Gözler bu ay Rusya’nın Kazan kentinde yapılan ve yeni genişletilmiş BRICS’in ilk zirvesine çevrilmişti. Grubun kuruluşundan bu yana, Brics’in ideolojik veya tarihi bir birlikten ziyade, kısa vadeli ve pragmatik çıkarlara dayanan bir “çıkar evliliği” olup olmadığı tartışılıyor.
Eleştirmenler, Brics’in küresel sistemi yeniden şekillendirme ve Batı hegemonyasına karşı durma amacına rağmen, mevcut uluslararası düzene meydan okuyacak ve hedeflerine etkili bir şekilde ulaşacak yapısal güce sahip olmadığını savunuyor. Durum böyleyse, neden 30’dan fazla ülke Brics üyeliğine ilgi gösteriyor ya da katılmak istiyor? Neden Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Antonio Guterres de dahil olmak üzere birçok dünya lideri bu yılki zirveye katıldı?
Yapısal güç kavramı, uluslararası düzende gücün nasıl işlediğini açıklar. Devletlerin veya devlet dışı aktörlerin, diğer devletlerin, kurumların ve bireylerin etkileşimlerini düzenleyen genel çerçeveyi şekillendirme yeteneğini ifade eder.
Bu güç, dünya düzeninde kuralları belirleyerek devletlerin seçeneklerini, davranışlarını ve tercihlerini etkiler. Yapısal güce sahip varlıklar, uluslararası ilişkilerin dinamiklerini, ekonomik uygulamaları ve politika kararlarını önemli ölçüde şekillendirebilir. ABD ve diğer Batı güçleri, güvenlik, üretim, finans ve bilgi gibi temel alanlarda yapısal güç kullanarak küresel düzeni kendi çıkarlarına göre yönlendirmiştir. Bu yapısal güç, Batı değerleriyle uyumlu olan devletlerin gelişmesini kolaylaştırırken, farklı çizgide olanların yaptırımlar veya izolasyonla karşılaşmasına neden olur.
Brics’i yapısal güç çerçevesinde değerlendirirsek, grubun alternatif bir dünya düzeni kurma kapasitesinden yoksun olduğu açıktır. Ancak, Brics’i ilişkisel güç merceğinden incelersek, grubun diğer devletlerin ve devlet dışı aktörlerin davranışlarını ve kararlarını etkin bir şekilde etkilediğini görebiliriz. İlişkisel güç, başkalarını etkileme ve ilişkiler kurarak kümülatif olarak hedeflere ulaşma yeteneğini ifade eder.
İlişkisel güç, spesifik ve durumsal nitelikte olup bireysel devletler veya devlet grupları arasındaki dinamikler içinde işler. Bu güç genellikle ikna, diplomasi, ekonomik etki ve ortak bir pozisyon belirleme gibi yöntemlerle uygulanır.
Kazan’daki Brics zirvesinde 23 Ekim’de Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ile Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın bir araya gelmesi bu ilişkisel gücün bir örneğidir. Brics’in ilişkisel gücü, iş birliğini teşvik etme, ortaklıklar kurma ve küresel yönetişimi etkileme kapasitesini sağlar. Bu sayede, grubun dünya sahnesindeki önemi giderek artmakta, yapısal güç anlamında sınırlamalarla karşılaşsa bile, ilişkisel güç sayesinde uluslararası dinamiklerde kendi üyelerinin çıkarlarını savunmakta ve yerleşik normlara meydan okumaktadır.
Çok boyutlu ve katmanlı ilişkisel güç biriktiğinde, Brics ya yapısal güç kazanacak kadar güçlenebilir ya da mevcut güç yapısında reformlar için baskı oluşturabilir.
Birinci olarak, Brics şu anda dünya gayri safi yurtiçi hasılasının en az %35’ini ve dünya nüfusunun %45’ini oluşturarak, G7’nin %10’unun oldukça ötesine geçmiştir. Brics, nüfus açısından küresel Güney’in ve küresel çoğunluğun temel temsilcisi haline gelmiştir.
İkinci olarak, Brics dünya enerji rezervlerinin büyük bir bölümüne sahiptir. Bu durum, uzun vadeli satın alma anlaşmaları ve yerel para birimlerinin kullanımı gibi mekanizmalar için yeni fırsatlar yaratmaktadır. Bu gelişmeler, ABD’nin petrol ve gaz fiyatları üzerindeki kontrolüne meydan okuyabilir ve petrodoların sonunu işaret edebilir.
Üçüncü olarak, Birleşik Arap Emirlikleri’nin egemen varlık fonunun yıl sonuna kadar 2 trilyon dolara ulaşması beklenmektedir. Bu tek başına, Yeni Kalkınma Bankası’nın Batı merkezli finansal kurumlara karşı konumunu önemli ölçüde güçlendirebilir. Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, Brics ülkelerinin Swift’e alternatif oluşturmadıklarını söylemiş olsa da, grup için bir ödeme sistemi kurma önerisi – uygulanırsa – ABD dolarının hakimiyetine meydan okuyabilir.
Dördüncü olarak, Çin’in Kuşak ve Yol Girişimi gibi ekonomik ilişkileri yoluyla sahip olduğu ilişkisel güç, küresel ekonomik sistemi yeniden şekillendirerek ticaret ve yatırım normlarını değiştirmekte ve mevcut finansal kurumların otoritesine meydan okumaktadır.
Beşinci olarak, Hindistan Dörtlü Güvenlik Diyaloğu’nun bir üyesi olmasına rağmen, Batı’nın Moskova’yı izole etme baskısına rağmen Rusya ile ticarete devam etmiştir. Bu tutum, Hindistan’ın stratejik özerklik, ekonomik çıkarlar ve Rusya ile uzun süredir devam eden savunma ve enerji bağlarına olan bağlılığından kaynaklanmaktadır. Çin ile son dönemde artan yakınlaşma, Hindistan’ın Batı ile ilişkilerinde denge sağlama çabasının bir parçası olarak dikkat çekmektedir.
Altıncı olarak, Çin ve Brezilya gibi Brics ülkeleri, Ukrayna savaşına tarafsızlık, egemenlik ve müzakere vurgusuyla yaklaşmıştır. Bu tutum, Güneydoğu Asya Uluslar Birliği (ASEAN) gibi oluşumların savaşa yönelik tutumlarını etkilemiştir.
Son olarak, Türkiye’nin Brics’e katılma isteği, güç dengesi ve jeopolitik karmaşıklıkları vurgulamaktadır. Brics açısından Türkiye’nin üyeliği, grubun etkisini artırabilir ve çok kutuplu bir dünya düzenini teşvik etme hedeflerine katkı sağlayabilir. Türkiye için Brics üyeliği, ortaklıklarını çeşitlendirme ve diplomatik nüfuzunu güçlendirme fırsatını sunarak kendisini Doğu ve Batı arasında bir köprü olarak konumlandırabilir. Ancak Türkiye, bu durumda NATO üyesi olarak konumunu zorlama riskiyle karşı karşıya kalacaktır.
Brics, yalnızca maddi yeteneklerden değil, aynı zamanda bağlantılar kurma, alternatif kurumlar oluşturma ve yükselen ekonomiler arasında paylaşılan hedefleri koordine etme yoluyla ilişkisel güç biriktirmektedir.
Kaynak link: scmp.com