Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek, nisan ayı ödemeler dengesi verilerini değerlendirirken dikkat çekici bir mesaj verdi: “Altın ve enerji hariç cari fazla 49,5 milyar dolar oldu.” Ekonomi politikalarının etkinliğini sorgulayanlar için bu rakam ilk bakışta umut verici. Ancak rakamlar kadar bu verilerin nasıl elde edildiği ve sürdürülebilir olup olmadığı da önemli.
Şimşek’in vurguladığı “altın ve enerji hariç cari fazla”, aslında Türkiye ekonomisinin çekirdek yapısının dış dünya ile kurduğu ilişkinin pozitifleştiğini söylüyor. Yani, enerji ve kıymetli madenler dışındaki dış ticaret kalemlerinde ülke döviz kazanmaya başlamış. Bu, uzun süredir görmediğimiz bir tablo. Ancak burada bir “ama” gerekiyor. Zira Türkiye hâlâ enerji bağımlısı bir ekonomi ve bu dışa bağımlılık devam ettikçe genel cari denge üzerinde kırılganlık sürer.
Şimşek’in dikkat çektiği bir başka unsur da hizmet ihracatındaki güçlü performans. Bu kalem, özellikle turizm gelirlerinin rekor seviyeye ulaşmasıyla öne çıkıyor. Ancak mal ihracatı aynı oranda gelişmediği için döviz gelirleri hizmet sektörüne dayalı bir yapıya kayıyor. Turizme bağımlı bir cari fazla, olası bir jeopolitik krizde kolayca buharlaşabilir. Sürdürülebilirlik açısından bu büyük bir risk.
Görünen o ki hükümet, “yüksek faiz – düşük iç talep” ekseninde bir denge politikası izliyor. Bu stratejiyle ithalatın sınırlanması, kredi genişlemesinin frenlenmesi ve iç tüketimin baskılanması amaçlanıyor. Nitekim bu strateji sayesinde döviz talebi azalıyor, Cari Açık daralıyor. Ancak bu modelin bedeli, halkın harcama gücündeki dramatik düşüş olarak karşımıza çıkıyor.
Bakan Şimşek’in “sürdürülebilir cari denge” vurgusu teknik olarak yerinde. Ancak bu söylemin kalıcı olabilmesi için imalat sanayinin dönüşmesi, teknoloji yatırımlarının artması ve yüksek katma değerli üretime geçilmesi gerekiyor. Bugün elde edilen fazla, yapısal bir üretim artışından çok politik sıkılaşmanın kısa vadeli sonuçlarına dayanıyor.
Kabul edelim ki cari açıkta yaşanan gerileme, ekonomi yönetiminin piyasayla uyumlu adımlar attığını gösteriyor. Ancak bu tabloyu gerçek bir başarı hikayesine dönüştürebilmek, yalnızca makro verilerle değil, sosyal refahı artıracak mikro politikalarla mümkün. Enflasyon, işsizlik ve gelir dağılımı gibi alanlarda kalıcı iyileşme olmadan, fazla veren bir ekonomi bile geniş kitlelerin refahını garanti edemez.
Şimşek’in açıklamaları, “doğru yoldayız” diyor. Ama bu yolun gerçekten doğru olup olmadığını, rakamların arkasındaki hikâyeyi anlamadan karar veremeyiz.