Ortadoğu’da kartlar yeniden karılıyor. Dünün klasik ittifakları çözülüyor, yeni denklemler kuruluyor. Suriye sahasında yaşanan gelişmeler, yalnızca bölgesel değil, küresel bir jeopolitik mücadelenin sahnesi hâline geldi. Bu satranç tahtasında Türkiye, İsrail ve ABD üçlüsünün pozisyonları dikkatle izlenmeli. Son günlerde art arda gelen açıklamalar, sahadaki hareketlilik ve lider temasları, perde arkasında çok daha büyük bir oyunun oynandığını gösteriyor.
ABD’nin eski Başkanı’nın açıklamaları ve İsrail Başbakanı’nın Washington temasları, Suriye ekseninde yeni bir pazarlık sürecinin yaşandığını gösteriyor. İsrail’in son yıllarda bölgede uyguladığı agresif politika, Suriye’nin yeniden tek parça bir devlet olarak ayağa kalkmasını engellemeyi hedefliyor. Bu çabaların arkasında hem güvenlik kaygıları hem de bölgesel güç dengelerinde İsrail’in lehine bir yapı kurma arzusu var. Ancak işler bu kez istenildiği gibi gitmiyor.
Türkiye, Suriye’nin toprak bütünlüğüne ve egemenliğine vurgu yaparak bölgedeki istikrarın tesisi için adım atıyor. Bu tavır, yalnızca kendi sınır güvenliği ya da mülteci meselesi açısından değil, aynı zamanda Doğu Akdeniz’deki enerji denkleminden Arap dünyasıyla ilişkilerin onarımına kadar geniş bir perspektifte ele alınıyor. Türkiye, bölgedeki kaosun sona ermesini isterken, İsrail istikrarı tehdit eden adımlar atmaya devam ediyor.
ABD’nin rolüne gelince… Özellikle Trump’ın bölgeye bakış açısında Çin’le süren küresel ekonomik savaşın ve bütçe hesaplarının belirleyici olduğu görülüyor. Eski başkanın açıklamaları, İsrail’in Suriye’deki taleplerine net bir “açık çek” sunmadığını gösterdi. Bu durum, Tel Aviv yönetimini rahatsız etmişe benziyor. Özellikle de İsrail’in Kuzey Suriye’de PKK/YPG üzerinden yürütmeye çalıştığı bölme politikalarının karşılık bulmaması, Golan Tepeleri çevresinde yürütülen girişimlerin başarısızlıkla sonuçlanması, Tel Aviv’in elini zayıflatıyor.
Netanyahu’nun, ABD desteği olmaksızın Suriye’de bir maceraya girişemeyeceği artık açık. Geçmişte, 24 saat içinde beş farklı ülkeye saldırabilen bir İsrail’den bahsederken bugün çok daha temkinli davranan, yalnız kalmaktan korkan bir İsrail görüyoruz. Bu da Türkiye’nin bölgesel gücünün ne denli arttığını ortaya koyuyor.
Suriye sahası ise hâlâ karmaşık. Kürt unsurlar, Hristiyan azınlıklar, Arap kabileleri, Dürziler… Her biri ayrı denklem. Ancak dikkat çekici olan şu: İsrail’in bölgeyi karıştırma girişimleri artık karşılık bulmuyor. Dürziler dahi, “Suriye’nin bütünlüğünden yanayız” diyerek bu planlara destek vermedi. Aynı şekilde, İran ile yürütülen zımni iş birlikler, Şam rejimiyle olan denge politikaları da artık eskisi kadar işe yaramıyor. Esad rejimi, İran etkisini bile dengelemeye çalışıyor.
ABD tarafında ise İran’la ilgili yeni bir dönemin kapısı aralanıyor. Geçmişte nükleer anlaşmayı iptal eden ve Kasım Süleymani’yi hedef alan Trump, şimdi İran’la dolaylı görüşmelere yeşil ışık yakıyor. Ancak İran tarafında bu açıklamaların iç siyasette yarattığı sarsıntı dikkat çekici. Zira İranlı yetkililer, ABD ile doğrudan değil dolaylı görüşmeler yapıldığını savunarak kamuoyunu yatıştırmaya çalışıyor. Umman’da süren temasların ne derece sonuç alacağı, ABD’nin samimiyetine bağlı olarak şekillenecek.
Trump cephesi ise İran’a net bir mesaj veriyor: Nükleer silah olmayacak. Bu sert duruşun arkasında İsrail’in baskısı olduğu kadar, bölgedeki dengeyi tamamen İran lehine yitirme endişesi de yatıyor. Ancak bu noktada ABD’nin İran’a rejim değişikliği dayatmayacağı da anlaşılıyor. Eski düzenle pazarlık etmek, daha risksiz bir seçenek olarak öne çıkıyor.
İşin Çin boyutu da kayda değer. ABD, Çin’e karşı yürüttüğü ticaret savaşında yalnız değil; İran gibi müttefiklerle olan ilişkilerini de Çin’in yükselişine karşı yeniden dizayn etmek istiyor. Çin’e uygulanacak yeni gümrük vergileriyle birlikte jeopolitik hamlelerin artması da bekleniyor.
Sonuç olarak, Ortadoğu’da Suriye merkezli bir yeniden yapılanma sürecine girilmiş durumda. Bu süreçte Türkiye’nin diplomatik hamleleri ve sahadaki etkinliği, oyunun seyrini ciddi şekilde değiştiriyor. İsrail ise hem güvenlik kaygıları hem de bölgesel hegemonya hesaplarıyla beklediği desteği bulamıyor. ABD ise büyük resmi düşünüyor: Çin, küresel ekonomi ve seçimler… Bu karmaşık denklemde Türkiye’nin istikrar odaklı duruşu, bölge halkları için umut olabilecek tek politik zemin olarak öne çıkıyor.