Avrupa Birliği, yıllarca Türkiye’yi ekonomik, siyasal ve askeri projelerin dışında tutarken, bugün savunma sanayi projelerine ortaklık teklifinde bulunuyor. Bu stratejik kırılmanın arkasında sadece “iyi niyet” yok. Avrupa, hem kendi savunma kapasitesindeki zayıflığı hem de jeopolitik dönüşümlerin baskısı altında Türkiye gibi askeri üretim kapasitesi olan ülkelerle işbirliğine mecbur kalıyor.
1. Avrupa Neyi Kaybetti? ABD’ye Olan Aşırı Bağımlılık
AB Dış İlişkiler Yüksek Temsilcisi Kaja Kallas’ın sözleriyle: “Avrupa ülkeleri bugüne kadar savunma ihtiyaçlarının %60’ını ABD’den karşılıyordu.” Bu cümle, aslında Avrupa’nın stratejik özerklik iddialarının ne kadar zayıf olduğunu ortaya koyuyor. Ukrayna Savaşı’yla birlikte Avrupa, ABD silah sistemlerine aşırı bağımlı olmanın sonuçlarını gördü: geciken teslimatlar, fahiş fiyatlar ve Washington’a bağlı bir güvenlik mimarisi.
Avrupa artık bu bağımlılığı kırmak, kendi savunma sanayisini ayağa kaldırmak ve kaynaklarını içeride tutmak istiyor. Bunun için Türkiye gibi teknoloji geliştiren, insansız hava araçları (SİHA) başta olmak üzere bazı kritik alanlarda rekabetçi üretim yapabilen aktörlere ihtiyaç duyuyor.
2. Türkiye: Dışlanan Ortaktan Teknik Ortaklığa
AB, uzun yıllar Türkiye’yi üyelik süreci dahil birçok stratejik alanda dışladı. Gümrük Birliği güncellenmedi, vize serbestisi verilmedi, siyasi kriterler sürekli öne sürüldü. Ancak özellikle Rusya-Ukrayna Savaşı sonrası tablo değişti.
-
Türkiye’nin savunma teknolojilerindeki ilerlemesi (Bayraktar TB2 gibi ürünlerle),
-
NATO içindeki pozisyonunu güçlendirmesi,
-
Ukrayna’ya verdiği destek ve tahıl koridorundaki rolü,
-
İran-İsrail hattındaki diplomatik esnekliği,
gibi nedenlerle, artık Türkiye sadece “aday ülke” değil; AB için kaçırılmaması gereken stratejik bir partner haline geldi.
3. AB’nin Güvenlik Zaafı ve Stratejik Değer Arayışı
AB’nin savunma kapasitesi zayıf. Almanya ordusunun mühimmat stoku haftalarla sınırlı, Fransa’nın nükleer caydırıcılığı dışında sınırlı bir dış müdahale kapasitesi var. Polonya ve Baltık ülkeleri haricinde çoğu AB ülkesi askeri açıdan kırılgan. Ayrıca Trump’ın yeniden iktidara gelme olasılığı, “NATO’dan çekilebiliriz” restiyle birlikte AB’yi acil bir strateji değişikliğine zorluyor.
Bu ortamda Türkiye gibi hem NATO üyesi hem de bölgede kendi üretim kabiliyeti olan bir aktörü dışlamak, AB için rasyonel değil.
4. “İnsan Hakları” Vurgusu: Eski Ezberin Devamı mı?
Kaja Kallas’ın Türkiye’ye dair eleştirileri ise klasik AB söyleminin devamı niteliğinde: demokrasi, insan hakları, İmamoğlu örneği… Ancak dikkat çeken nokta şu: AB artık bu söylemleri stratejik işbirliğine engel değil, sadece eşlikçi birer unsur olarak kullanıyor. “İnsan hakları bizi endişelendiriyor ama savunma işbirliği yapacağız” demek, gerçek önceliğin nerede olduğunu açıkça ortaya koyuyor.
5. Sonuç: AB Artık Eski AB Değil, Türkiye Artık Eski Türkiye Değil
AB, ekonomik olarak zayıflarken stratejik olarak da kırılgan hale geliyor. Türkiye ise Batı ile ilişkilerinde daha özgüvenli, savunma sanayi yatırımlarıyla öne çıkan bir aktör. Bu denklemde, AB artık dışlayıcı değil; kapsayıcı olmaya çalışıyor — ama bu kapsayıcılık, güç dengesi değiştiği için ortaya çıkıyor.
Özetle:
Avrupa, savunma alanında ciddi bir kırılganlıkla karşı karşıya. ABD’ye bağımlılık sorgulanıyor. Bu ortamda Türkiye gibi üretim kabiliyeti olan ülkelerle işbirliği artık bir tercih değil, zorunluluk. Türkiye’nin AB savunma projelerine dahil edilmesi, Avrupa’nın zayıflayan jeopolitik özerkliğinin ve büyüyen güvenlik açığının dolaylı bir itirafıdır.