İsrail-Suudi Arabistan normalleşme süreci çöktü mü? Gazze savaşı, Filistin devleti şartı ve Riyad’ın değişen dış politikası, Tel Aviv ile diplomatik ilişkilerin geleceğini belirsiz kılıyor.
İki yıl önce, birçok kişi Suudi Arabistan ile İsrail arasında normalleşmenin, ABD’nin öncülüğünde yürütülecek daha geniş çaplı bir “mega-anlaşma” aracılığıyla mümkün olacağını savunuyordu. Hem Biden hem de Trump yönetimleri bu anlatıyı memnuniyetle benimsedi ve destekledi. Ocak ayında İsrail’in ABD büyükelçisi olarak atanan Yechiel Leiter, İsrail medyasına yaptığı açıklamada bu anlaşmanın “şimdiye kadar olduğundan daha yakın” olduğunu söyledi. ABD’nin İsrail büyükelçisi Mike Huckabee de geçen ay Kongre üyelerine, “Başkan, ilk döneminde yaptığı şeyin üzerine koymak ve İbrahim Anlaşmaları’nı [İsrail ile BAE ve Bahreyn arasında normalleşmeyi sağlayan anlaşmalar] Suudiler ve diğer Körfez ülkelerini de kapsayacak şekilde genişletmek için inanılmaz bir konumda,” dedi.
Biden yönetiminden eski bir savunma yetkilisi de Şubat ayında benzer şekilde böyle bir anlaşmanın “ulaşılabilir” olduğunu savundu. Ancak, iki yıl önce böyle bir anlaşmayı mümkün kılan koşullar artık tamamen ortadan kalktı ve yakın gelecekte geri dönmeleri pek olası değil.
Önerilen normalleşme “mega-anlaşması” üç temel unsur üzerine inşa edilmişti: ABD ile Suudi Arabistan arasında güvenlik garantileri içeren bir savunma anlaşması, ABD yardımıyla yürütülecek bir Suudi sivil nükleer programı ve İsrail’in Filistinlilerle barış yönünde atacağı adımlar.
Ne var ki, bölgesel ve küresel düzlemdeki gelişmeler, ABD’li liderlerin yeterince takdir etmediği biçimde değişmiş durumda. Öncelikle, güvenlik anlaşması cephesinde: Riyad’ın ABD’den güvenlik garantisi istemesi, İran’ın bölgesel emellerinden duyduğu endişeye dayanıyordu. Ancak 2025 itibarıyla durum dramatik biçimde değişti. İran-Suudi Arabistan ilişkileri birkaç yıldır yumuşama sürecinde ve bu ay başında Suudi savunma bakanının Tahran’a yaptığı ziyaretle bu süreç bir kez daha teyit edildi. Bakan, İran’ın dini lideri, Cumhurbaşkanı ve Genelkurmay Başkanı ile üst düzey görüşmeler yaptı. Bu görüşmelerin zamanlaması çok önemliydi; zira Tahran ile Washington arasındaki nükleer müzakerelerden hemen önce gerçekleşti.
Bender Abbas Patlaması: İran’a Yönelik Yeni Nesil Bir İstihbarat Operasyonu mu?
Nitekim Suudi yetkililer, İran’a, gelecekte ABD öncülüğünde gerçekleştirilecek herhangi bir askeri operasyonda topraklarını kullandırmayacaklarını iletmiş durumda. Riyad, İran’la angajmanı tercih ettiğini, tırmanmayı reddettiğini ve Donald Trump’ın İran’la anlaşma çabalarını desteklediğini açıkça ortaya koydu – her ne kadar 10 yıl önce Barack Obama’nın İran anlaşmasına karşı çıkmış ve Trump’ın bu anlaşmadan çekilmesini alkışlamış olsa da.
ABD öncülüğündeki bir savaş halinde Suudi Arabistan’ın İran misillemelerinin hedefi olabileceği göz önüne alındığında, Riyad’ın bu sonuca varması şaşırtıcı değil. Bu, Suudi Arabistan’ın ABD ile daha fazla savunma sanayi işbirliği aramayacağı anlamına gelmiyor — ancak bunun için İsrail ile bir anlaşmaya ihtiyaç duyulmuyor. Nitekim Reuters, Washington’un Trump’ın birkaç hafta içinde Suudi Arabistan’ı ziyaret etmesiyle birlikte duyurulacak 100 milyar dolarlık bir silah paketi teklif etmeye hazırlandığını bildirdi.
Japonya ve Güney Kore ile yapılanlara benzer şekilde iddialı bir savunma anlaşması fikrine gelince; Reuters’ın yakın tarihli haberine göre, Riyad bu fikri aylar önce rafa kaldırdı. Gerçek bir savunma anlaşmasını Kongre’den geçirmek gibi aşılması güç bir engel bu kararda etkili olmuş olabilir; ayrıca Amerikan güvenlik garantisinin artık eskisi kadar kalıcı ve güvenilir görülmediği yönündeki değerlendirme, birçok Avrupa ülkesi gibi Riyad’da da karşılık bulmuş durumda. Washington’un Ukrayna konusundaki tutum değişiklikleri de Riyad’ın ABD güvenlik garantisinin değeri ve anlamı konusundaki algısını çoktan dönüştürmüş olabilir.
Sivil nükleer enerji anlaşmasına gelirsek — dikkatli takip edenler için, Riyad bu konuda neredeyse istediklerinin tamamını normalleşmeye dair tek bir adım atmadan elde etme yolunda ilerliyor. ABD enerji bakanının bu ay başındaki açıklamaları, iki ülkenin bu tür bir anlaşma için ‘yolda’ olduğunu açıkça ortaya koydu — ve bu görüşmelerin hiçbir yerinde İsrail ile normalleşmeden bahsedilmedi.
İslamcılık: Cumhuriyet Modernleşmesinin Görünmeyen Temeli
İsrail-Filistin ilişkilerinde ilerlemeye dair olan son unsur, normalleşme vizyonunun başından beri en zor çözülebilecek başlıktı. 2022 yılında kurulan mevcut İsrail hükümeti, ülke tarihindeki en sağcı hükümet konumunda. Bu ideolojik yönelimi, 7 Ekim’den çok daha önce belirginleşmişti. Son iki yılda, İsrail’in işgal ve Filistin meselesindeki tutumu daha da katılaştı. İsrail’in Gazze’ye karşı yürüttüğü savaş, hükümetin Filistin meselesinde olumlu bir adım atmayı açıkça reddettiği birçok beyanla birlikte geldi.
Bu durum, Suudi Arabistan’ın tutumunu da pekiştirdi.
Suudi Arabistan, başlangıçta 2002 tarihli Arap Barış Girişimi’ne bağlı kalmıştı. Bu girişim, İsrail’in Gazze, Doğu Kudüs, Batı Şeria ve Golan Tepeleri gibi işgal altındaki Arap topraklarından çekilmesini, yalnızca Suudi Arabistan ile değil, tüm Arap dünyasıyla normalleşmenin şartı olarak ortaya koyuyordu. Ancak Riyad, 7 Ekim’de Hamas’ın İsrail’e saldırısı ve ardından İsrail’in Gazze’de başlattığı savaş öncesinde bu tutumunu geçici olarak yumuşatmış gibi görünüyordu. Artık bu geçmişte kaldı. Suudi liderler, İsrail ile ilişkilerin ancak bir Filistin devleti kurulması halinde normalleşebileceğini açık bir şekilde ifade ediyor. İsrail’in yakın gelecekte böyle bir şartı kabul etme olasılığı ise neredeyse yok.
Riyad, İsrail’in Suudi halkı, Araplar ve dünya genelindeki Müslümanlar nezdindeki itibarının dibe vurduğunu biliyor. Bu durumda, İsrail’in mevcut lideri Uluslararası Ceza Mahkemesi’nde savaş suçu suçlamalarıyla karşı karşıyayken, ülkenin Uluslararası Adalet Divanı’nda soykırım suçlamalarına yanıt verdiği bir ortamda — ki bunlar Washington’un karşı çıktığı ama engel olamadığı süreçler — İsrail’i kucaklamak siyasi olarak intihar anlamına gelir. Riyad böyle bir bedeli ödemeyecektir. Zaten ortada böyle bir adımın karşılığında alınabilecek bir ödül de görünmüyor.
İsrail’in yalnızca Gazze savaşını sürdürmekte kararlı olmakla kalmayıp, Batı Şeria’daki gerilimi tırmandırmayı da desteklemesi ve Gazze’yi Filistinliler için yaşanmaz hale getirme hedefi açıkça ortadayken, Riyad’ın bu konudaki hesaplaması oldukça mantıklı görünmektedir. İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’nun kısa süre önce Filistin devletinin Suudi topraklarında kurulabileceğini ima etmesi ise işleri daha da zorlaştırdı.
Washington, normalleşme istiyor; ancak bu hedefe ulaşmak için birçok faktörün değişmesi gerektiğini açıkça kabul etmekte isteksiz davranıyor. Bu faktörlerin çoğu ise İsrail’in politikalarıyla ilgili: Başta Filistinlilere yönelik olmak üzere, İran’a ve giderek artan şekilde Suriye’ye karşı tutumu da dahil. İsrail, Esad rejiminin çöküşünün ardından Suriye topraklarına yönelik saldırılarını artırmış ve fiili işgali derinleştirmiş durumda. Tüm bunlar teorik olarak mümkün görünse de pratikte son derece düşük olasılıklar. Bu koşullar sürdükçe, Washington’daki karar alıcıların enerjilerini ulaşılması mümkün olmayan bir anlaşma uğruna tüketmek yerine başka alanlara yönlendirmeleri daha akılcı olacaktır.
Kaynak: warontherocks.com