Türkiye, Suriye’nin geleceğini şekillendirme mücadelesinde İran’ın mezhep odaklı müdahalelerinden ve İsrail’in böl-yönet politikalarından kökten farklı bir vizyon ortaya koymaktadır. Suriye’de kalıcı barışın tesisi, ancak halkın sosyal adalet taleplerini dikkate alan, uluslararası hukuka saygılı ve etnik-dini çoğulculuğu içeren bir siyasi modelle mümkün olabilir. Bu yaklaşım, yalnızca Suriye’nin toprak bütünlüğünü korumakla kalmayacak, aynı zamanda İsrail’in bölgedeki kontrol stratejilerini kırarak Ortadoğu’da dengeleri Türkiye lehine değiştirecek kritik bir adımdır.
Suriye iç savaşında rejim yanlısı iki temel dış aktör olan İran ve Rusya, on yılı aşkın müdahalelerinin sonunda stratejik hedeflerine ulaşamadı. Askeri açıdan İran, 2011’den itibaren Esad rejimini ayakta tutmak uğruna Devrim Muhafızları ve bağlı milisleriyle yoğun şekilde sahada yer aldı ve tahminî 30-50 milyar dolar arası kaynak harcadı. Bunun karşılığında İran, Suriye’de kalıcı bir zafer elde edemediği gibi, ülkenin büyük bölümü ya tahrip oldu ya da rejimin kontrolünden çıkmış halde kaldı. 2024 sonlarında muhalif güçlerin koordineli saldırısıyla Esad yönetimi çökerken Tahran, Suriye gibi kritik bir müttefiki kaybederek “Direniş Ekseni” stratejisinde ağır bir darbe aldı. İran’ın yıllardır işlediği ideolojik söylem – İsrail ve Batı’ya karşı direniş ekseni – sahada karşılık bulmakta zorlandı; Suriye’nin çoğunluğu Sünni olan halkı, süreç içerisinde İran’ın mezhepçi politikalarına tepki gösterdi. Nitekim Esad sonrası dönemde sekteryan gerginlikler patlak vermiş, yeni yönetime karşı direnen bazı unsurlar Şii ve Alevi toplulukları hedef almıştır Bu durum, İran’ın Suriye’de nüfuz oluşturma çabasının uzun vadede toplumsal meşruiyetten yoksun kaldığının bir görüntüsü olarak hafızalarımızdaki yerini aldı.
Türkiye, Ortadoğu’daki krizlere yaklaşımında realpolitik bir tutum benimseyerek ideolojik çekişmelerden ziyade somut çıkar ve dengeleri gözetmektedir. Bu bağlamda Ankara, Suriye politikası çerçevesinde hem komşu ülkelerin toprak bütünlüğünü savunmayı vurgulamakta hem de kendi güvenlik önceliklerini sağlama alırken bölgesel aktörlerle doğrudan çatışmadan kaçınmaya özen göstermektedir. Özellikle İsrail ile Suriye sahasında çıkar farklılıkları bulunsa da, askeri bir karşılaşmadan kaçınmayı tercih etmektedir. Bu pragmatik adımlar, Türkiye’nin gerek ABD ve Rusya gibi büyük güçlerle gerek İsrail gibi bölgesel rakiplerle dengeli ilişkiler yürüterek saha gerçeklerine uyum sağlama becerisini ortaya koymaktadır. Ankara, Suriye krizinde hem kendi sınır güvenliğini koruyan hem de bölgesel bir çatışma riskini minimize eden yapıcı bir rol üstlenmeye çalışmakta, diplomasiyi ön planda tutan bir güvenlik stratejisi izlemektedir.
İsrail’in Gazze, Suriye ve Lübnan Bağlamında İzlediği Savaş ve Gerilim Stratejileri
İsrail, Suriye’de on yılı aşkın süredir devam eden iç savaş boyunca bu ülkenin güçlü ve birleşik bir yapıya kavuşmasını engelleyecek adımlar atmıştır. Tel Aviv, özellikle İran ve müttefiklerinin Suriye’de nüfuz kazanmasından endişe ederek Suriye ordusu ve bağlı unsurlara karşı yüzlerce hava saldırısı düzenlemiştir. Nitekim çeşitli kaynaklara göre İsrail, Suriye’de 600’ün üzerinde hava harekâtıyla bu ülkenin neredeyse tüm stratejik silah sistemlerini imha etmiş; böylece Şam’ın caydırıcılık kapasitesini ciddi ölçüde zayıflatmıştır. Bu saldırıların akabinde İsrail ordusu, Golan Tepeleri çevresindeki 1974’te oluşturulmuş tampon bölgeyi fiilen işgal ederek bazı kısımlarda sınırın ötesine geçmiştir. Özellikle Suriye–Lübnan sınırındaki stratejik Hermon Dağı civarına kadar ilerleyen İsrail güçleri, buralarda kalıcı askeri noktalar tesis etmiştir.
Tel Aviv yönetiminin nihai hedefi, zayıf ve parçalanmış bir Suriye tablosu ortaya çıkarmaktır. İsrail Başbakanı Benyamin Netanyahu, Türkiye destekli birleşik bir Suriye hükümetinin tüm ülkede kontrol sağlamasını kendi çıkarlarına tehdit olarak görmekte ve bunu “mutlaka engellenmesi gereken” bir gelişme olarak nitelemektedir. Bu nedenle İsrail, Suriye’de etnik ve mezhepsel fay hatları boyunca bir federalizm modeli oluşmasını teşvik etmektedir. Özellikle kuzeyde Kürt ağırlıklı bölgelerin özerk kalması, güneyde ise Dera ile Kuneytra (Sünni Arap nüfus) ve Süveyda (Dürzi nüfus) vilayetlerinin silahsızlandırılmış tampon bölgeler olmasını arzulamaktadır. Özetle Tel Aviv, merkezi otoritesi zayıf, kendi sınırlarına tehdit oluşturamayacak derecede güçsüz bir Suriye’nin İsrail’in güvenliği için en iyi senaryo olduğunu düşünmektedir.
İsrail’in bu agresif tutumunun ardında, bölgesel dengeyi kendi lehine şekillendirme hedefi yatmaktadır. Tel Aviv, güçlü ve kendisine hasım bir komşu devlet yerine parçalanmış veya zayıf aktörlerle çevrili olmayı tercih ediyor. Nitekim İsrail, Esad sonrası oluşan yeni Suriye yönetimini “İslamcı militanlar” olarak niteleyip uluslararası alanda zayıflatmaya çalışmaktadır. Gelen haberler, İsrail’in ABD nezdinde Suriye’de güçlü bir merkezi devlet kurulmasına karşı lobi yaptığını ve yeni yönetimi zayıf tutacak politikalar istediğini göstermektedir.
İsrail’i Dengeleme Stratejisinde Doğrudan Çatışmadan Kaçınma ve Diplomasi
Ankara’nın Orta Doğu politikasında hassas dengeler bulunmakla birlikte, Türkiye’nin İsrail ile doğrudan askeri bir çatışmaya girmemesi gerektiği hususu açıktır. Böylesi bir çatışma, Türkiye’ye diplomatik alanda ağır bedeller çıkarabileceği gibi bölgesel kaosu derinleştirerek kimsenin çıkarına hizmet etmez. Dışişleri Bakanı Hakan Fidan da son açıklamalarında Türkiye’nin Suriye’de İsrail’le herhangi bir çatışmaya girmek istemediğini net biçimde belirtmiştir. Ankara, İsrail ile yaşanan gerginliği yönetirken askeri yöntemler yerine siyasi ve diplomatik yolları tercih edeceğinin sinyalini vermiştir. Bu yaklaşım rasyoneldir çünkü Türkiye’nin İsrail’i dengelemesinin asıl yolu, Suriye’yi yeniden güçlü bir devlet olarak ayağa kaldırmak ve İsrail’in tek taraflı hareket edebileceği boşlukları doldurmaktır.
İsrail, yukarıda tartışıldığı üzere, Suriye’deki kaostan stratejik kazanç devşirmektedir. O halde Ankara, Tel Aviv’i dengelemek için bu kaosu ortadan kaldıracak hamleler yapmalıdır. Bu hamlelerin başında, Suriye’nin egemen bir düzen kurmasına yardımcı olmak gelir. Türkiye’nin Suriye’ye verdiği destek arttıkça ve Şam’daki otorite ülke genelinde kontrolü sağladıkça, İsrail’in Suriye topraklarında rahatça operasyon yapması zorlaşacaktır. Nitekim Türkiye Dışişleri Bakanlığı, İsrail’in Suriye’ye yönelik saldırılarının bölge barışına ve ülkelerin birliğine tehdit oluşturduğunu, “kaosa yol açıp terörizmi güçlendirdiğini” vurgulayarak İsrail’i uluslararası platformda teşhir etmiştir. Ankara, İsrail’e şu mesajı iletmektedir: “Eğer Suriye’ye saldırmaya devam edersen, hem bölgede barışın önündeki en büyük engel olarak anılacaksın hem de Türkiye’nin desteğiyle güçlenen yeni Suriye karşısında manevra alanın daralacak.” Gerçekten de Türkiye, Suriye’nin hava savunma kapasitesini artırmasına yardım eder, diplomatik arenada İsrail’in saldırganlığını gündeme taşır ve yeni Suriye yönetimiyle ortak bir savunma tutumu sergilerse, İsrail kendi güvenliği için daha itidalli davranmak zorunda kalacaktır. Bunun ilk emareleri görülmektedir: Örneğin, İsrail Nisan 2025’te Suriye’deki hava üslerine ve mühimmat depolarına yoğun bir saldırı dalgası başlatıp Türkiye’ye gözdağı vermeye çalıştığında, Ankara sert bir diplomatik tepki vererek İsrail’i Suriye’den çekilmeye ve istikrar çabalarını baltalamaktan vazgeçmeye çağırdı. Türkiye ayrıca İsrail’i “bölgenin güvenliği için en büyük tehdit” ilan ederek yayılmacı politikalardan vazgeçmedikçe Ortadoğu’da huzur olmayacağını dile getirdi. Bu diplomatik duruş, Türkiye’nin doğrudan çatışmadan kaçınırken İsrail’e meydan okumayı diplomasiyle yapacağının göstergesidir.
Ayrıca Türkiye Dışişleri Bakanlığı, İsrail’in Suriye’ye yönelik saldırılarını uluslararası hukukun ihlali ve bölgesel istikrarın dinamitlenmesi olarak tanımlanması, bu hamlelerin yalnızca Suriye’nin toprak bütünlüğüne değil, aynı zamanda Batı’nın Ortadoğu’daki çıkarlarına da zarar verdiğine dikkat çekilmesidir. Ankara’nın bu tutumu, İsrail’in Batı destekli meşruiyetini stratejik bir satranç tahtasında sorgulatmayı hedefliyor. Türkiye, İsrail’in “güvenlik” gerekçelerini, gerçekte bölgede terör örgütlerinin filizlenmesine zemin hazırlayan bir “kendini tekrarlayan şiddet sarmalı” olarak tanımlayarak, Avrupa ve ABD’de İsrail’e yönelik artan eleştirileri besliyor. Özellikle Batı kamuoyunda yükselen İsrail karşıtı söylemler ve bazı Batılı parlamentoların Filistin devletini tanıma yönündeki adımları, Türkiye’nin bu diplomatik hamlelerini daha da güçlendiriyor.
Ankara’nın İsrail’e yönelik uyarısı, “Suriye’ye yönelik saldırıların devamı halinde, Batı ittifakları içindeki konumunu da derinden sarsacağı” teorisini içeriyor. Türkiye’nin Suriye’nin hava savunma kapasitesini güçlendirmesi ve uluslararası platformlarda İsrail’in saldırganlığını BM Güvenlik Konseyi’nden NATO zirvelerine kadar her düzlemde teşhir etmesi, İsrail’in Batı nezdindeki “meşru müdafaa” söylemini çürütmeyi amaçlıyor. Örneğin, İsrail’in Suriye’deki hedefleri vururken sivilleri riske attığına dair Türkiye destekli raporların uluslararası medyada yankı bulması, ABD Kongresi’ndeki bazı grupların İsrail’e askeri yardım koşullarını yeniden tartışmaya açmasına neden olabilir.
Türkiye’nin yeni Suriye yönetimiyle ortak savunma iş birlikleri geliştirmesi ise İsrail’i çift taraflı bir kıskaca alıyor: Bir yanda Türkiye’nin askeri-diplomatik desteğiyle güçlenen Şam yönetiminin caydırıcılığı, diğer yanda Batı’da ivme kazanan “İsrail’in orantısız güç kullanımı” eleştirileri. Bu dinamik, İsrail’in geleneksel Batı müttefikleri nezdinde bile “bölgesel bir provokatör” olarak damgalanma riskini artırıyor. Nitekim Fransa ve İspanya’nın son dönemde İsrail’e silah ambargosu tartışmalarını canlandırması, Türkiye’nin diplomasisinin Batı’da yarattığı dalganın somut yansımaları olarak okunabilir.
Askeri Destek ve Göç Yönetimi
Suriye’nin istikrara kavuşması, güvenlik sektörünün yeniden yapılandırılmasıyla doğrudan ilgilidir. Türkiye, geçmiş yıllarda muhalif grupları organize ederek ve kendi askeri varlığını sınır ötesi operasyonlarla sahaya koyarak Suriye’de önemli bir askeri ağırlık oluşturdu. Şimdi barış dönemine girerken, Türk Silahlı Kuvvetleri danışmanlık ve eğitim rolüne geçiş yapabilir. Yeni Suriye ordusunun kuruluşuna yardım etmek, farklı grupların milis güçlerini tek çatı altında toplayacak programlar uygulamak öncelikli görev olmalıdır. Örneğin, Türkiye harp okullarında Suriyeli subay adaylarını eğitebilir, jandarma/polis teşkilatının eğitimi için deneyim paylaşabilir. Halihazırda Suriye’nin kuzeyinde konuşlu yaklaşık 10 bin civarında Türk askeri bulunduğu belirtiliyor. Bu kuvvet geçiş sürecinde kritik bölgelerde istikrarı korumaya devam edebilir, ancak nihai amaç Suriye güvenlik güçlerini bu görevi devralabilecek seviyeye getirmektir. Terörle mücadele işbirliği de sürdürülmelidir: IŞİD kalıntıları veya El Kaide bağlantılı gruplar gibi ortak tehditler konusunda Türk ve Suriyeli kuvvetler koordineli operasyonlar düzenleyebilir. Türkiye’nin sağlayacağı askeri ekipman desteği de önemlidir; örneğin keşif İHA’ları, mayın temizleme araçları, lojistik malzemeler Suriye’ye hibe edilerek yeni ordunun kapasitesi artırılabilir. Bütün bu güvenlik yardımları, Suriye’nin tekrar tek bir devlet otoritesi altında güvenliği sağlamasına ve dış müdahalelere karşı kendini koruyabilmesine imkan verecektir.
Sonuç olarak, İsrail’i dengelemenin en sürdürülebilir yolu, güçlü ve istikrarlı bir Suriye devleti yaratmaktır. Türkiye, İsrail ile doğrudan çatışmaya girmeden, bu hedef doğrultusunda liderlik sergileyerek zaten İsrail’in bölgedeki hesaplarını boşa çıkaracaktır. Tel Aviv yönetimi de zamanı geldiğinde yeni durumu kabullenmek zorunda kalacaktır. Ankara’nın yaptığı tam da budur: Diplomatik kanalları kullanarak ve Suriye’yi yeniden ayağa kaldırarak, İsrail’i sorumsuz güç kullanımı yerine diplomasinin kurallarına uymaya zorlamak. Bu yaklaşım, Türkiye’yi bölgesel büyük bir savaştan koruduğu gibi, bölgesindeki istikrar ve barış hedefine de en çok hizmet eden yoldur.
Bütün yollar tükendiğinde savaş kendiliğinde kaçınılmazdır…
Kaynaklar:
-
Fidan, H. (2025). CNN Türk röportajı, Harici Haber. Türkiye ve İsrail’in Suriye’de çatışmasızlık için teknik temasları harici.com.tr.
-
Özkızılcık, Ö. (2025). İsrail’in Güney Suriye stratejisi başarılı olabilir mi?, AA Analiz. İsrail’in Suriye’de 600’den fazla hava saldırısı ve zayıf Suriye hedefiaa.com.traa.com.tr.
-
Independent Türkçe (2024). İsrail’in Suriye’ye yönelik stratejik uygulamaları. Kuneytra bölgesinde İsrail’in tampon bölge girişimi ve kalıcı olma niyetiindyturk.com.
-
Şarkul Evsat Türkçe (2025). İsrail’in Suriye’deki tehlikeli stratejisi: “Azınlıkları korumak”. İsrail’in Dürzi kartı ve bölge halkının tepkisiturkish.aawsat.com.
-
Iran News Update (2024). The Iranian Regime’s Economic Ventures in Syria: Failures Amid Political Alliance. İran-Suriye ticaretinin düşüklüğü ve Türkiye’nin bölgedeki ekonomik üstünlüğüirannewsupdate.com.
-
Reuters (2023). Turkey’s Erdogan faces struggle to meet Syrian refugee promise. Türkiye’nin iskan projeleri, Katar ile konut inşası ve 600 bin mültecinin gönüllü dönüşüreuters.comreuters.com.
-
Reuters (2023). Erdogan says Turkey, Israel to take steps in energy drilling soon. Erdoğan-Netanyahu görüşmesi, enerji iş birliği ve ticaret hacmi hedefireuters.comreuters.com.
-
Yeni Şafak (2022). Süleyman Soylu İdlib’te briket ev hedefini açıkladı. 100 bin briket ev projesi ve gönüllü geri dönüş vurgusurudaw.netrudaw.net.
-
The New Arab (2023). 600,000 Syrian refugees return home from Turkey. Türkiye’nin kuzeybatı Suriye’de inşa ettiği konutlar ve mülteci dönüşleri
- “How Iran Lost Syria”, Foreign Affairs, 2025; Mona Yacoubian, “Ukraine’s Consequences Are Finally Spreading to Syria”, War on the Rocks. Reuters ve NPR’ın Suriye’deki gelişmelere dair haber ve özel dosyaları, Mart-Nisan 2025; Carnegie Endowment, Arab Center DC, Robert Lansing Institute gibi kuruluşların Suriye iç savaşının son dönemine dair raporları ve değerlendirmeleri.