıkar ve sosyal kabul ve popülerliğin güçlü etkileriyle şekillenir. Paylaşılan her düşünce özgür iradenin bir tezahürü gibi görünse de, gerçekte bireyin iç özgürlüğünü tehlikeye atma çabasıdır.
Dijital dünya bir yandan bireyin dış dünyaya açılmasını sağlarken, diğer yandan özgürlüğün ardındaki derin potansiyeli siliyor. Birey “beğeni” peşinde koşarken manevi gücünden uzaklaşıyor; “takipçi” sayısının artmasıyla bir tür sahte özgürlük hayal ediyor. Bu aslında özgür düşüncenin yokluğunu ifade ediyor, çünkü düşünceler çoğu zaman zamanın baskılarıyla beslenen bir tür dışa dönük zorunluluk tarafından şekillendiriliyor.
Gerçek ifade özgürlüğü ancak bir birey içtimai baskılardan kurtulduğunda ve zamanın derin akışında kendi iradesine dayalı olarak düşüncelerini özgürce ifade edebildiğinde mümkündür. Dijital platformlarda her ifade genellikle şahsi bir irade değil, dışarıdan gelen baskıların bir yansımasıdır. Burada özgürlük, çoğunluğun onayına ve zamanın düzenine bir tür teslimiyetle harmanlanmıştır. Gerçek özgürlük yalnızca sosyal normlara direnerek değil, aynı zamanda bireyin kendi gerçeklerine sadık kalma cesaretine sahip olarak elde edilir. Bu cesaret ancak zamanın kaymağını keserek ve derin bir şahsi deneyimin izlerini takip ederek mümkündür.
Dijital Hegemonya: Yeni Bir Savaş Alanı
Dijital platformlarda ifade özgürlüğü artık sadece bir hak değil, zamanın akışında devam eden bir savaştır. Bu savaş, hegemonik güçlere karşı bir başkaldırıdan ötedir; dijital dünyanın manipülatif yapıları, algoritmaların etkisi, sosyal kabuller ve popüler kültürün şekillendirdiği baskılar arasında varoluş bulmaya çalışan özgür düşüncenin mücadelesidir. Dijital alan giderek zamanın katı çizgileri tarafından kontrol edilirken, özgür düşünceler ancak şahsi cesaretle var olabilir; bu cesaret zamanın derinliklerinden ve insanın iç iradesinden beslenir.
Dijital dünyanın bu baskıcı yapısı, bireyin düşüncelerinin bir akışa dönüşürken dış baskıların gölgesinde kalmasına neden olur. Burada ifade özgürlüğü yalnızca bir hak olmaktan çıkar; sosyal normlara, popüler söylemlere ve dijital mekanizmalara karşı bir mücadelenin temelini oluşturur. Bu mücadelede zafer yalnızca zaman akışını dışarıdan etkilenen bir ölçüt olarak kabul etmekte değil, aynı zamanda bireyin iç zamanına geri dönme ve kendi iradesini ve özgürlüğünü yeniden iddia etme becerisindedir. Gerçek özgürlük yalnızca dışarıdan yansıyan baskıların ötesine geçmekle değil, aynı zamanda bireyin kendi zamanının derin akışında şahsi gerçeklerine sadık kalma cesaretiyle de mümkündür.
Burada kişi yalnızca dijital dünyada değil, aynı zamanda kendi iç evreninde de bir tür direniş sergileyerek özgürlüğünü yeniden keşfeder. Gerçek ifade özgürlüğü, zamanın katı çerçevelerine karşı manevi bir devrimdir. Bu devrim, bireyin dışarıdan gelen baskıların ötesine geçip kendi zamanının akışına ve kendi iradesine dönmesidir.