Türkiye’de kamu işçileri yeni bir toplu sözleşme sürecine girmiş durumda. Ancak bu yıl pazarlık masasındaki tansiyon oldukça yüksek. TÜHİS’in (Türkiye Ağır Sanayi ve Hizmet Sektörü Kamu İşverenleri Sendikası) 2025 için önerdiği zam oranları – ilk 6 ay için yüzde 16, ikinci 6 ay için yüzde 8 – ne enflasyonla mücadele eden işçinin cebine nefes aldırıyor ne de sendikaların taleplerine yaklaşabiliyor. 2026 için önerilen yüzde 7 ve yüzde 5’lik artış ise, bugünden bakıldığında adeta yok hükmünde.
Türk-İş ve Hak-İş’in Şubat ayında sundukları teklif, günlük ücretin 1800 liraya yükseltilmesini, ardından sırasıyla yüzde 50, yüzde 25 ve refah payı olarak yüzde 10’luk artışları içeriyordu. Aradaki fark yalnızca teknik bir pazarlık değil; sınıfsal bir gerilim, ekonomik adaletin tartışması.
Peki şimdi ne olacak?
İşçi sendikaları bu teklifleri ‘kabul edilebilir değil’ diyerek net bir tavır aldı. Çalışma Bakanlığı ve Hazine önünde yapılacak eylemler yalnızca simgesel birer duruş değil; aynı zamanda Ankara’ya açık bir mesaj: “Bu ücretlerle hayatı sürdürebilmek artık mümkün değil.”
İşçi Bu Zamlardan Tatmin Olur mu?
Sorunun yanıtı basit: Hayır. Çünkü bugün yalnızca enflasyon rakamları değil, temel tüketim ürünlerine erişim de ciddi biçimde zorlaştı. Gıda fiyatları, kiralar, ulaşım masrafları her ay yeniden yazılıyor. Yıllık enflasyonun yüzde 75’leri gördüğü bir ülkede yüzde 7’lik artış teklif etmek, işçiye “geçinme” değil, “katlan” demektir.
Ayrıca kamu işçileri, yalnızca ücretlerini değil, sosyal haklarını da koruma mücadelesi veriyor. Refah payı, ikramiyeler, çalışma saatleri, özlük hakları gibi pek çok konu bu görüşmelerin kapsamı içinde. Bu nedenle zam oranları, yalnızca bir rakamdan ibaret değil; bir yaşam standardı meselesidir.
Türkiye’de İşçiler Haklarını Alabiliyor mu?
Ne yazık ki, hayır. Türkiye’de sendikalı işçi oranı hala düşük, toplu sözleşme hakkı çoğu sektörde yalnızca kâğıt üstünde var. Üstelik grev hakkı anayasal güvence altında olsa da, sıkça erteleniyor ya da yasaklanıyor. İşçi temsilcileri çoğu zaman siyasetin ve bürokrasinin gölgesinde kalıyor.
Sendikal mücadelenin zayıfladığı, iş güvencesinin tırpanlandığı bir ortamda “kamu işçisi” olmak bile artık bir ayrıcalık gibi görünüyor. Ancak bu ayrıcalık da günbegün eriyor. TÜHİS’in teklifleri, işçiyi enflasyon karşısında korumuyor; aksine, eriyen alım gücünü daha da aşağıya çekiyor.
Sonuç: Bu Pazarlık Bir Mücadeleye Dönüşebilir
Türk-İş Başkanı Ergün Atalay’ın “Sıcak bir yaz bizi bekliyor” ifadesi sıradan bir sendikal söylem değil; bu yazın sosyal mücadeleler açısından hareketli geçeceğinin sinyali. İşçiler yalnızca ücret için değil, onurlu bir yaşam ve adaletli bir paylaşım için meydanlarda olacak gibi görünüyor.
Eğer hükümet ve kamu işverenleri bu gerçeği görmezden gelirse, bu toplu sözleşme süreci yalnızca ekonomik değil, siyasi bir krize de dönüşebilir. Zira emeğin yok sayıldığı bir düzenin toplumsal meşruiyeti uzun vadede sürdürülebilir değildir.