Karl Marx ile Friedrich Engels, modern devletin yürütme erkinin aslında “Burjuvazinin ortak işlerini yöneten bir komiteden ibaret” olduğunu yazdıklarında, kapitalist demokrasilerde egemen sınıfın siyasal temsilciler üzerindeki etkisini tarif ediyorlardı. Ancak görünüşe göre, bu temsil ilişkisi artık gizlenmeye dahi ihtiyaç duymuyor. Milyarderler demokrasiyi pervasızca kendi çıkarları için araçsallaştırıyorlar. Ne bir perde var ne de bir aracı.
Bu hafta, Donald Trump ile Elon Musk arasındaki ittifakın, her birinin sahibi olduğu sosyal medya platformlarında alay ve sataşmalarla sona erdiğine tanık oluyoruz. Ancak burada olup biten şey, demokratik kurumların şirketlerce ele geçirilmesinden çok daha kaba bir şey: İki çıkarcı milyarderin, 330 milyon Amerikalının ekonomik taleplerini hiçe sayarak federal hükümetle bilek güreşine tutuşması.
Trump’ın asıl motivasyonu para değil; güç ve görünürlük. Ancak başkanlık makamını kullanarak kendisini zenginleştirmenin yollarını buldu. Bu sayede hem yüklü hukuki masraflarını karşıladı hem de Beyaz Saray’a dönüş yolunu finanse etti. Fakat kişisel serveti, başlı başına üçüncü bir başkanlık kampanyasını başarıyla yürütmeye yetmedi. Bu açığı kapatmak için gözünü teknoloji milyarderlerine çevirdi. Özellikle de dünyanın en zengin adamı Elon Musk’a… Musk, Trump’ın yeniden seçilme kampanyasına yaklaşık 300 milyon dolarlık katkı sundu.
Karşılığında ise Musk, aynı oyunu daha hızlı ve daha kârlı oynadı. Trump yönetimiyle kurduğu yakın ilişki sayesinde, hem mevcut devlet ihalelerini ve teşviklerini korudu hem de imparatorluğunu daha da genişletecek yeni imtiyazlar kazandı. Musk’ın şirketleri uzun süredir kamu desteklerinden ve kamusal hizmetlerin özelleştirilmesinden faydalanıyor. Ancak son bir yılda uygulamaya koyduğu strateji, kamu hizmetlerini onun şirketlerine bağımlı kılacak şekilde yapılandırıldı — bu, on yıl önce hayal bile edilemezdi.
Bugün SpaceX, Amerikan insanlı uzay uçuşunda fiili tekel sahibi. Uluslararası Uzay İstasyonu görevleri yalnızca onun üzerinden yürütülüyor. Tesla, federal teşviklerle elektrikli araç piyasasında büyük pay elde etti ve ülke çapında şarj altyapısının belkemiği hâline geldi. Sadece geçen yıl, Tesla emisyon standartlarına uyum sağlamak isteyen diğer otomobil firmalarına sattığı düzenleyici kredilerden 2,8 milyar dolar kazandı. Starlink ise Pentagon ve istihbarat kurumlarıyla, güvenlik iletişimi alanında milyarlarca dolarlık sözleşmeler imzaladı. Yakında, Amerikan Sivil Havacılık Dairesi’nin hava trafik kontrol sistemlerini yenileme ihalesini de üstlenmeye hazırlanıyor.
Elbette, savunma sanayi devlerinin ve teknoloji şirketlerinin Washington’la olan sıcak ilişkileri yeni değil. Ancak hiçbirisi Elon Musk’ın ulaştığı düzeye erişmedi. O, aynı anda hem uzay taşımacılığını hem savunma iletişimini hem de enerji altyapısını kontrol ederken, doğrudan politikaları da şekillendirebilen tek özel aktör. Amerikan kapitalizmi tarihinde bu türden bağımlılıklar daha önce de yaşandı. Ancak bu derece belirgin bir biçimde en son, 19. yüzyılın sonlarındaki “Altın Çağ” (Gilded Age) döneminde görülmüştü.
Ketamin ve Adderall Eşliğinde Kurumsal Devlet Ele Geçirme Operasyonu
Trump yönetiminin Elon Musk’ı “Devlet Verimliliği Bakanlığı” (DOGE) isimli yeni kuruma atamasıyla birlikte, kamu ihalelerinin en büyük alıcısı doğrudan federal harcamaları yönlendiren kişi oldu. Bu atama, özel çıkarların kamusal denetim mekanizmalarını nasıl delip geçtiğinin adeta zirve noktasıydı.
DOGE, teknik olarak hükümet dışında konumlandırılmıştı. Böylece Musk şirketlerinden feragat etmeden devletin içine yerleştirilebilecekti. “Özel hükümet çalışanı” statüsünde olan DOGE mensupları, yasal olarak çıkar çatışmasından kaçınmak zorundaydı. Ancak 82 kişiden yalnızca altısı mali şeffaflık beyanlarını teslim etti. Musk, bu yapıya “A Takımı” adını verdiği bir ekiple yön verdi: Twitter’da çalışanların %80’ini işten çıkaran Boring Company’den Steve Davis, Tesla’daki 14.000 kişilik işten çıkarmayı organize eden Omead Afshar gibi isimler devletin çeşitli kurumlarında görevlendirildi. SpaceX mühendisleri Savunma Bakanlığı için, Tesla yöneticileri ise otonom araç düzenlemeleriyle ilgili pozisyonlar için düşünüldü. Bu, klasik bir “düzenleyici kurumu ele geçirme” (regulatory capture) örneğiydi – ama bu kez ele geçirilen kurum yalnızca bir ajans değil, doğrudan yürütme erkiydi.
Musk’ın şirketleri ile federal devlet arasındaki bu derin simbiyotik ilişki, bu haftaki kamuya açık kopuşla gözler önüne serildi. Musk, Trump’ın harcama yasa tasarısını sosyal medyada eleştirince, Trump da SpaceX ve Tesla’ya verilen tüm federal sözleşmeleri iptal etmekle tehdit etti. Musk ise karşılık olarak, Amerikan astronotlarını Uluslararası Uzay İstasyonu’na götüren tek araç olan Dragon kapsülünü geri çekmekle tehdit etti. Bu restleşme, Musk’ın iş imparatorluğunun devletin temel işlevlerine ne kadar entegre olduğunu gösterdi.
Aslında bu bağımlılık, Trump yönetiminin planlı yönlendirmeleriyle yaratıldı. İhaleler sistemli biçimde Musk’ın şirketlerine verildi, düzenleyici kurumlar ise bu şirketleri koruyan kararlar aldı. Böylece Musk, hükümet kaynaklarına ve karar alma mekanizmalarına görülmemiş bir erişim kazandı. Karşılığında Trump da hem maddi kaynaklara hem de teknolojik ve kültürel etki gücüne sahip bir müttefik elde etti. Bu ortaklık her iki taraf için de kârlıydı — ta ki çatışma başlayana kadar.
Maskeler Düştü
Perşembe ve Cuma günleri, medya organlarının Trump-Musk ittifakının çöküşüne dair önceden yazılmış paragrafları hazırda beklettiği izlenimini vermesi şaşırtıcı değildi. Trump, gücüne ve görünürlüğüne ortak çıkan kimseye tahammül etmez. Elon Musk gibi küresel bir profilin er ya da geç onun rekabet içgüdülerini tetiklemesi kaçınılmazdı. Asıl soru sadece şu olmuştu: Patlama ne zaman yaşanacaktı?
Sosyal medyada yaşananlar dışarıdan bakıldığında eğlenceli bir gösteri gibi görünebilir. Ancak bu gösterinin ardındaki gerçeklik çok daha kaygı verici: Trump-Musk ilişkisi, Amerikan oligarşisinin yeni bir evresini temsil ediyor. Önceden şirket lobiciliği, milyarderlerin seçim kampanyalarına bağışları ve politikacıların iş dünyasına yönelik örtülü sadakati konuşulurdu. Şimdi ise, kapitalistlerin siyasal sistemi apaçık şekilde ele geçirdiği bir dönemle karşı karşıyayız. Kamuyla özel sektör arasındaki “dönen kapı” ilişkisi artık nostaljik bir ayrıntı gibi kalıyor; çünkü artık o kapı yerle bir olmuş durumda.
İster anlaşsınlar ister kavga etsinler, sonuç değişmiyor: Milyonlarca Amerikalının hayatını etkileyen kararlar, toplumdan kopmuş ve yalnızca kendi çıkarlarını düşünen dar bir ultra-zengin elit zümre tarafından alınıyor. Bu arada sıradan Amerikalılar barınma krizleri, durgun maaşlar, yetersiz sağlık hizmetleri, artan borç yükü ve çöken altyapıyla baş başa bırakılmış durumda. Tüm bu yıkıcı baskılar; Trump’a karşı etkili bir muhalefetin olmayışı, zenginlerin iktidarına karşı gelişen duyarsızlık ve kültürel kutuplaşmanın derinleşmesiyle birleşince, seçmeni sessizliğe mahkûm ediyor. Trump ve Musk’ın halktan gelecek bir tepki konusunda en ufak bir endişesi yok. Artık birbirlerinden başka düşmanları kalmadı.
Trump ile Musk arasındaki bu çarpıcı çözülme anı, Amerikan kapitalizminin geldiği noktayı çıplak biçimde gözler önüne seriyor. Kapitalist sistem öylesine bireysel milyarderlerin insafına terk edilmiş durumda ki, bu gerçek artık saklanmaya bile gerek duyulmuyor. Maskeler çoktan düştü.
Kaynak: jacobin.com