Neşet Ertaş'ın Türküleriyle Verdiği Evrensel İnsan Hakları Mesajları (II)

Neşet Ertaş’ın Türküleriyle Verdiği Evrensel İnsan Hakları Mesajları (II)

Kasım 26, 2024
konu yorum

Neşet Ertaş’ın “” Türküsünde Adalet, Vicdan ve İnsan Hakları 

Neşet Ertaş’ın “Ruhum Ben” türküsü, insan varoluşunu derin bir ilahi bakış açısıyla ele alırken, insana, doğaya ve hayata dair ahlaki ve felsefi mesajlarla doludur. Türkü, bir ruhun bir bedene girmesiyle başlayan ve kişinin kendi kimliğini ve değerlerini anlama yolculuğunun hikâyesini anlatır. Ertaş, insan ruhunu ilahi bir kaynaktan gelen kutsal bir varlık olarak tasvir eder ve bu tasvir, nın temellerine yönelik güçlü bir çağrıdır. Eserin ilk satırlarından biri olan “Hakk’ın var ettiği cansız ruhum ben / Hakk’ın emriyle girdim bir cana” sözleri, insan varoluşunun ilahi bir kaynaktan geldiğini ifade eder. Burada insan ruhunun kutsallığı vurgulanır. , bize her bireyin biyolojik bir varlık olmanın ötesinde, ilahi bir anlam taşıyan bir ruh olduğunu hatırlatır. İnsan haklarının altında yatan en önemli ilke, her bireyin eşit ve vazgeçilmez bir değere sahip olmasıdır. Ertaş’ın deyimiyle, insanlar yalnızca fiziksel varlıklar değil, aynı zamanda yaratıcı bir iradenin yansımaları olarak, her biri eşit değere sahip bireyler olarak dünyaya gelirler.  

Ertaş’ın türkülerinde doğum sadece fiziksel bir olay değil, aynı zamanda bir insan hakları yolculuğunun başlangıcıdır. “Şu beni rahminden yoğuran ana” ifadesi, annenin yaşamdaki ilk öğretmen ve rehber rolünü vurgular. Anneler, sadece biyolojik olarak değil, haklar ve değerler açısından da bireylerin varoluşunun ilk adımlarında önemli bir eğitici rol oynar. Annenin sevgisi ve şefkati, insan varoluşunun temelinde adalet, eşitlik ve insan onuru gibi kavramların öğrenildiği bir okul işlevi görür. Ertaş’ın “Rahminden ben anama uyarak / Onun duyduğunu ben de duyarak”  dizeleri, bireyin sosyal bir varlık olarak şekillendiği süreci anlatır. İnsan, çevresindekilerle etkileşime girerek duygularını anlamaya ve paylaşmaya başlar, onlarla duygusal bağlar kurar. Bu duygu ve sevgiyi merkeze alan bir anlayış, toplumsal barış ve huzurun temelini oluşturur. İnsan hakları bağlamında duygusal bağ kurmak, haksızlıklara ve zulümlere duyarsız kalmamak anlamına geliyor. Neşet Ertaş, sevgi ve duygusal bağın toplumsal düzenin yapı taşları olduğunu, ancak bu değerlerle beslenen bir toplumun adil ve barışçıl olabileceğini anlatıyor. 

“İncittim bir canı dedi suçu ne / O anda şu bana bağıran ana” sözleri, bir kişinin bir başkasına zarar verdiğinde yaşadığı kişisel hesaplaşmayı konu edinir. İnsan hata yapan bir varlıktır; ancak hatalarını fark edip düzeltme kapasitesine de sahiptir. Bu, adaletin temelini oluşturan bir anlayışı yansıtır: Adalet yalnızca ceza değil, aynı zamanda merhamet ve affetmedir, vicdanıyla yüzleşme sürecidir. Ertaş’ın sözleri, adaletin sağlanmasında kişinin özüne dönmesinin ve vicdanıyla yüzleşmesinin kritik rolüne işaret eder. Adalet ve merhametin bir arada bulunması gerektiğini vurgulayan bu öğreti, insan hakları açısından derin bir anlam taşır. “Suçlu ruhtur canım suçu yok dedi” sözü, bir eylemin kökenindeki niyet ve bilinçle yüzleşmenin gerekliliğini dile getirir. İnsan hakları bağlamında, suç ve ceza süreçlerinde adalet ve merhametin bir arada bulunması gerektiği anlatılır. Ertaş, bir insanın özüne dönmesinin ve vicdanıyla yüzleşmesinin adaleti sağlamada hayati bir adım olduğunu savunuyor. Bu, bir bireyin eylemlerinin ve kararlarının ardındaki niyeti sorgulaması gerektiği anlamına gelir ve bunun sonucunda toplumsal adalet daha sağlıklı bir şekilde işleyecektir. 

Neşet Ertaş, toplumsal barış, adalet ve eşitlik için ruhsal ve ahlaki gelişimin ne kadar önemli olduğunu vurgular. İnsanların kendilerini ve başkalarını tanıdıkları, vicdanlarıyla hesaplaştıkları ve empati kurdukları bir dünyada, haklarını savunarak daha adil ve huzurlu bir hayat yaşayabilirler. Ertaş’ın bu türküsü, insan haklarının sadece yasal bir gereklilik olmadığını, yaşam anlayışı ve bireyin içsel yolculuğuyla şekillenen bir değerler sistemi olduğunu gösterir. Türkü, anneyi bir insanın varlığını ve değerlerini tanımada ilk öğretmen olarak konumlandırır. “O zaman kendimi bildir bana / Ben nasıl kıyarım hak olan cana” dizelerinde, annenin rehberliğinin ve sevgisinin bireye nasıl hak ve vicdan duygusu kazandırdığı anlatılır. Burada anne sadece fiziksel bir koruyucu değil, aynı zamanda kişinin kişisel pusulasını ve ahlaki yönünü şekillendiren ilk öğretmendir. 

Anne figürünün bu merkezi rolü, insan haklarının toplumda kalıcı olabilmesi için ailede başlayan bir farkındalık sürecini gösterir. İnsan hakları sadece yasalarla değil, aynı zamanda ilk öğretmenlerin en yakın olduğu aile ortamında da öğrenilmelidir. Sevgi, şefkat ve hakların farkındalığı, bir bireyin kişiliğinin temellerini oluşturur ve bu temeller, onların dünyada haklarını savunabilecek kapasiteye sahip bireyler olarak büyümelerini sağlar. “Kendini bildin sen işte yol dedin / Git garibim can yoldaşını bul dedin”  dizelerinde, bir kişinin kendi gerçeğini bulmasının, yani kendi kimliğini, değerini ve haklarını anlamasının önemine değinilir. İnsan hakları açısından, bu, bir bireyin önce kendi haklarını tanıması ve sonra bu hakları başkalarının haklarıyla uyum içinde yaşaması biçiminde anlam bulur. Kendi değerini bilen bir kişi, başkalarına zarar vermemeye ve eşitlik ve adalete dayalı bir hayat yaşamaya çabalar. Bu anlayış, toplumsal barış ve huzur için gereklidir. 

Türkünün her bir dizesinde insanın sadece kendisiyle değil, diğer canlılarla ve doğayla olan ilişkisine dair derin mesajlar yer almaktadır. “Aslı toprak bütün canlar hak dedi” ifadesi, tüm canlıların aynı kaynaktan geldiği ve birbirine bağlı olduğu fikrini işler. Bu, doğanın korunması gerektiği ve tüm canlıların yaşam hakkının insan hakları bağlamında savunulması gerektiği mesajını içerir. Neşet Ertaş, insanın sadece kendi haklarını değil, doğadaki diğer canlıların haklarını da gözetmesi gerektiğini hatırlatır. Bu anlayış, insanın sadece insana karşı değil, tüm canlılara karşı da bir sorumluluğu olduğunu ortaya koyar. 

“Ruhum Ben” türküsü, insan olmanın derin anlamını keşfetmeye bir davettir. Ertaş, bireyi kendi ruhunu ve değerlerini tanımaya ve sevgi ve adaletle harmanlanmış bir hayat yaşamaya çağırır. İnsan hakları, bireyin doğuştan sahip olduğu hakları tanımasını ve bu hakları korurken başkalarına karşı sorumlu olmasını gerektirir. Ertaş’ın dizeleri, haklarını savunmanın sadece yasal bir zorunluluk değil, aynı zamanda vicdanlı bir yaşam biçimi olduğunu hatırlatıyor. Sevgiyle başlayan bir yaşam, adaletle devam ediyor ve insanı hem kendine hem de dünyaya karşı daha duyarlı kılıyor. İnsan sadece kendine karşı değil, etrafındaki her canlıya karşı da sorumludur ve bu sorumluluk toplumların daha adil ve barışçıl olması için temeldir. Ertaş’ın “Ruhum Ben” türküsü, insan haklarının sevgi, vicdan ve sorumlulukla şekillenen bir yaşam felsefesi olduğunu ortaya koyuyor.  

Neşet Ertaş’ın ‘’ Eserinde İnsan Hakları Eleştirisi 

Neşet Ertaş’ın “Çıkar mı Çıkar” türküsü, insan değerlerini tehdit eden unsurlara karşı derin bir eleştiri sunmaktadır. Eser, cehalet, sevgisizlik ve kötü niyet gibi karanlık unsurların bireysel ve toplumsal düzeyde yaşanan insan hakları ihlallerinin altında yatan etkenler olduğunu ortaya koymaktadır. Ertaş, halk müziği geleneğini derin bir eleştiri aracına dönüştürürken, insanların hakikat ve adaletle buluşmasını engelleyen bu karanlık güçlerin toplumsal yapı üzerindeki yıkıcı etkilerini çarpıcı bir dille irdelemektedir. “İlimsizlik, bilgisizlik yüzünden / Cehalet hortlayıp çıkar mı çıkar”, sözleri, cehaletin insan toplumlarının gelişimi üzerindeki felaketine işaret etmektedir. Cehalet, insanların hem kendilerini hem de başkalarını anlamasını engeller ve toplumda adalet ve eşitliğin yerleşmesini engeller. İnsan hakları bağlamında cehalet, bireylerin kendi haklarını savunmasını zorlaştırırken toplumsal direnci de zayıflatır. İnsanlar haklarını bilmedikleri ve bu hakların önemini kavramadıkları sürece eşitlik ve adalet gibi evrensel ilkeler tehdit altındadır. Ertaş burada cehaleti bireysel bir eksiklikten ziyade toplumun kalbini kemiren ve her alanda yıkıma yol açan bir hastalık olarak tanımlıyor. “Cehalete dur dur denilmezse / Hakk’ın binasını yıkar mı yıkar”  dizelerinde cehaletin bireysel bir tehdit olmaktan çıkıp toplumsal bir tehdit haline gelerek insan haklarını ve toplumsal düzeni nasıl yok edebileceğini vurguluyor. 

“Sevgisizlik, saygısızlık yüzünden / İnsan insanlıktan bıkar mı bıkar” dizeleri, sevgisizlik ve saygısızlığın insan doğasına aykırı olduğunu ifade etmekte ve bu iki olgunun insan hakları açısından ne kadar hayati öneme sahip olduğunu ortaya koymaktadır. İnsan haklarının temelinde sevgi, saygı ve eşitlik ilkeleri yer almaktadır. Sevgisizlik ve saygısızlık toplumlarda ayrımcılığı, nefreti ve çatışmayı körükler, hak ihlallerinin normalleşmesine ve yaygınlaşmasına yol açar. Bu durum sadece bireylerin değil, tüm toplumların varoluş temellerini tehdit eden bir durumdur. Bir toplum saygı ve sevgiden yoksun kaldığında toplumsal yapıyı ve dayanışmayı zayıflatan, adalet ve eşitliğin yerleşmesini engelleyen bir atmosfer oluşur. Sevgisiz olanın olmaz hayatı / Fesatlık üretmek olur gayesi” dizeleri ise sevginin bireysel ve toplumsal yaşamın temel taşı olduğunu vurgulamaktadır. Sevgi, insan hakları anlayışında bir toplumun barışı, eşitliği ve adaleti sağlaması için vazgeçilmez bir değerdir. Sevgi, insanların birbirlerine saygı duymasını, başkalarının haklarına saygı göstermesini ve birlikte yaşamanın temel kurallarına uymasını sağlar. Sevginin yokluğu bireyleri bencil ve kararsız yapabilir. Bu tür insanlar sadece kendi çıkarlarını gözetirler. Bu da toplumsal huzursuzluğa ve adaletsizliğe yol açar. İnsan hakları sadece bireylerin kendi haklarını savunmasıyla ilgili değildir, aynı zamanda başkalarının haklarına saygı duymakla da ilgilidir. Sevginin olmadığı bir toplumda haklar sürekli ihlal edilir ve adaletin temelleri çöker.   

Türkünün bir diğer temel eleştiri ise yalan ve fesatlıktır. “Şeytan dedikleri yalandır yalan / Şeytan olur yalanla birlik olan” dizeleri, kötülüğün kaynağının dışsal bir güç değil, kişinin kendi içindeki yalan ve fesatlık olduğunu anlatır. Neşet Ertaş, burada bireylerin gerçeklikten uzaklaşmasının toplumu felakete sürüklediğini vurgular. İnsan hakları çerçevesinde, bilgi ve gerçeğin manipüle edilmesinin toplumsal barışı nasıl zedelediğine dair güçlü bir mesajdır. Yalanlar ve fesatlık, bireylerin gerçeği görmesini engeller, böylece adaletsizliklerin, ayrımcılığın ve ayrışmanın ortaya çıkmasına neden olur. Bu, insan hakları ihlallerinin yaygınlaşmasına ve meşrulaştırılmasına zemin hazırlar. Ertaş, kötülüğe karşı kayıtsız kalmanın da bir suç olduğunu, “Geride seyrine çıkar mı çıkar” diyerek belirtir. Toplumdaki hak ihlalleri, yalanlar ve fesatlıklar karşısında sessiz kalmak, dolaylı olarak bu kötülüklere katkıda bulunmak anlamına gelir. İnsan haklarının korunması için doğruluk, dürüstlük ve adalet gibi temel ilkelere dayalı ahlaki bir duruş sergilenmesi gerektiği anlatılır. Bu sözlerdeki çağrı, bireyleri ve toplumu hakikatle yüzleşmeye, yalana ve yolsuzluğa karşı durmaya çağırmaktadır. 

Neşet Ertaş, eğitimin cehalete karşı en güçlü panzehir olduğunu anlatıyor. İnsan haklarının korunup yaygınlaşması için bireylerin eğitimli, bilinçli ve haklarını savunan bireyler olarak yetişmeleri gerekiyor “Şeytan koltuğuna girer de yeller / Acımaz canları yakar mı yakar” dizeleri, kötü niyetli liderlerin ve manipülatörlerin cehalet ve bilgisizlik ortamında ne kadar tehlikeli hale gelebileceğini gösteriyor. Bu durum hem bireysel hem de toplumsal düzeyde insan haklarının zayıflamasına yol açıyor. Eğitim eksikliği, toplumda hak ihlallerinin ve adaletsizliğin yaygınlaşmasının uygun zeminini hazırlıyor. Türkünün sonlarına doğru yer alan “Cehalete dur dur denilmezse / Hakk’ın binasını yıkar mı yıkar” dizeleri bu tehdidi çok daha açık bir şekilde ortaya koyuyor. Ertaş, cehaletin toplumsal düzeni, adaleti ve hakların korunmasını tehdit ettiği konusunda güçlü bir uyarıda bulunuyor. Bu dizeler, eğitimin ve farkındalığın insan hakları için ne kadar kritik olduğunu vurguluyor. Cehalet toplumsal barışı bozabilir ve bireylerin haklarını savunma kapasitelerini ortadan kaldırabilir. Ertaş’ın bu dizeleri insanları edilgen kalmamaya, cehalete ve yolsuzluğa karşı mücadele etmeye çağırıyor. “Çıkar mı Çıkar” türküsü sadece toplumsal bir eleştiri değil, aynı zamanda bilinç yükseltme çağrısıdır. Türkü, bireylerin kendilerine ve topluma karşı sorumluluk taşımaları gerektiğini hatırlatıyor ve insan haklarının ancak bu bilinçle yaşayabileceğini gösteriyor.  

 Sonuç: ‘Benim Yurdum’ Albümünden İnsanlık Dersi 

Neşet Ertaş’ın “Benim Yurdum” albümünden seçtiğimiz türküler, insan hakları, sevgi, saygı, bilgi ve adaletin temellerini atarken, cehalet, sevgisizlik, kötülük gibi olgulara da derin bir eleştiri getiriyor. Ertaş, bu eserlerinde insanın kendi içindeki hakikatle barışması ve başkalarına da aynı adalet ve sevgiyle yaklaşması gerektiğini hatırlatıyor. Bu açıdan bakıldığında , insan hakları mücadelesinde sevginin, empatinin, bilginin ve vicdanın ne kadar önemli olduğunu öğretiyor. Türkülerde bilginin ve sevginin, cehalet ve kötülük gibi karanlık unsurların panzehri olduğu yönünde güçlü bir mesaj veriyor. “Çıkar mı Çıkar” türküsünde cehaletin toplumları nasıl yozlaştırdığını, “Ruhum Ben” eserinde ise insanın doğadaki tüm canlılarla arasındaki bağın ve evrensel haklarının önemini hatırlatıyor. Ertaş’ın sözleri bize sadece bireylerin kendi haklarını savunduğunu değil, aynı zamanda toplumsal ve evrensel haklardan sorumlu olduklarını da anlatır. Bu bağlamda “Aslı toprak, bütün canlar Hak dedi” ifadesi, insanların etrafındaki diğer canlılarla olan ilişkilerini insan hakları ve doğaya karşı sorumlulukla şekillendirir. 

Ertaş’ın “Benim Yurdum”  albümü, vatanın ancak haklara saygılı bireyler ve sevgi dolu bir toplumla inşa edilebileceğini anlatan derin bir insanlık dersidir. Vatan sadece bir toprak parçası değildir, aynı zamanda içerdiği değerlerle anlam kazanır. Neşet Ertaş, bu eserleriyle, sadece bireysel hakları değil, toplumsal bütünlüğü ve evrensel değerleri de öğreterek, kendini ve başkalarını tanımanın, içinde yaşanılan dünyayı daha adil ve sevgi dolu hale getirmenin önemini vurgular. Ertaş’ın çağrısı, insanlara kendilerini tanımaları ve sevmeleri gerektiğini hatırlatarak, bu farkındalığın toplumsal barış ve adaletin temeli olduğunu ortaya koyar. İnsan hakları sadece yasal bir çerçevede değil, sevgi, saygı ve bilgiyle içselleştirilmiş bir anlayışla da korunabilir. Albümden seçtiğim türküler bu değerlerin somut olarak yaşandığı bir toplum inşa etmek için her bireyin sorumluluk taşıması gerektiğini vurgular. Bu türküler aynı zamanda birer nasihat niteliğindedir: “Kendini bilmek ve sevmek, her şeyin başlangıcıdır.” 

Latest from Muhammed Işık

Yeni Zelanda’da 30’dan Fazla Pilot Balina Kurtarıldı
Önceki Hikaye

Yeni Zelanda’da 30’dan Fazla Pilot Balina Kurtarıldı

26 Kasım Piyasa Analizi: Borsa, Döviz, Altın ve Bitcoin'de Kritik Seviyeler
Sonraki Hikaye

26 Kasım Piyasa Analizi: Borsa, Döviz, Altın ve Bitcoin’de Kritik Seviyeler

Git

Don't Miss