2016 yılında, Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’i Suriye’de “işgalci” olarak nitelendirdi. Bu açıklama, Türk hava sahasını kısa bir süre ihlal eden bir Rus jetinin 2015’te Türk güçleri tarafından düşürülmesinin ardından Türk-Rus ilişkilerinin son derece gergin olduğu bir dönemde yapıldı. Durum, Rusya’nın Suriye’deki askeri müdahalesini derinleştirmesiyle daha da kötüleşti. Ancak 2016 yılının sonunda, iki ülke yedi aylık sert söylemler ve yaptırımların ardından beklenmedik bir şekilde ilişkilerini düzeltmeye başladı. Bu uzlaşmanın arkasında hem iç hem de uluslararası faktörlerin önemli bir rol oynadığı unutulmamalıdır.
Özellikle uluslararası faktörler, devletlerin birbirlerini algılama ve birbirleriyle etkileşim kurma biçimlerini şekillendirmede kritik bir rol oynar. Bu durum, özellikle Donald Trump’ın ABD başkanı olarak yeniden seçilmesinin ardından Rusya’nın değişen söyleminde açıkça görülmektedir. Örneğin, geçen hafta Kremlin’den ilginç bir açıklama geldi. Rusya’nın Suriye Özel Temsilcisi Aleksandr Lavrentiev’in Türkiye’yi Suriye’de bir “işgalci güç” olarak nitelendirdiği bildirildi. Bu, Rus yetkililerin Türkiye’nin Suriye’deki varlığını tanımlamak için daha önce kullandığı bir ifade değil.
Rus politika yapıcıları, Suriye krizinin belirli dönemlerinde Türkiye’nin eylemlerinden veya askeri operasyonlarından memnuniyetsizliklerini ifade etmiş olsalar da, zaman zaman Ankara’nın bazı hamlelerini zımnen desteklediler. Özellikle Astana barış süreci, Türkiye ve Rusya’nın Suriye’deki sınırlarını çizmesine ve bu sınırlar içinde politikalarını şekillendirmesine olanak tanıyarak ciddi bir çatışmayı önleyecek bir diyalog zemini sağladı. Peki, neden bir Rus yetkili, özellikle Suriye dosyasında görev yapan biri, Türkiye’ye karşı böyle bir söylem benimsedi? İki faktör akla geliyor: ABD Seçimleri ve Ukrayna’daki devam eden savaş.
ABD seçimleri Ankara’da bazı umutlar, Rusya’da ise endişeler uyandırmış görünüyor. Rusya, Ankara ile Washington arasındaki olumlu bir ivmenin Suriye’de kendi zararına olabileceğini düşünebilir. Bu son açıklamalarla Rusya, zaten Trump’ın ikinci dönemine hazırlanan Ankara’ya bir mesaj gönderiyor olabilir. Ankara, Trump’ın Beyaz Saray’a geri döndüğünde, ABD’nin kuzey Suriye’den, PKK/YPG güçleriyle müttefik olduğu bölgelerden Amerikan askerlerini çekeceği yönündeki vaatlerini yerine getirmesini bekliyor. Türkiye Savunma Bakanı Yaşar Güler, Trump’ın gelecek yönetiminde ABD’nin Suriye’den askerlerini çekmesini beklediğini zaten açıkladı.
Trump’ın siyasi müttefiki Robert F. Kennedy Jr.’ın, Trump’ın ABD askerlerini kuzey Suriye’den çekmek istediğini, diğer taraflar arasında çatışma çıkarsa onları “top yemi” olarak bırakmak istemediğini söylemesi, bu konuda Türk politika yapıcıları tarafından memnuniyetle karşılandı. Bu açıklama, yeni ABD yönetiminin bu yönde bir adım atabileceği umutlarını daha da güçlendirdi.
2014’ten bu yana değişen yönetimlere rağmen hiçbir ABD başkanı, Kürt güçlerini DAEŞ ile mücadelede destekleme politikasını değiştirmedi. ABD-YPG ittifakı Türkiye ile ana çekişme noktası haline gelirken, Ankara-Moskova ilişkilerinin daha da yakınlaşmasına zemin hazırladı. Türkiye ve Rusya arasındaki Suriye odaklı iş birliği öylesine benzersiz hale geldi ki, iki devlet Suriye’de keskin şekilde zıt hedeflere sahip olsalar bile, zaman zaman Amerikan-Türk iş birliğinden daha iyi işleyen bir ilişki kurdular.
Sonuç olarak, son yıllarda Türk-Rus ilişkilerini Suriye krizinden daha fazla şekillendiren bir mesele olmamıştır; hatta Rusya’nın Ukrayna’yı işgali bile bu denli etkili olmamıştır. Ancak Ankara’nın Ukrayna savaşına yaklaşımı, Rusya’nın Türkiye’nin Suriye’deki rolüne dair algılarını etkileyebilir.
Bu şekilde düşünüyorum çünkü Rus bir yetkilinin Türkiye’yi Suriye’de “işgalci” olarak tanımlaması, Moskova’nın bu hafta Erdoğan’ın Ukrayna için sunduğu bir barış planını reddetmesinin hemen ardından ortaya çıktı. Kremlin, doğu Ukrayna’da bir tampon bölge oluşturmak üzere uluslararası birliklerin konuşlandırılmasını içeren ve cephe hatlarının mevcut haliyle dondurulmasını öneren Erdoğan’ın planını “kabul edilemez” olarak nitelendirdi.
Bu teklif, NATO ülkeleri Trump’ın ikinci dönemine hazırlanırken geldi. Trump, Ukrayna’daki savaşı bitirme sözü verdi. Görünüşe göre Türkiye, Trump’ın iktidara geri döndüğünde Ukrayna dosyasına yaklaşımını şekillendirmeye başladığı bir dönemde, bu dosyada kilit ve etkili bir oyuncu olarak konumlanmayı amaçlıyor.
Türkiye’nin Ukrayna savaşındaki tutumu nettir: Ukrayna’nın toprak bütünlüğünü desteklemekte ancak Moskova’ya yönelik Batı yaptırımlarına karşı çıkmaktadır. Ancak bu netliğe rağmen Rusya, özellikle Ankara’nın Kiev’e askeri desteği konusunda, Türkiye’nin duruşunu sorgulamaya çalıştı. Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov, Türkiye’nin Ukrayna’ya silah tedarik etmeye devam etmesine şaşırdığını ve aynı zamanda bu çatışmada arabulucu olmayı teklif ettiğini ifade etti. Kremlin’den gelen bu açıklamalar, Rusya için Türkiye’nin Ukrayna ve Suriye’deki politikalarının giderek daha fazla iç içe geçtiğini ve Moskova’nın Ankara’nın bu iki dosyadaki eylemlerini birbirine bağlı olarak algıladığını gösteriyor.
ABD Suriye’den çıkış yolu ararken, Türkiye de Washington’u kendi çıkarlarını koruyacak bir şekilde harekete geçirmeyi hedefliyor gibi görünüyor. Ancak, ABD’nin Suriye politikasında olası bir değişiklik konusundaki belirsizlikler göz önüne alındığında, Türkiye’nin Rusya ile geliştirdiği ortaklığı koruyabilmek için bu ilişkiyi dikkatle yönetmesi gerekiyor. Ankara için en kötü senaryo, ABD’nin Kürt gruplara desteğinin devam etmesiyle birlikte, Moskova’nın da bu gruplara örtük bir destek sağlaması olur; bu, Suriye’de Moskova ile Ankara arasında gerilim yaşanan dönemlerde daha önce de görülen bir durumdur.
Yazının kaynağı: ARABNEWS