Sürücüsüz otomobiller ve diğer otonom araçlar, trafik güvenliğini artırma ve emisyonları azaltma potansiyeliyle büyük bir fırsat sunuyor. Bu yenilikçi teknoloji, hem otomotiv sektörü hem de yolcular açısından ciddi avantajlar vadediyor. Ancak bu umut verici gelişmenin önünde hâlâ yanıt bekleyen kritik bir soru duruyor: Otonom araçlar yeterince güvenli mi?
Bu sorunun ardında yatan düzenleyici ve hukuki meseleler giderek daha önemli hale geliyor. Federal düzenleyiciler, her yıl on binlerce insanın hayatını kurtarabilecek bu yeni teknolojiyi desteklemenin –ya da en azından engellememenin– yollarını bulmak zorunda. Aynı zamanda, bu sistemlerin yol açabileceği ölümler ve yaralanmalar nedeniyle ortaya çıkabilecek tazminat riskleri, sektördeki yatırımcılar için caydırıcı bir tehdit oluşturabilir.
Bu nedenle, Kongre tarafından kurulacak bir “Mağdur Tazmin Fonu” öneriyoruz. Bu fon sayesinde otonom araç kazalarından etkilenen mağdurlar, uzun ve maliyetli dava süreçlerine gerek kalmadan tazminat alabilir. Daha önce bu tür bir sistem önerilmiş olsa da, teknolojik ilerleme ve mevcut siyasi ortam bu öneriyi her zamankinden daha anlamlı hale getiriyor.
Yeni yönetim, tam otonom araçların geliştirilmesine büyük ilgi gösteriyor. Kongre’nin bu çabalara destek verme konusunda daha istekli olabileceği bir dönemdeyiz. Ayrıca böyle bir tazminat fonu, kamuoyundaki en büyük endişelerden birini hafifletebilir: Tüketiciler, yaygın otonom araç kullanımına gerçekten güvenebilir mi?
Tam Otonom Araçların Potansiyel Faydaları
Otonom araçların sunduğu olanaklar yalnızca konforla sınırlı değil. Bu teknoloji, yapay zekânın gücünü kullanarak toplumsal yaşamın birçok alanında kayda değer faydalar sunma potansiyeline sahip. Bu faydalar arasında en öne çıkanı ise şüphesiz güvenlik.
Güvenlik
Her yıl Amerika Birleşik Devletleri’nde yaklaşık 40.000 kişi trafik kazalarında hayatını kaybediyor. Bu sayı, Vermont eyaletindeki Burlington şehrinin neredeyse nüfusuna denk geliyor. Ciddi kazaların yaklaşık %94’ü insan hatasından kaynaklanıyor. Bu oran, otomasyon sayesinde güvenlikte devrim yaratılabileceğini gösteriyor.
Otonom araçların bu konuda sunabileceği iyileştirmeler şunları içeriyor:
-
Alkol, dikkat dağınıklığı ve yorgunluk kaynaklı sürüşün ortadan kaldırılması: Yalnızca alkollü araç kullanımı, yılda 13.000’den fazla ölüme yol açıyor.
-
Trafik kurallarına ve hız sınırlarına sürekli uyum,
-
360 derece farkındalık sunan çoklu sensör sistemleri sayesinde insanlardan daha üstün nesne algılama kapasitesi,
-
İnsanlara göre çok daha hızlı tepki süresi,
-
Araçlar arası ve altyapı ile iletişim kurabilme yeteneği.
Bu unsurların birleşimiyle trafik kazalarındaki can kaybının ciddi oranda düşmesi muhtemel görünüyor. Dahası, bu güvenlik iyileştirmeleri sağlık harcamalarının azalması, sigorta primlerinin düşmesi gibi ekonomik faydalar da doğurabilir.
Ancak Her Şey Kusursuz Değil
Elbette bu tablo, otonom araçların tamamen risksiz olduğu anlamına gelmiyor. Bu sistemlerin dayandığı gelişmiş sensörler ve hesaplama teknolojileri, teknik bir arıza nedeniyle kazaya neden olabilir. Özellikle gün doğumu ve gün batımı gibi ışık koşullarının değişken olduğu durumlar, bu teknolojileri zorlayabilir. Ayrıca, otonom araçları yönlendiren algoritmaların hata içermesi ya da dışarıdan müdahaleyle (örneğin bir siber saldırıyla) bozulması ihtimali de göz ardı edilmemeli. Son olarak, insan sürücülerin araca müdahale ederek sistemi geçersiz kılması da kazalara yol açabilir.
Çevresel Etkiler
Günümüzde kara taşıtları, hem insanlar hem de çevre için ciddi bir kirlilik kaynağı oluşturuyor. Ortalama bir otomobil her yıl dört metrik tonun üzerinde karbondioksit salımı yapıyor. Otonom araçlar ise geleneksel sürücülere kıyasla çok daha verimli çalıştıkları için çevreye daha az zarar veriyor. İnsan sürücüler genellikle dur-kalk yapıyor, gereksiz yere motoru çalıştırıyor ve tutarsız hızlarda seyrediyor. Oysa otonom araçlar bu tür israfı minimize ederek daha dengeli ve tutarlı bir sürüş sunuyor.
Yapılan bazı tahminler, bu akıcı sürüş tarzı sayesinde yakıt tüketiminin %18, karbondioksit salımının ise %25 oranında azaltılabileceğini öne sürüyor. Üstelik bu sadece çevresel bir kazanım değil; daha düzenli trafik akışı, trafik sıkışıklığını da azaltarak zaman tasarrufu ve verimlilik artışı sağlıyor. Bu da hem bireysel hem de ulusal ölçekte ekonomik katkı anlamına geliyor.
Hareketlilikte Artış
Otonom araçlar, özellikle kendi başına araç kullanamayan milyonlarca Amerikalı için hareket özgürlüğü anlamına geliyor. Yaşlı bireyler ve fiziksel engelleri nedeniyle ulaşımı sınırlı olan kişiler, bu teknoloji sayesinde gündelik hayata daha aktif katılma imkânı bulabilir. Bu durum, özellikle ABD nüfusunun yaşlanmaya devam ettiği önümüzdeki yıllarda daha da kritik hâle gelecek.
Kendi aracını süremeyen pek çok kişi, aynı zamanda toplu taşıma araçlarına da kolay erişim sağlayamıyor. Bu da işe ulaşma, sağlık hizmetlerinden yararlanma gibi temel ihtiyaçların karşılanmasını zorlaştırıyor. Otonom araçlar sayesinde bu bireylerin mobilite kazanması, iş gücüne katılımlarını da artırarak önemli bir ekonomik değer yaratabilir.
Düzenleyici Belirsizlik ve hukuki riskler
Bugün birçok eyalet, otonom araçların geliştirilmesini kendi mevzuatları çerçevesinde düzenliyor. Federal düzeyde ise bu araçların güvenli şekilde çalışıp çalışamayacağı konusu hâlâ incelenmekte. Ancak şu an için, insan sürücü olmadan otonom araçların kendi başlarına trafikte yer almasına açıkça izin veren herhangi bir federal yasa ya da bağlayıcı bir düzenleme bulunmuyor. Teknolojinin ilerlemesiyle birlikte, Kongre ve federal kurumlar bu alanda düzenleme yapma baskısıyla karşı karşıya kalacak.
Bu süreçte karşılaşılan en büyük engellerden biri, kaçınılmaz kazalar meydana geldiğinde hukuki sorumluluğun nasıl belirleneceğine dair belirsizliktir. Mevcut yasal çerçeveler, otonom araç teknolojisine uyum sağlamakta zorlanıyor. Hata esasına dayalı sigorta sistemleri, genellikle sürücünün kontrol ve sorumluluk sahibi olduğunu varsayar. Oysa otonom sistemlerde bu durum geçerli değildir.
Özellikle tazminat hukukunda, nedensellik zinciri ve hukuki sorumluluğun paylaşımı gibi konular, işin içine yazılım, donanım, hizmet sağlayıcılar ve insan müdahalesi gibi çoklu aktörler girdiğinde oldukça karmaşık hale geliyor. Dahası, otonom bir sistemin “makul” davranıp davranmadığının yasal olarak nasıl değerlendirileceği hâlâ açık bir sorudur. Bir algoritmanın bir kazada ihmalkâr davranıp davranmadığını belirlemek, mahkemeler için oldukça zorlu bir görev olacaktır.
Bu mevcut hukukî altyapı ile yeni teknoloji arasındaki uyumsuzluk, mahkemeler, üreticiler, sürücüler ve sigorta şirketleri için büyük bir belirsizlik yaratıyor. Bu da hem tutarsız yargı kararlarına hem de öngörülemez sorumluluk risklerine neden olabilir.
Gelişimin Önündeki Hukuki Engel
Bu hukuki belirsizlik, otonom araçların geliştirilmesini ve yaygınlaşmasını ciddi şekilde yavaşlatabilir. Sigorta şirketleri, sorumluluk tahmini ve prim hesaplama konularındaki zorluklar nedeniyle bu araçlara poliçe sunmaktan kaçınabilir. Üreticiler de potansiyel tazminat riskleri nedeniyle yatırımlarını askıya alabilir. Bu durum, özellikle yenilikçi çözümler geliştiren küçük ölçekli firmalar için daha büyük bir tehdit oluşturur.
Sonuçta ortaya, trajik bir çelişki çıkabilir: Her yıl on binlerce hayat kurtarabilecek bir teknoloji, kaçınılmaz birkaç kazanın doğuracağı hukuki riskler nedeniyle hayata geçemeyebilir.
Çözüm Önerisi: Otonom Araçlar İçin Mağdur Tazminat Fonu
“Tazminat fonları”, genellikle büyük çaplı ulusal felaketlerin ardından mağdurların maddi olarak desteklenmesini sağlamak için kullanılan bir mekanizmadır. Bu fonlar, çoğunlukla mahkeme süreçlerinin önüne geçilmesi amacıyla oluşturulur. Örneğin, 11 Eylül 2001 terör saldırılarından sonra, Kongre bir tazminat fonu kurarak, mağdurlara mahkemeye gitmeme şartıyla ödeme yapılmasını sağlamıştı. Benzer şekilde, Deepwater Horizon petrol sızıntısından sonra özel şirketler tarafından milyarlarca dolarlık bir fon oluşturulmuştu.
Bu tür fonlar genellikle belirli ve tekil olaylara yanıt olarak hayata geçirilse de, sadece bu durumlarla sınırlı kalmaları için herhangi bir yasal zorunluluk yoktur. Üstelik geçmişte, mahkeme süreçleri dışında mağdurlara tazminat ödenmesini öngören başka örnekler de bulunuyor. Aşı Zararları Tazmin Programı, çocukluk çağı aşıları nedeniyle zarar gören bireyler için devlet destekli tazminat ödemeleri yapmaktadır.
Bu örneklerden yola çıkarak, Kongre ve otonom araç sektörünün önde gelen aktörlerinin, otonom araç kazalarında zarar gören bireyler için bir tazminat fonu kurulmasını ciddi şekilde değerlendirmesi gerektiğini düşünüyoruz.
Tazminat Fonu Ne Sağlar?
Böylesi bir fon, otonom araç kazalarında hayatını kaybeden ya da yaralanan bireyler için maddi güvence sağlar. Aynı zamanda, bu teknolojiye dair en büyük engellerden biri olan yüksek tazminat riski sorununu da hafifletebilir. Şu varsayımsal senaryoyu düşünelim: Eğer otonom araçlar, yıllık trafik kazası ölümlerini yarı yarıya azaltabiliyor ve bunun karşılığında çok daha az sayıda ölüme yol açıyorsa, genel fayda göz önünde bulundurularak bu teknolojiye geçiş rasyonel bir tercihtir.
Bir tazminat fonu, bu geçiş sürecini kolaylaştırabilir ve aynı zamanda sektöre yatırım yapmak isteyen şirketlere daha net bir hukuki çerçeve sunarak teşvik oluşturabilir.
Tüm Sorunları Çözer mi?
Elbette, böyle bir tazminat fonu teknolojinin doğurduğu her sorunu çözemez. Bu fon yalnızca tazminat hukukunun yerini alacak şekilde çalışır. Endüstri aktörlerinin yanlış veya ihmal içeren davranışları söz konusu olduğunda, cezai ve idari soruşturmalar gibi diğer hesap verebilirlik mekanizmaları hâlâ geçerli olacaktır.
Fon, mahkemelerin bu teknolojiye dair “makul davranış” standartlarını şekillendirmesi için fırsatları azaltabilir; zira birçok dava artık mahkemeye gitmeden fon aracılığıyla çözülecektir. Ancak tüm mağdurlar fona başvurmayacağı için, mahkemeler yine de sürecin bir parçası olmaya devam edecektir.
metnin kaynağı: https://www.brookings.edu