Ortadoğu yeniden yanıyor. İsrail ile İran arasındaki çatışmalar sadece iki ülkeyi değil, bölgenin tamamını ve dolaylı olarak dünya ekonomisini de sarsacak potansiyele sahip. Bu yangının dumanı Türkiye ekonomisinin üzerine çoktan çökmeye başladı bile.
Savaş, sadece cephenin olduğu yeri vurmaz; piyasalara, güven endekslerine, turizm akışına ve enerji fiyatlarına da sirayet eder. Hele ki enerji ithalatçısı, turizme bağımlı, kur baskısıyla mücadele eden bir ülkeyseniz, çatışmanın faturası katlanarak önünüze gelir.
Petrol Yükselirse, Türkiye Nefes Alamaz
Savaş başladığından bu yana en dikkat çekici gelişme Petrol Fiyatlarındaki dalgalanma oldu. Brent petrol 75 dolardan başlayarak yeniden 90 dolar seviyelerine tırmandı. 100-110 dolarlık fiyatlar ise âdeta bir “felaket senaryosu” gibi konuşuluyor. Neden mi? Çünkü Türkiye enerjide büyük ölçüde dışa bağımlı. Her artan dolar, Cari Açık üzerinde baskı oluşturuyor. Dış ticaret açığı büyürken Enflasyon da yukarı doğru tırmanıyor.
Enerji fiyatlarının yükselmesi sadece sanayi maliyetlerini değil, mutfağımızdaki ekmeği de etkiliyor. Ulaşım, ısınma, üretim ve nakliye… Hepsi zincirleme biçimde maliyetleri artırıyor. Yani savaş, cebimize sessizce sızıyor.
Kur Şoku ve Enflasyon Sarmalı
Jeopolitik risklerin artması, Türk lirasını doğrudan baskılıyor. Kurun yükselmesi, ithalat bağımlısı üretim modelimizde enflasyonu daha da körüklüyor. Sanayi ham maddesinden ilaca, elektronik parçadan gübreye kadar pek çok ürünü dövizle alıyoruz. Kur arttıkça bu malların fiyatı da artıyor. Sonuç: Maliyet enflasyonu ve yaşam pahalılığı.
İhracatçılar için kurun yükselmesi kısa vadede avantaj gibi görünse de, küresel talep daralması ve bölgesel güvensizlik bu avantajı hızla sıfırlayabilir.
Turizme Bulaşan Gölgeler
Bir diğer hassas alan ise turizm. Türkiye, özellikle Körfez ülkeleri ve Avrupa’dan gelen turistlerle turizm gelirlerini toparlamaya çalışıyor. Ancak savaş bölgeye olan güveni sarsarsa, ilk iptal edilen şey uçak biletleri olur. Bu da milyarlarca dolarlık döviz gelirinin kaybı anlamına gelir. 2024’te toparlanma beklentisiyle hareketlenen sektör, yeni bir şokla karşı karşıya kalabilir.
Göç Dalgası Kapıda mı?
Savaşın Suriye, Lübnan veya Irak gibi ülkelere sıçraması durumunda, Türkiye yeni bir göç dalgasıyla karşı karşıya kalabilir. Bu da sosyal ve ekonomik yük demek. Aynı zamanda Avrupa ile pazarlıkların yeniden başlayacağı, iç politikanın mülteci meselesi üzerinden yeniden sertleşeceği bir dönem açılır.
Ne Yapmalı?
Bu ortamda Merkez Bankası’nın faizle ilgili herhangi bir agresif adım atmaması gerektiği düşünülüyor. Belirsizliklerin yoğunlaştığı böyle bir süreçte “pas geçmek”, yani mevcut politikayı korumak en azından piyasada panik yaratmamak açısından daha rasyonel olabilir.
Altın fiyatları da savaş ortamında yukarı yönlü seyrini sürdürüyor. Ancak uzmanlara göre, zaten zirveye yakın olan fiyatlar daha fazla sıçrama imkânı taşımıyor. Yine de güvenli liman arayan yatırımcılar için altın hâlâ ilk tercih.
Diplomasi, Ekonominin Sigortasıdır
Türkiye’nin bu süreçte üstlenmesi gereken rol çok net: Barış için aktif diplomasi yürütmek. Hem bölgenin istikrarı hem de kendi ekonomimizin selameti için bu zorunluluk haline geldi. İsrail-İran çatışmasının büyümesi, sadece askeri değil ekonomik anlamda da Türkiye’yi hedef tahtasına koyar.
Sonuç olarak, savaş sadece mermilerle yapılmıyor. Ekonomik cephe çok daha sinsi ve yıkıcı. Türkiye’nin bu jeopolitik depreme karşı alabileceği en güçlü önlem, denge siyaseti ve bölgesel arabuluculuk olacaktır.