ABD-Çin Savaşı: Uzun Süreli Bir Çatışma Senaryosu Artık Hayal Değil

ABD-Çin Savaşı: Uzun Süreli Bir Çatışma Senaryosu Artık Hayal Değil

Haziran 19, 2025
konu yorum

Yüzyılın büyük çatışmaları bize temel bir gerçeği öğretti: Tüm savaşlar nihayetinde sona erer. Kimi ezici bir zaferle, kimi yıkıcı bir yenilgiyle, kimi de tarih sayfalarına “belirsiz” olarak düşülen ve sonuçları tartışıla gelen bir uzlaşmayla. Ancak, günümüzün karmaşık jeopolitik satrancında, ABD ile Çin arasında patlak verebilecek bir savaşın kısa sürede sonuçlanacağı varsayımı, giderek çürüyen bir efsaneden ibaret.

Neden? Çünkü karşı karşıya gelen iki devlet de geçmişin gölgesinden çok uzakta: Çin, 1950’lerin Kore Savaşı’ndaki mütevazı gücü değil; ABD ise 1990’ların tartışmasız süper gücü olma konumunu çoktan yitirdi. Yeni denklemde, taraflardan birinin diğeri üzerinde hızlı ve kesin bir üstünlük sağlaması neredeyse imkansız. Bu nedenle, böyle bir felaket senaryosu gerçeğe dönüşürse, asıl kritik sorular şunlar olacak: Bu savaş ne kadar sürecek? Ve hangi boyutlara tırmanacak?

ABD-Çin Savaşı: Uzun Süreli Bir Çatışma Senaryosu Artık Hayal Değil

Modern Savaşın Yeni Yüzü

Günümüzde savaşlar, sadece kurşunla, tankla ya da uçakla yürütülen çatışmalar olmaktan çıktı. Stratejik simülasyonlar ve akademik analizler, Tayvan gibi bir kriz başlığında çıkacak nın klasik “çatış ve bitir” modeline uymayacağını açıkça ortaya koyuyor. Bu tür bir savaşın seyri; aylarla değil, yıllarla ölçülebilecek kadar uzun sürebilir. Dahası, savaşın boyutu yalnızca askeri değil; , , ve psikolojik alanlara da yayılacak şekilde genişleyebilir.

Bu yeni savaş tipi, bir yönüyle Soğuk Savaş’ı andırıyor: ideolojik ayrışmalar, küresel ittifaklar ve vekil güçler aracılığıyla sürdürülen dolaylı mücadeleler… Ancak benzerlik burada sona eriyor. Bugünün savaşları, çok daha fazla teknoloji barındırıyor, çok daha fazla ekonomik bağımlılığı hedef alıyor ve diplomasiye geçmişte olduğundan daha az yer bırakıyor. Üstelik nükleer korkunun yerini, toplumsal istikrarsızlık ve sistem çöküşü korkusu almış durumda.

Bir zamanlar savaşlar toprak elde etmek için yapılırdı. Oysa bugün savaşlar, veri akışını kontrol etmek, tedarik zincirlerini kesintiye uğratmak, rakip devletin ekonomik nefes borularını tıkamak için yapılıyor. Güç artık zırhlı birliklerle değil, fiber optik hatlarla taşınıyor. Uydu ağları, yapay zekâ sistemleri, dijital para altyapıları ve küresel lojistik merkezleri yeni hedef tahtaları.

Bu nedenle modern savaş, sadece generallerin ve askerlerin değil; mühendislerin, yazılımcıların, ekonomistlerin ve hatta halkla ilişkiler uzmanlarının bile sahne aldığı çok katmanlı bir mücadeleye dönüşmüş durumda. Devletler artık yalnızca nı değil, küresel kamuoyunu da yönetmek zorunda. Çünkü savaşın kazanılması, artık düşmanı bozguna uğratmaktan çok, onun sistemini sürdürülemez hale getirmekle ölçülüyor.

Ve belki de en çarpıcısı şu: Silahların sustuğu yerde bile savaş devam ediyor. Siber alanda, algoritmalar arasında, ekonomik göstergelerin iniş çıkışlarında…

ABD-Çin Savaşı: Uzun Süreli Bir Çatışma Senaryosu Artık Hayal Değil

Dört Yolun Dördü de Çıkmaz Sokak

Uzun soluklu bir ABD-Çin savaşının en olası dört senaryosu da, her iki dev için de “zafer” değil, derin bir yıpranma vaat ediyor. Bu yolların dördü de çıkmaza çıkıyor:

  1. Proksi Savaşlar mı? Afganistan’ın karanlık vadileri, bu stratejinin nasıl bir bataklığa dönüşebileceğinin acı bir kanıtı.

  2. Üçüncü Topraklarda Doğrudan Çarpışma mı? Kore’nin donmuş cepheleri ve Vietnam’ın ormanlarından yükselen hâlâ taze olan hayaletler, bu seçeneğin bedelini hatırlatıyor.

  3. Sınırlı Çatışma mı? Kontrolü en zor, tırmanma riski en yüksek olan senaryo bu. Bir kıvılcım, beklenmedik yangınlara nasıl dönüşür?

  4. Tırmanmanın Sınırlandırıldığı Savaş mı? Peki ama kim, kime, ne zaman güvenecek? Böylesi bir felaket senaryosunda “kontrollü tırmanış” naif bir ütopya olmaktan öteye geçebilir mi?

Nükleer Değil, Sürüncemede Kalan Savaş

Artık büyük bir savaşın kıyamet senaryosuna, yani nükleer yıkıma ulaşmasına gerek yok. 21. yüzyılın savaşları, toplumları bir gecede yok etmiyor; onları yavaş yavaş tüketiyor, sistemlerini içten çökertiyor. Yani asıl yıkım, bir bombanın değil, sürekliliği kesintiye uğramış bir düzenin sonucu olarak ortaya çıkıyor.

ABD ile Çin arasında çıkabilecek bir savaşın en gerçekçi senaryosu, klasik bir cephe savaşından çok, uzun süreli bir yıpratma mücadelesi olacak gibi görünüyor. Bu savaşta cephenin sınırları belirsiz, silahların sesi ise sessiz. Tüketici güveni, sosyal medya manipülasyonu, borsa dalgalanmaları, enerji fiyatlarındaki oynaklık ve küresel ticaret zincirlerindeki kırılmalar… Hepsi bu yeni savaşın mühimmatları arasında.

Bu şartlarda “zafer”, düşmanı askeri olarak yenmekten ziyade, onun ekonomik yapısını bozmak, halkın zihinsel direncini kırmak ve toplumsal istikrarını zedelemek anlamına geliyor. Sosyal medya platformlarında yayılan bir söylenti, bir ülkenin para biriminden daha hızlı değer kaybettirebiliyor. Enerji piyasasındaki bir sarsıntı, cephedeki bir tank tugayından daha fazla panik yaratabiliyor.

Daha da önemlisi, bu tarz bir savaşta zafer ve yenilgi net çizgilerle ayrılmıyor. Taraflar savaşı sona erdirdiklerinde, belki de hiç kimse tam anlamıyla kazanmış olmuyor. Bir taraf üretim gücünü kaybederken diğer taraf jeopolitik itibarını yitiriyor. Ekonomik kırılganlıklar, demografik stres, iç siyasal çalkantılar – tüm bunlar savaşın sessiz ama kalıcı sonuçları olarak ortaya çıkıyor.

Modern çağda savaşı kazanmak, artık düşmanı yere sermek değil; onu sürekli ayağa kalkmak zorunda bırakan bir tükenmişlik döngüsüne sokmak demek. Silahların değil, sürekliliğin testi yapılıyor artık. Ve bu testte, her ülkenin dayanıklılığı değil, sabrı ölçülüyor.

Sonuç Olarak: Yeni Bir “Barış” Tanımı Lazım

Modern çağın savaşları öyle karmaşık, öyle yaygın ve öyle uzun soluklu hale geldi ki, artık klasik bir “zafer” ya da “yenilgi” tanımı yapmak imkânsızlaşıyor. Taraflar, ne tam anlamıyla kazanıyor ne de tamamen kaybediyor. Herkes, kaynaklarını tüketmiş, toplumsal dokusu yıpranmış, siyasal enerjisi tükenmiş halde masaya oturuyor. Ve buna “barış” deniyor.

Oysa bu yeni tür barış, geçmişin galip ve mağlup ilişkisini kurmaktan çok uzak. Bu barış, çoğu zaman sadece bir mola… Daha büyük bir savaşın ekonomik, teknolojik ve psikolojik altyapısını inşa etmek için verilen geçici bir ara. Taraflar yıkımı durdurmuyor, yalnızca erteliyor. Ve en kötüsü: Bu molada herkes silahlarını değil, sistemlerini yeniden programlıyor.

Bugün kısa süren savaşlar, sadece tarih kitaplarında yer bulan nostaljik anlatılara dönüşmüş durumda. Artık asıl mesele, toplumların, orduların ve rejimlerin uzun savaşlara ne kadar hazırlıklı olduğu. Bu hazırlık sadece cephane stoklarıyla değil; psikolojik dirençle, ekonomik adaptasyonla ve kamuoyunu yönetme kapasitesiyle ölçülüyor.

Yeni dünya düzeninde “barış” belki de hiçbir zaman eski anlamını kazanamayacak. Çünkü savaşların biçimi değişti; bir süreklilik haline geldi. Şimdi esas soru şu: Sürekli savaş halini “barış” diye yutturan bu yeni sistemin içinde, gerçekten barış isteyen bir aktör kaldı mı?

Latest from DÜNYA

Savaşın Gölgesinde Türkiye Ekonomisi: İran-İsrail Gerilimi Bizi Nereye Götürür?
Önceki Hikaye

Savaşın Gölgesinde Türkiye Ekonomisi: İran-İsrail Gerilimi Bizi Nereye Götürür?

US-China War: A Long-Term Conflict Scenario Is No Longer a Fantasy
Sonraki Hikaye

US-China War: A Long-Term Conflict Scenario Is No Longer a Fantasy

Git

Don't Miss