Almanya’nın Sosyal Demokratların Çöküşü Avrupa Solu İçin Ne anlama Geliyor?

Almanya’nın Sosyal Demokratların Çöküşü Avrupa Solu İçin Ne anlama Geliyor?

Bu makale, dünya medyasının geniş çaplı taraması, uluslararası raporlar ve bağımsız analizler doğrultusunda hazırlanmıştır.
Şubat 25, 2025
konu yorum

Batı’nın en köklü siyasi partilerinden biri olan Almanya’nın Sosyal Demokrat Partisi (SPD), uzun yıllar boyunca parlamenter demokrasinin yılmaz savunucusu, Nazizmin kararlı karşıtı ve savaş sonrası Almanya’nın modernleşme sürecinin öncüsü oldu. İşçi hakları, ve insan hakları alanlarında gerçekleştirdiği sayısız dönüşümün yanı sıra, eski SPD lideri ve Batı Almanya Başbakanı Willy Brandt’ın 1970’lerde başlattığı “Ostpolitik” (Doğu Politikası), 1990’da Almanya’nın birleşmesinin temel taşlarını döşedi.

Ancak bugün SPD, eski görkeminden çok uzakta, adeta solmuş bir gölge gibi. Geçtiğimiz pazar günü gerçekleşen federal seçimlerde yalnızca %16,4 oy alarak hem Hristiyan Demokrat Birlik/Hristiyan Sosyal Birlik (CDU/CSU) bloğunun hem de aşırı sağcı Almanya için Alternatif (AfD) partisinin gerisinde kaldı. Bu çöküşün nedenleri ve Batı’daki sosyal demokrat hareketler için ne anlama geldiği üzerinde düşünmek gerekiyor.

SPD’nin Gerileyişinin Kökenleri

SPD’nin halk nezdindeki desteği, 2000’lerin sonlarına doğru belirgin şekilde azalmaya başladı. 1998 seçimlerinde %41’e yakın oy alarak büyük bir zafer elde eden parti, 2005’te %34,2’ye, 2009’da ise %23’e geriledi. Bu düşüşün en büyük sebeplerinden biri, dönemin Başbakanı ’in hayata geçirdiği “Agenda 2010” ve “Hartz” reformlarıydı.

Schröder’in neoliberal hamleleri, Almanya’nın durgun ekonomisini canlandırmak adına iş gücü piyasasını esnekleştirmeyi ve sosyal yardım harcamalarını azaltmayı hedefliyordu. Ancak bu politikalar, SPD’yi geleneksel işçi sınıfı tabanıyla karşı karşıya getirdi. Güçlü sendikaların temsil ettiği emekçiler, partinin sosyal adalet anlayışından uzaklaştığını düşündü. Bunun sonucunda SPD’nin etkili figürlerinden biri olan eski Maliye Bakanı Oskar Lafontaine, sosyalist kanadı yanına alarak partiden ayrıldı ve sol bir ittifaka katıldı.

Tüm bu kayıplara rağmen SPD, Angela Merkel liderliğindeki CDU/CSU’nun küçük koalisyon ortağı olarak hükümette yer almayı sürdürdü. Merkel’in 2021’de siyaseti bırakmasının ardından SPD, o yılki seçimleri %25 oy alarak kazandı. Ancak Olaf Scholz’un başbakanlığı altında kurulan “trafik ışığı koalisyonu” (parti renklerinden ötürü bu isim verildi), siyasi tutarlılık açısından başından beri sıkıntılarla boğuştu. Yeşiller ve piyasa yanlısı Hür Demokratlar (FDP) ile kurulan hükümet, hem sosyal adaleti artırma hem de vergileri düşürme; hem sosyal konut projelerini destekleme hem de girişimcileri teşvik etme; hem iklim değişikliğiyle mücadele etme hem de Almanya’nın otomotiv sektörünü koruma gibi birbiriyle çelişen hedefleri aynı anda gerçekleştirmeye çalıştı. Bu karmaşık ajanda, SPD’nin işçi sınıfı tabanını geri kazanmasını zorlaştırdı. Özellikle küreselleşme korkusunun arttığı bir dönemde, seçmenlerin güvenini sağlamakta yetersiz kaldı.

Seçim Yenilgisinin Ardındaki Sebepler

SPD ve Scholz, Almanya’daki seçmenlerin temel kaygılarını doğru analiz edememiş gibi görünüyor. Yapılan bir ankete göre, Almanların %37’si için en büyük sorun göç meselesi. SPD ise bu konuda tutarsız bir çizgi izledi. 2015’te Almanya’nın Suriye, Afganistan ve Kuzey Afrika’dan gelen 1 milyondan fazla sığınmacıyı kabul etmesini destekleyen parti, son dönemde ise Scholz’un, “ağır suç işleyen” göçmenlerin Suriye ve Afganistan’a sınır dışı edilmesini savunmasıyla farklı bir tavır sergiledi. Bu belirsiz ve çelişkili duruş, seçmenleri SPD’ye yönlendirmek yerine, göç karşıtı söylemleriyle öne çıkan aşırı sağcı AfD’nin güçlenmesine katkı sağladı.

Seçmenlerin en çok önem verdiği ikinci konu ise ekonomi oldu. Ankete katılanların %34’ü, ekonomik meselelerin hükümetin en büyük önceliği olması gerektiğini belirtti. Üstelik Der Spiegel dergisinin yakın zamanda yayımladığı bir analizde, Alman ekonomisinin üst üste ikinci yıl daraldığı, işsizlik oranlarının arttığı, sanayide işten çıkarmaların çoğaldığı ve tüketici güveninin dibe vurduğu belirtildi.

Tüm bunlar, Scholz’un Merkel döneminde kazandığı “başarılı ekonomi yöneticisi” imajına ağır bir darbe vurdu. Bunun en büyük yansıması ise SPD’nin işçi sınıfı içindeki oy kaybı oldu. Infratest dimap tarafından yapılan çıkış anketine göre, SPD yalnızca %12 oranında işçi desteği alabilirken, AfD %38 ile bu grubun açık ara tercihi haline geldi.

SPD ve nin Geleceği

SPD’nin yaşadığı bu büyük erozyon, yalnızca Almanya’daki bir parti krizi değil; aynı zamanda Batı’daki sosyal demokrat hareketlerin genel bir çöküş içinde olduğunun da göstergesi. Parti, geleneksel tabanı olan işçi sınıfıyla bağlarını yeniden inşa edemezse, yerini aşırı sağ ve popülist hareketlere kaptırma riskiyle karşı karşıya. SPD’nin eski gücüne kavuşması için yalnızca ekonomik reformlara değil, aynı zamanda net bir kimlik belirlemesine ve seçmenlerine güçlü bir vizyon sunmasına ihtiyacı var. Aksi takdirde, Almanya’nın en eski partilerinden biri, tarihin tozlu raflarında kaybolmaya mahkûm olabilir.

Scholz’un Başarısız Olduğu Diğer Alanlar

Scholz’un yönetimi yalnızca iç politikada değil, dış politikada da ciddi eksiklikler gösterdi. Rusya’nın 2022’de Ukrayna’ya karşı başlattığı geniş çaplı işgalin ardından duyurulan ve Almanya’nın güvenlik ve savunma anlayışında köklü bir değişim yaratacağı iddia edilen “Zeitenwende” (dönüm noktası) hiçbir zaman tam anlamıyla hayata geçirilmedi. Almanya, NATO’nun belirlediği %2’lik savunma harcama hedefine zar zor ulaşabiliyor ve Ukrayna’ya yönelik taahhütlerini yerine getirmekte başarısız oldu.

Alman Dış İlişkiler Konseyi (DGAP) adına hazırladığı raporda Benjamin Tallis, “Zeitenwende’nin Sonu” başlıklı analizinde Scholz’un projesinin tam bir başarısızlık olduğunu vurguladı. Almanya’nın küresel krizler karşısında pasif kalması, Batı ittifakları içinde güvenilir bir ortak olarak algılanmasını zayıflatırken, SPD’nin liderlik kapasitesini de tartışmaya açtı.

SPD’nin Seçim Hezimeti ve Küresel Paraleleler

SPD’nin 2024 seçimlerindeki yenilgisi, ABD’de Demokrat Parti’nin aynı yıl yaşadığı başkanlık seçim yenilgisiyle belirgin benzerlikler taşıyor. Her iki parti de göç politikaları konusunda net ve etkili bir yanıt geliştiremedi, işçi sınıfı seçmenlerinin desteğini kazanamadı ve geniş kapsamlı ekonomik reformlar sunmak yerine i ön plana çıkardı. Ancak bu strateji, küreselleşmenin kazananlarına hitap ederken, ekonomik ve sosyal olarak geride kalma korkusu taşıyan geniş halk kesimlerini dışladı.

Bu korku, ABD’de Donald Trump’ın, Almanya’da ise AfD’nin yükselişini tetikleyen en önemli faktörlerden biri haline geldi. Geleneksel sosyal demokrat partiler, bu korkuya etkili çözümler sunamadıkları sürece aşırı sağın bu duyguyu istismar etmesini engelleyemeyeceklerdir.

Merkez Sol İçin Bir Yeniden Doğuş Mümkün mü?

Eğer merkez sol partiler yeniden güçlü bir alternatif haline gelmek istiyorsa, seçim yenilgilerini yüzeysel bahanelerle geçiştirmek yerine derinlemesine analiz etmeli ve işçi sınıfının değişen beklentilerine uygun yeni politikalar üretmelidir. Değişen ekonomik düzen karşısında işçileri ve orta sınıfı koruyacak mekanizmalar geliştirmek, (sanayisizleşme), otomasyon ve yapay zekânın iş gücü üzerindeki etkileriyle yüzleşmek zorundadırlar.

Sosyal demokrasi, geçmişte olduğu gibi bugün de işçi haklarını, sosyal adaleti ve kapsayıcı ekonomik büyümeyi savunarak yeniden canlanabilir. Ancak bu, ancak popülizme teslim olmadan, ama aynı zamanda seçmenin kaygılarını da küçümsemeden, gerçekçi bir politika değişimiyle mümkündür. Aksi takdirde, merkez sol yalnızca tarih kitaplarında bir dönem parlayan bir hareket olarak anılmaya mahkûm olacaktır.

Latest from Yorum

Cem Karaca: Türk Müziğinde Vatanseverlik ve Muhalifliğin İkonik Buluşması
Önceki Hikaye

Cem Karaca: Türk Müziğinde Vatanseverlik ve Muhalifliğin İkonik Buluşması

George R.R. Martin, Elden Ring Filmi ve Uzak Bir İhtimal
Sonraki Hikaye

George R.R. Martin, Elden Ring Filmi ve Uzak Bir İhtimal

Git

Don't Miss