Millet olarak derin bir acının içindeyiz, fakat tarih boyunca karşılaştığımız sayısız zorlukta olduğu gibi, devletimizin bu süreçte de dimdik ayakta kalacağına ve varlığını sürdüreceğine olan inancımız tamdır. Anadolu toprakları, yalnızca medeniyetlerin beşiği değil, aynı zamanda dünyanın en stratejik ve en zor coğrafyalarından biri olmuştur. Bu coğrafyanın getirdiği avantajlar kadar bedelleri de ağırdır; savaşlar, işgaller, saldırılar ve doğal felaketler bu toprakların ayrılmaz bir parçası haline gelmiştir. Tarih boyunca her bir kriz, milletimizin bir kez daha kenetlenmesine vesile olmuş, devletimizin direncini pekiştirmiştir. Ancak her seferinde acıyı aynı yoğunlukta yaşamaktan kaçamıyoruz; yaralar hep taze, her kaybımız kalbimizde derin izler bırakıyor.
Son dönemde devletimiz, özellikle bu zorlu bölgede güvenliği sağlamak ve terörle mücadelede kararlı bir duruş sergilemek adına önemli adımlar attı. Yürütülen operasyonlar, alınan stratejik kararlar, terör örgütlerine karşı gösterilen sert tavır, hepimizin tanık olduğu bir gerçek. Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin yaptığı son açıklamalar da bu sürecin bir parçası olarak görülebilir. Son yaşanan terör saldırısı, devletimizin güçlü duruşuna bir tepki olarak nitelendirilebilir. Bu tür hain saldırılar, terör örgütlerinin Türkiye’nin kararlılığına ve bölgedeki direncine karşı bir misillemesi olabilir.
Ne yazık ki bu saldırılar, toplumumuzun olayları derinlemesine değerlendirme kapasitesinin ne kadar eksik olduğunu da bir kez daha gözler önüne serdi. Özellikle sosyal medyada yayılan aceleci ve sorumsuz yorumlar, her kriz anında olduğu gibi bu olayda da ön plana çıktı. Güvenlik güçlerimizin fedakârca çalışmaları sorgulanıyor, “Böylesi bir tesisi özel güvenlik mi koruyor, özel harekât nerede?” gibi sorularla hızlı yargılara varılıyor. Bu tarz yorumlar, hem güvenlik güçlerinin çabalarını göz ardı ediyor hem de olayların karmaşıklığını tam anlamıyla kavrayamıyor. Güvenlik güçlerimiz, bu zorlu görevi en yüksek hassasiyetle yerine getirirken, onların emeğini gölgelemeye çalışan bu tür açıklamalar, milli birliğimize zarar veriyor.
Cumhurbaşkanımızın son dönemlerdeki açıklamaları da gösteriyor ki, Türkiye’nin etrafında şekillenen bölgesel krizler giderek daha karmaşık bir hal alıyor. İsrail’in Filistin’e yönelik orantısız güç kullanımı ve soykırım boyutuna ulaşan saldırıları, bölgedeki dengeleri altüst etti. Savaşın Lübnan’a sıçraması ise sadece bölgeyi değil, Türkiye’yi de derinden etkiliyor. Türkiye’nin hem tarihsel hem de jeopolitik açıdan bu denklemin dışında kalması düşünülemezdi. ABD ve İsrail’in, Türkiye’nin BRICS’e yakınlaşması ve Suriye rejimiyle ilişkileri yeniden düzeltme hamlelerinden duyduğu rahatsızlık ise oldukça açık. Bu diplomatik hamlelerin, Türkiye’nin bölgedeki stratejik ağırlığını artırması, bazı güçlerin tepkisini çekti. BRICS zirvesi sırasında yaşanan terör saldırısının bu rahatsızlığın bir sonucu olduğu ihtimali göz ardı edilmemelidir.
Bu bağlamda, bölgede yeniden şekillenen güç dengeleri, Türkiye’nin jeopolitik konumunu daha da kritik hale getiriyor. Türkiye, bir yandan iç tehditlerle mücadele ederken, diğer yandan dış politikada sağlam bir duruş sergilemek zorunda. Ancak tüm bu zorluklar, Türkiye’nin iradesini zayıflatmak yerine daha da güçlendiriyor. Tarihimiz, her türlü tehdidin üstesinden gelme gücüne sahip olduğumuzu kanıtladı ve bugün de bu gerçek değişmeyecek: Devletimiz güçlü, milletimiz ise dayanıklıdır. Bizi bölmeye, zayıflatmaya çalışanlar her zaman karşılarında birleşmiş bir Türkiye bulacaktır. Ne olursa olsun, bu topraklarda devletimiz varlığını sürdürecek, düşmanlarına boyun eğmeyecektir.
Bu durumu daha iyi anlamak adına medyada yer alan bazı örnekler de oldukça dikkat çekici. TRT 1’de yayınlanan “Teşkilat” dizisinde savunma sanayimize yönelik saldırı planlarının senaryolaştırılması, tesadüf olmaktan ziyade gerçek olayların bir yansıması olarak değerlendirilebilir. TUSAŞ gibi kritik savunma sanayii kuruluşlarımıza yönelik tehditler ve yeni nesil uçak teknolojisi projelerimize dair hain planlar, aslında Türkiye’nin bölgedeki yükselen gücüne karşı dış kaynaklı tepkilerin bir parçasıdır. Bu tür saldırılar, ülkemizin savunma sanayii alanındaki başarılarını baltalamaya çalışan unsurların varlığını göstermektedir.
Özellikle MİT Başkanımız İbrahim Kalın’ın görevine atanmasının ardından yürütülen başarılı operasyonlar da bazı çevrelerin tepkisini çekiyor. Sosyal medyada bu başarıları itibarsızlaştırmaya yönelik yapılan paylaşımlar, aslında Türkiye’nin doğru yolda olduğunu gözler önüne seriyor. Hem içeriden hem de dışarıdan gelen bu saldırılar, Türkiye’nin bölgedeki gücünü zayıflatmayı amaçlıyor. Ancak bu saldırılar, aksine, Türkiye’nin haklı mücadelesinin bir göstergesi ve bölgedeki stratejik hamlelerinin ne kadar isabetli olduğunu kanıtlıyor.
Türkiye’nin jeopolitik duruşu, bölgedeki dengeleri değiştiren güçlü bir etkiye sahip. Ülkemizin savunma sanayii alanında attığı adımlar, terörle mücadeledeki kararlılığı ve uluslararası arenada sergilediği diplomatik manevralar, bazı güçleri rahatsız etse de Türkiye bu yolda ilerlemeye devam edecektir. Tarih, milletimizin bu zorlukları aşacak dirayete sahip olduğunu göstermiştir ve bu da bir kez daha kanıtlanacaktır. Türkiye Cumhuriyeti, her türlü zorluğa rağmen varlığını sürdürecek, güçlü bir devlet olarak dünya sahnesindeki yerini koruyacaktır.