Cumhurbaşkanı Erdoğan, geçtiğimiz günlerde yaptığı konuşmada Atatürk’ün 1920’de TBMM’nin açılışı için gönderdiği telgrafı hatırlattı. Telgrafın içeriği sıradan değildi. Hacı Bayram’da kılınacak cuma namazı, Buhari-i Şerif okunması, Mevlid-i Şerif, salavat-ı şerife, sancak-ı şerif gibi açıkça İslamî sembollerle örülmüş bir açılış merasimi çağrısıydı. Erdoğan bu telgrafı CHP Genel Başkanı Özgür Özel’i eleştirirken gündeme getirdi: “O telgrafı tekrar tekrar okusun,” diyerek…
Bu hatırlatma bir tesadüf değil. Ne zaman CHP “laik refleksle” konuşsa, AK Parti kanadından Atatürk’ün dinî yönüne vurgu yapan bir karşı-Atatürkçülük yükseliyor. Ama bu, klasik bir İslamcı eleştiri değil. Aksine, Atatürk’ün dinsel meşruiyet üzerinden yeniden inşa edildiği, devlete içkin yeni bir söylem tarzı.
KonuYorum yazarı Hayati Esen’in uzun süredir dikkat çektiği “Kemalist İslamcılık” tam da bu dönüşümü tarif ediyor. Ne salt Kemalizm, ne de klasik İslamcılık… Her ikisinin harmanlandığı, devlet aklının yeni bir biçimi. Bu biçim, Atatürk’ü salt bir “laik Cumhuriyet kurucusu” olmaktan çıkarıp, aynı zamanda “mümin bir lider”, “İslam sancağının taşıyıcısı” gibi imgelerle yeniden anlamlandırıyor.
Erdoğan’ın o telgrafı bugün hatırlatması, sadece CHP’ye cevap vermek değil; aynı zamanda kurumsal İslamcılığı, Kemalist devlet formu içinde meşrulaştırma hamlesidir. Bu türden göndermelerle “bakın Atatürk de dinî sembolleri önemsiyordu” mesajı verilerek, İslamî retoriğin devlet geleneğiyle uyumlu olduğu fikri pekiştiriliyor. Böylece hem muhafazakâr kesim hem de Atatürkçü kitle aynı çerçevede tutulmaya çalışılıyor.
Bu dilin gücü, sadece sembollerde değil; kurumsallaşma düzeyinde de kendini gösteriyor. Diyanet’in büyüyen gücünde, eğitim müfredatında, hutbelerde, hatta kamusal törensellikte bile bu harmanlamayı görmek mümkün. Erdoğan’ın telgraf çıkışı bu açıdan sadece bir hatırlatma değil; devleti yeniden tanımlayan bir hat çizgisidir.
Atatürk’ü laikliğin simgesi olarak değil, Kur’an ve Buhari ile Meclis açtıran bir lider olarak yeniden kodlayan bu zihniyet, modern Türkiye’nin temel çelişkisini yeniden üretiyor: Din ve devlet arasındaki mesafenin, biri diğerini yutarak ortadan kalkması.
Hayati Esen’in de ifade ettiği gibi, Kemalist İslamcılık bugün artık bir düşünsel tartışma değil; devletin günlük dili, sembolizmi ve siyasi reflekslerinin ta kendisi. Ve bu yeni dönem, sadece AK Parti’nin değil, Türkiye Cumhuriyeti’nin yeni karakterini biçimlendirme iddiasında.