Beyaz Saray’da yapılan bir basın toplantısı, bazen ciltlerce yazılmış diplomasi raporundan daha fazla şey anlatır. Donald Trump’ın Netanyahu’yla yaptığı ortak basın açıklamasında sarf ettiği “Erdoğan’ı seviyorum. O da beni seviyor… İki bin senedir kimsenin yapmadığını yaptı, Suriye’yi aldı” sözleri, sadece kişisel bir övgü değil; Türkiye’nin artık bölge oyununda inkâr edilemeyecek bir aktör olduğunu açıkça ortaya koyuyor.
Bu sözlerin yüzeyinde mizah, altta ise itiraf vardır. ABD Başkanı Trump, diplomatik hesaplarla ölçülüp biçilmiş cümlelerden uzak ama sahada yaşanan gerçekleri doğrudan dillendiren bir refleksle konuşuyor. Onun ifadesiyle, Türkiye Suriye’deki çatışmaların merkezinde artık sadece “komşu ülke” kimliğiyle değil, sahaya müdahale eden, inisiyatif alan ve sonuç belirleyen bir güç olarak algılanıyor.
Sınırın Ötesinde Kurulan Etki Alanı
Türkiye’nin Suriye’deki askeri operasyonları—Fırat Kalkanı, Zeytin Dalı, Barış Pınarı—yalnızca terör tehdidine karşı bir güvenlik refleksi değil; aynı zamanda bölgesel güç olma iddiasının somut adımlarıdır. Türkiye, yalnızca sınırlarını değil, sınır ötesindeki denklemde kendi varlığını ve çıkarlarını da güvence altına almak için doğrudan sahaya indi. İşte bu yüzden Trump’ın “Suriye’yi aldınız” sözü, teknik olarak yanlış, fakat siyasi olarak anlamlıdır.
Algının Değişimi: Türkiye Artık Görmezden Gelinmiyor
Eskiden Türkiye, Batı’nın gözünde “arabulucu”, “dengeleyici” veya en fazla “müttefik” rolündeydi. Ancak Suriye iç savaşı ile birlikte bu pozisyon evrildi. Artık Türkiye, doğrudan denklemi belirleyen, adım atmadan önce kendisine danışılması gereken bir aktör olarak görülüyor. Bu durum sadece ABD tarafından değil, Rusya, İran, İsrail ve Körfez ülkeleri tarafından da fark edildi.
Netanyahu’nun açıklamalarında bu durumun ipuçları mevcut: “Türkiye ile çatışma istemiyoruz… ABD iyi bir ara bulucu olabilir.” İsrail gibi güvenlik odaklı dış politikaya sahip bir ülkenin, Türkiye’yle doğrudan çatışmadan kaçınma iradesi, Ankara’nın caydırıcılık gücünün farkına varıldığını gösteriyor. Bu sadece askeri değil, diplomatik ve ekonomik etki alanının da genişlediğinin işareti.
Liderlik ve Algı: Erdoğan’ın Rolü
Kuşkusuz bu değişimde Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın rolü büyük. Özellikle Trump döneminde kişisel diplomasinin dış politikada etkili bir yöntem haline gelmesi, Erdoğan’ın güçlü lider imajını pekiştirdi. Ancak bu kişisel diplomasi, sadece liderler arası ilişkilere dayalı kalmamalı; Türkiye’nin bu kazanımlarını kurumsallaştırması, devlet hafızasıyla desteklemesi gerekir. Aksi halde bu güç algısı, liderlerin değişmesiyle sarsılabilir.
Türkiye bugün, artık sadece coğrafi olarak değil, siyasi ve askeri olarak da bölgesel bir ağırlık merkezidir. Suriye krizinin, enerji koridorlarının, göç dalgalarının ve güvenlik stratejilerinin ortasında duran bir ülkeden bahsediyoruz. ABD Başkanı Trump’ın ve İsrail Başbakanı Netanyahu’nun açıklamaları, Türkiye’nin bu konumunun artık sadece bölgesel değil, küresel ölçekte de fark edildiğini göstermektedir.
Kimi zaman dostça, kimi zaman rakipçe—ama asla kayıtsız kalınamayan bir Türkiye var artık.