Kürt Diaspora Konfederasyonu'nun BM Başvurusu: Siyasi Stratejiler ve Hukuki Engeller

Kürt Diaspora Konfederasyonu’nun BM Başvurusu: Siyasi Stratejiler ve Hukuki Engeller

Kürt Diaspora Konfederasyonu'nun Birleşmiş Milletler'e yaptığı başvuru, Lozan Antlaşması'nın 100. yılına denk gelerek uluslararası platformda Kürt meselesini yeniden gündeme taşıma amacını güdüyor; ancak hukuki engeller ve uluslararası siyasetin karmaşıklığı, Kürtler için amaçlarına ulaşma ihtimalini zorlaştırıyor
Eylül 2, 2024
konu yorum

Birleşmiş Milletler’in Kürt Diaspora Konfederasyonu’nun Lozan Antlaşması’na ilişkin başvurusunu kabul etmesi, uluslararası hukuk ve siyaset açısından dikkatle incelenmesi gereken bir gelişmedir. Başvurunun temel iddiaları, Kürt halkının “kendi kaderini tayin etme” hakkının hayata geçirilmediği ve bu hakkın Lozan Antlaşması çerçevesinde ihlal edildiği yönündedir. Ancak bu başvuru, hem uluslararası hukukun dinamikleri hem de devletler arası siyasetin gerçekleri dikkate alındığında, ne kadar gerçekçi bir sonuç doğurabilir? İşte bu başvurunun arka planına ve olası sonuçlarına dair bir değerlendirme.

Birleşmiş Milletler Kürt Başvurusu: Hukuki Açıdan Başarıya Ulaşma İhtimali Neden Zayıf?

Kürt Diaspora Konfederasyonu’nun Birleşmiş Milletler’e yaptığı başvuru, ’nın iptali ve Kürt halkının kendi kaderini tayin etme hakkının tanınması taleplerini içermektedir. Ancak bu talepler, hukuki açıdan değerlendirildiğinde pek çok engelle karşı karşıyadır. Uluslararası hukukun temel ilkeleri, devletlerin egemenlik hakları ve antlaşmaların değiştirilemezliği gibi unsurlar, bu başvurunun başarıya ulaşma ihtimalini oldukça zorlaştırmaktadır. İşte bu başvurunun hukuki açıdan neden zayıf bir zeminde olduğunu analiz eden değerlendirmemiz.

1. Uluslararası Hukukun Egemenlik İlkesine Dayanması

Uluslararası hukukun temel ilkelerinden biri, devletlerin egemenlik haklarının korunmasıdır. Birleşmiş Milletler Şartı, devletlerin iç işlerine müdahale edilmemesi ve egemenlik haklarına saygı gösterilmesini açıkça belirtir. Kürt halkının Lozan Antlaşması’na dayandırdığı kendi kaderini tayin etme hakkı, Türkiye’nin egemenlik hakları ile doğrudan çelişmektedir. Türkiye, Lozan Antlaşması çerçevesinde belirlenmiş olan sınırlarını ve vatandaşlık düzenini koruma hakkına sahiptir ve uluslararası hukuk, bu egemenlik haklarının ihlaline yol açacak bir kararı kolayca veremez.

Kendi kaderini tayin hakkı, uluslararası hukukta daha çok sömürge yönetimleri altında yaşayan halklar için tanınan bir haktır. Türkiye gibi bağımsız ve egemen bir devletin sınırları içinde yaşayan Kürtler için bu hakkın tanınması, devletin egemenliği ile çatışan bir durum yaratır. BM ve diğer uluslararası hukuk mekanizmaları, genellikle bu tür taleplerde devletlerin egemenlik haklarını öncelikli olarak koruma eğilimindedir. Bu nedenle, başvurunun Türkiye’nin egemenlik haklarını ihlal etme ihtimali, hukuki açıdan ciddi bir engel teşkil etmektedir.

2. Lozan Antlaşması’nın Hukuki Niteliği ve Değiştirilemezliği

Lozan Antlaşması, Türkiye Cumhuriyeti’nin sınırlarını belirleyen ve uluslararası hukukta kabul gören bir barış antlaşmasıdır. Uluslararası antlaşmalar, taraflarca imzalanan ve onaylanan metinlerdir ve genellikle bu tür anlaşmaların iptali veya değiştirilmesi, sadece tarafların rızasıyla mümkündür. Kürt Diaspora Konfederasyonu‘nun talebi, Lozan Antlaşması’nın iptalini içermektedir. Ancak bu tür bir iptal talebi, uluslararası hukukun antlaşmaların değiştirilemezliği ilkesi ile çelişmektedir.

Viyana Antlaşmalar Hukuku Sözleşmesi’ne göre, antlaşmalar taraf devletler arasında hukuki bağlayıcılığa sahip olup, sadece tarafların karşılıklı rızasıyla değiştirilebilir veya sona erdirilebilir. Lozan Antlaşması, Türkiye’nin de aralarında bulunduğu birçok devletin imzasını taşıyan ve uluslararası hukuka dayanan bir metindir. Bu nedenle, bir halkın veya bir grubun tek taraflı olarak bu antlaşmanın iptalini talep etmesi hukuken mümkün değildir. Türkiye’nin rızası olmadan böyle bir başvurunun hukuki sonuç doğurması neredeyse imkânsızdır.

3. İç Hukukun Tükenmesi ve BM’nin Yetki Sınırları

Başvurunun hukuki olarak güçsüz olmasının bir diğer nedeni, Türkiye iç hukuk yollarının tükenmiş olması ancak uluslararası hukukta nihai bir çözüm üretememiş olmalarıdır. Kürt Diaspora Konfederasyonu, iç hukuk yollarını tüketmiş ve Anayasa Mahkemesi’ne kadar başvurularını yapmış olsa da, Türkiye yargı sistemi tarafından talepleri reddedilmiştir. Birleşmiş Milletler, bu tür durumlarda genellikle devletlerin iç hukuk yollarına saygı gösterir ve iç hukuk yollarının tükenmiş olması, başvurunun başarıya ulaşacağı anlamına gelmez.

Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Komitesi gibi uluslararası hukuk organları, devletlerin iç hukuk sistemlerini göz önünde bulundurarak karar verirler. BM’nin yetki sınırları ise devletlerin egemenlik haklarını ihlal etmeden tavsiye kararları almakla sınırlıdır. BM, Türkiye gibi egemen bir devlete karşı bağlayıcı kararlar almak konusunda oldukça kısıtlıdır ve genellikle iç hukuk yollarının etkin kullanılması gerektiğini vurgular. Bu durum, başvurunun hukuki açıdan başarıya ulaşma ihtimalini daha da zorlaştırmaktadır.

4. Türkiye’nin Üniter Yapısı ve Anayasal Düzen

Kürt halkının kendi kaderini tayin etme talebi, Türkiye Cumhuriyeti’nin üniter yapısıyla doğrudan çelişmektedir. Türkiye Anayasası, tüm vatandaşların “Türk” sayılması gerektiğini açıkça belirtmektedir. Bu anayasal düzen, Kürt halkının ayrı bir ulusal kimlik talep etmesini anayasal olarak engellemektedir. Türkiye’nin iç hukukunda bu düzenlemelerin varlığı, başvurunun uluslararası hukukta kabul edilmesini zorlaştıran bir diğer etkendir.

Anayasa’nın 66. maddesi, Türkiye vatandaşlarının Türk sayılmasını hükme bağlamıştır. Bu durum, Kürtlerin taleplerini ulusal hukuk çerçevesinde zorlaştırmaktadır. Uluslararası hukuk, genellikle devletlerin iç hukuk düzenlemelerine saygı gösterir ve bu nedenle BM gibi uluslararası organlar, Türkiye’nin anayasal düzenine müdahale etmek konusunda çekimser kalacaktır.

5. BM Kararlarının Bağlayıcılığı ve Siyasi Gerçekler

Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Komitesi’nin vereceği kararlar bağlayıcı değildir. BM’nin hukuki kararlarının çoğu tavsiye niteliğinde olup, devletler üzerinde doğrudan bir zorlayıcı güç oluşturmaz. Türkiye, BM’den gelecek olumsuz bir karara karşı bu kararı uygulamama hakkına sahiptir ve uluslararası hukuk açısından bu duruma itiraz edilemez. Dolayısıyla, başvurunun hukuki bir kazanım elde etmesi durumunda bile, bu kararın Türkiye tarafından uygulanması hukuki bir zorunluluk olmayacaktır.

Ayrıca, Kürt meselesi uluslararası siyasetin karmaşık bir parçasıdır. BM’de veto yetkisine sahip ülkelerden birinin olası bir karar aleyhine oy kullanması da başvurunun hukuki açıdan sonuçsuz kalmasına yol açabilir. Uluslararası siyasetin gerçekleri, BM’nin bu tür hassas konularda karar vermesini daha da zorlaştırmaktadır.

Hukuki Başarı İhtimali Neden Zayıf?

Kürt Diaspora Konfederasyonu’nun Lozan Antlaşması’na ilişkin yaptığı başvuru, uluslararası hukukun temel ilkeleri ve devletlerin egemenlik hakları dikkate alındığında oldukça zayıf bir zemine dayanmaktadır. BM’nin bu başvuruyu kabul etmesi sembolik bir anlam taşısa da, pratikte hukuki bir kazanım elde edilmesi oldukça zor görünmektedir. Antlaşmaların değiştirilemezliği, devletlerin egemenlik hakları ve BM’nin yetki sınırları gibi unsurlar, bu başvurunun hukuki olarak başarıya ulaşma ihtimalini büyük ölçüde azaltmaktadır.

Kürt Diaspora Konfederasyonu’nun Birleşmiş Milletler’e yaptığı başvuru, sadece hukuki bir talep değil, aynı zamanda derin siyasi amaçlar taşıyan bir hamle olarak da değerlendirilebilir. Bu tür başvurular, genellikle uluslararası platformda dikkat çekmek, siyasi etki yaratmak ve ulusal ya da bölgesel meseleleri yeniden gündeme taşımak amacıyla yapılır. Başvurunun zamanlaması ve içeriği de bu siyasi hedeflerle örtüşmektedir. Kürtlerin siyasi amaçları, bu başvuruyu neden ve şimdi yaptıklarını anlamada kritik öneme sahiptir.

1. Uluslararası Tanınırlık ve Destek Arayışı

Kürtler uzun süredir kendi kaderlerini tayin etme hakkı ve özerklik talepleri ile uluslararası arenada dikkat çekmeye çalışıyorlar. Bu başvuru, Birleşmiş Milletler gibi küresel bir platformda Kürt meselesini gündeme getirerek uluslararası tanınırlık ve destek arayışının bir parçası olabilir. Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Komitesi’ne başvurunun kabul edilmesi, Kürtlerin dünya kamuoyunun dikkatini çekme çabalarının bir yansımasıdır. Başvurunun hukuki bir sonuç doğurmasından çok, siyasi ve diplomatik bir kazanım elde etme amacı taşıdığı söylenebilir.

Kürt meselesi, Orta Doğu’nun çeşitli ülkelerinde (özellikle Türkiye, Irak, Suriye ve İran) farklı şekillerde varlığını sürdürmektedir. Kürtler, bu ülkelerde genellikle baskı altında ve haklarının ihlal edildiği iddiasıyla uluslararası toplumun dikkatini çekmeye çalışıyor. Bu başvuru, Kürt hareketinin uluslararası kamuoyunda sesini duyurmak ve Kürtlerin taleplerini daha geniş bir platformda tartışmaya açmak için bir fırsat olarak değerlendirilebilir.

2. Lozan Antlaşması’nın 100. Yılında Tarihi Bir İddia

Başvurunun zamanlaması, Lozan Antlaşması’nın 100. yılına denk gelmesi açısından da manidardır. Lozan Antlaşması, Türkiye Cumhuriyeti’nin sınırlarını belirleyen ve Kürtlerin statüsünü de etkileyen önemli bir antlaşmadır. Kürtler, bu antlaşmanın kendilerini uluslararası hukukun tanıdığı haklardan mahrum bıraktığını iddia ediyorlar. 100. yıl dönümünde bu başvuruyu yaparak, Kürtler Lozan Antlaşması’nın tartışmaya açılmasını ve kendi taleplerinin yeniden değerlendirilmesini hedefliyor olabilir.

Bu başvurunun tarihi bir bağlamda yapılması, Kürt siyasi hareketinin uzun vadeli stratejisinin bir parçası olarak da görülebilir. Tarihi olaylar, genellikle siyasi kampanyalar ve talepler için birer fırsat yaratır. Lozan Antlaşması’nın 100. yılı, Kürtler için hem sembolik hem de stratejik bir fırsat sunmuş olabilir. Bu sayede, Kürt hareketi tarihsel bir haksızlığın düzeltilmesi gerektiğini savunarak uluslararası arenada yeniden bir tartışma başlatma amacı güdüyor olabilir.

3. Türkiye’nin İç ve Dış Politikadaki Zorlukları

Başvurunun zamanlaması aynı zamanda Türkiye’nin iç ve dış politikadaki zorlukları ile de bağlantılı olabilir. Türkiye, son yıllarda çeşitli iç siyasi gerilimler ve dış politikada zorluklarla karşı karşıya kalmıştır. Ekonomik krizler, seçim süreçleri ve Orta Doğu’daki çatışmalar, Türkiye’nin iç siyasetinde belirleyici olmuştur. Kürtler, Türkiye’nin bu zayıf anında taleplerini daha güçlü bir şekilde dile getirerek bir kazanım elde etme stratejisi güdüyor olabilirler.

Ayrıca, Türkiye’nin dış politikada NATO ve Batı ile ilişkileri, özellikle İsveç ve Finlandiya’nın NATO üyelik süreçlerinde Kürt sorununa dair tartışmalar da gündeme gelmiştir. Türkiye, bu süreçlerde PKK ve Kürt gruplarına yönelik hassasiyetini defalarca dile getirmiştir. Kürt siyasi hareketi, bu durumu kullanarak uluslararası arenada Kürt meselesine dair daha fazla dikkat çekmek isteyebilir.

4. Kürt Diasporasının Siyasi Stratejileri

Başvuruyu yapan Kürt Diaspora Konfederasyonu, Kürtlerin yurtdışındaki örgütlü yapısının bir temsilcisi olarak hareket ediyor. Diasporadaki Kürtler, özellikle Avrupa ve Amerika gibi ülkelerde aktif bir siyasi lobi faaliyetleri yürütmektedir. Bu başvuru, diaspora Kürtlerinin uluslararası platformlarda seslerini daha güçlü bir şekilde duyurma çabasının bir parçası olarak görülebilir. Diaspora Kürtleri, kendi ülkelerindeki Kürtler için uluslararası desteği artırmak ve Kürt meselesini küresel bir sorun olarak sunma stratejisi güdüyor olabilirler.

Diaspora grupları genellikle kendi ülkelerindeki siyasi baskılardan daha özgür bir ortamda faaliyet gösterme imkânına sahiptirler. Bu nedenle, diaspora Kürtleri uluslararası hukuki ve siyasi mekanizmaları kullanarak Kürt meselesine dair taleplerini dile getirebilmektedir. Bu başvuru da diaspora Kürtlerinin bu stratejilerinin bir uzantısı olarak değerlendirilmelidir.

5. İç Politikada Kürt Meselesinin Yeniden Gündeme Gelmesi

Kürt meselesi, Türkiye’nin iç siyasetinde uzun yıllardır tartışmalı bir konu olmuştur. Ancak son yıllarda bu mesele, siyasi partiler ve kamuoyu nezdinde daha geri planda kalmıştır. Bu başvuru, Kürt meselesinin yeniden Türkiye’nin gündemine gelmesini ve iç politikada tartışılmasını hedefliyor olabilir. Kürt siyasi hareketi, bu başvuruyu kullanarak Kürtlerin taleplerinin göz ardı edilmemesi gerektiğini ve Türkiye’nin bu sorunu çözmek için daha kapsamlı adımlar atması gerektiğini vurgulamak isteyebilir.

Kürt meselesi, Türkiye’nin çözülmemiş en büyük siyasi sorunlarından biridir ve bu başvuru, iç politikada bu sorunun yeniden ele alınmasını sağlama amacı güdüyor olabilir. Kürtler, Türkiye’deki mevcut siyasi iklimi değerlendirerek kendi taleplerini daha görünür kılmak isteyebilirler.

Neden Şimdi ve Neden Bu Başvuru?

Kürt Diaspora Konfederasyonu’nun Birleşmiş Milletler’e yaptığı bu başvuru, uluslararası tanınırlık arayışı, Lozan Antlaşması’nın 100. yılına dayanan sembolik bir hamle, Türkiye’nin iç ve dış politikadaki zorluklarından faydalanma isteği ve diaspora Kürtlerinin siyasi stratejileri ile bağlantılı olabilir. Zamanlaması itibarıyla hem tarihsel hem de siyasi olarak anlam taşıyan bu başvuru, Kürt hareketinin uluslararası arenada daha fazla görünürlük kazanma ve Türkiye’deki Kürt meselesini yeniden gündeme taşıma çabasının bir yansımasıdır.

Kürtlerin bu başvuruyu şimdi yapması, hem iç hem de dış siyasetteki koşulları değerlendiren stratejik bir hamledir. Bu başvuru, hukuki bir zaferden çok, siyasi bir kazanım elde etme amacıyla yapılmış olabilir

Latest from Yorum

Yargıtay Başkanı Ömer Kerkez Neden “Demokratik ve özgürlükçü bir anayasaya ihtiyacımız var” dedi
Önceki Hikaye

Yargıtay Başkanı Ömer Kerkez Neden “Demokratik ve özgürlükçü bir anayasaya ihtiyacımız var” dedi

Ian McKellen: Gandalf'ın Gölgelerinden Emekli Olmak Yok!
Sonraki Hikaye

Ian McKellen: Gandalf’ın Gölgelerinden Emekli Olmak Yok!

Git

Don't Miss