Lübnan, tarih boyunca bölgesel ve küresel güçlerin etkisiyle şekillenen, karmaşık bir yapıya sahip. Bugün yaşadığı sorunların kökeni, ülkenin kuruluşuna kadar uzanıyor. Fransızlar tarafından Ortadoğu’da bir Hristiyan devleti olarak kurgulanan Lübnan, demografik yapısının getirdiği karmaşıklıklar nedeniyle bu hedefi gerçekleştiremedi. Özellikle, Osmanlı döneminde “Cebel-i Lübnan” olarak bilinen Hristiyan Marunilerin yoğun olduğu bölgeye, Sünni ve Şii nüfusun eklenmesi, Lübnan’ın etnik ve dini yapısında bir çeşitliliğe yol açtı. Bu çeşitlilik, bir zenginlikten çok bir sorun kaynağı haline geldi; çünkü hiçbir grup devlete tek başına hâkim olabilecek çoğunluğa ulaşamadı. Sonuç olarak, ülkedeki her grup dışarıda kendisine bir hami bulmaya çalıştı ve bu dış destek arayışları, Lübnan’ın bölünmüş yapısını daha da derinleştirdi.
Lübnan’daki bu kimlik mücadelesi, sadece yerel bir sorun olarak kalmadı. Ülkedeki her grubun dışarıdan aldığı destek, bölgesel ve küresel güçlerin de sahaya inmesine neden oldu. Bu durum, Lübnan’ın iç istikrarsızlığının bölgesel aktörleri etkilediği gibi, dışarıdaki güçlerin çekişmesinin de Lübnan’a yansımasına yol açtı. Bu nedenle, Lübnan bir yandan kendi kimlik krizini aşmaya çalışırken, diğer yandan da dış müdahalelerle baş etmek zorunda kaldı.
Lübnan’ın Zayıf Devlet Yapısı ve Ekonomik Çöküş
Lübnan’ın en önemli sorunlarından biri, zayıf devlet yapısıdır. Ordusu bir güvenlik gücü olmaktan ziyade, bir polis teşkilatı gibi işlev görmektedir. Bu zayıflık, hem içerdeki grupların dışarıdan destek aramasına, hem de dış güçlerin ülkedeki nüfuz mücadelesini artırmasına zemin hazırlamıştır. Ülkenin siyasi sistemi, demografik dengeler üzerine kurulmuş olup, 1932 yılında yapılan son nüfus sayımından bu yana ciddi bir değişim yaşamamıştır. Ancak demografik dengelerin çoktan değişmiş olması, bu sistemi sürdürülemez hale getirmiştir. Yeni bir nüfus sayımı yapılması ise adeta bir iç savaş demek; çünkü bu, Lübnan’daki güç paylaşımını köklü bir şekilde yeniden düzenlemeyi gerektirir ve mevcut siyasi yapılar bu duruma direnç göstermektedir.
2019 sonrası Lübnan, ekonomik olarak tam anlamıyla çökmüş bir halde. Ülkenin yaklaşık %70’i fakirlik sınırının altında yaşıyor ve işleyen bir devlet mekanizması kalmamış durumda. Hükümet geçici, cumhurbaşkanlığı makamı yıllardır boş, yargı sistemi ise işlemiyor. Enflasyon o kadar yüksek ki, bir zamanlar 1300 dolar maaş alan emekli bir asker bugün 50 dolardan daha az bir gelirle geçinmeye çalışıyor. Bu ekonomik yıkım, toplumsal gerilimleri daha da artırıyor. Birçok Lübnanlı ülkeden göç etmek zorunda kalmış durumda ve bu göç dalgası 1800’lerin ikinci yarısından itibaren yaşanan iç savaşlardan bu yana sürekli olarak devam ediyor. Bugün sadece Brezilya’da 8 milyon Lübnan asıllı insan yaşamakta ve bu sayı, Lübnan’ın içindeki nüfusun neredeyse iki katına ulaşmış durumda.
İsrail’in Stratejik Planları: Lübnan ve Filistin’e Yönelik Saldırılar
İsrail’in Lübnan ve Filistin’e yönelik stratejik hedefleri, yalnızca belli gruplara yönelik değil, bölgedeki tüm direniş hareketlerini hedef alacak şekilde genişliyor. İsrail’in temel stratejisi, kendisine meydan okuyan hiçbir yapının varlığını sürdürmesine izin vermemek. Bu strateji kapsamında İsrail, Hizbullah’ı ve diğer direniş gruplarını bahane ederek Lübnan’ın güneyini sistematik olarak hedef alıyor. Bu bölgelerde yaşayan sivillere önce yer değiştirme çağrısında bulunan İsrail, ardından bu bölgelere saldırı düzenliyor. Tıpkı Gazze’de olduğu gibi, önce kuzeyi, sonra ortayı ve en sonunda güneyi boşaltmaları istenen halk, nereye gitse saldırılara maruz kalıyor.
Ancak İsrail’in bu yayılmacı stratejisi, uluslararası arenada tepki çekmeye başladı. Geçmişte olduğu gibi, İsrail’in saldırgan politikaları belli bir noktadan sonra geri adım atmak zorunda kalabilir. Örneğin, 2021 yılındaki savaşta ABD Başkanı Biden, İsrail’in kara harekâtına izin vermemiş ve İsrail 11 gün içinde geri adım atmak zorunda kalmıştı. İsrail’in en büyük korkularından biri, dünyadan tecrit edilme riski ve uluslararası imajının zedelenmesi. Bu nedenle, Batılı müttefiklerinin desteği olmadan Lübnan’a yönelik daha kapsamlı bir harekât başlatması zor görünüyor. Özellikle Fransa ve diğer Batılı güçler, İsrail’in bu yayılmacı politikasına “yeter” diyebilir ve bu, İsrail’i durmaya zorlayabilir.
Lübnan’ın Geleceği: Çıkış Yolu Var mı?
Lübnan, zayıf devlet yapısı, ekonomik çöküş ve demografik krizlerle baş etmeye çalışırken, aynı zamanda bölgesel güçlerin nüfuz mücadelesinin de tam ortasında kalmış durumda. İsrail, Lübnan’a yönelik saldırılarını sürdürecek gibi görünse de, bu müdahaleler her seferinde daha fazla uluslararası tepkiyle karşılaşıyor. İsrail’in, Amerika’nın ve Körfez ülkelerinin desteği olmadan bu operasyonları sürdürmesi zor. Aynı zamanda, Lübnan’daki siyasi ve ekonomik yapının bu şekilde devam etmesi de imkânsız gibi görünüyor. Ülkenin, kimlik krizini çözmeden, dış müdahalelerden bağımsız bir yapı oluşturması ise oldukça zor bir ihtimal.
Sonuç olarak, Lübnan, tarihinin en zor dönemlerinden birini yaşıyor. İsrail’in bölgedeki yayılmacı politikaları ve Lübnan’ın iç sorunları, ülkeyi derin bir krizden çıkamayan bir yapıya dönüştürdü. Ancak bu durumun sürdürülebilir olmadığı da ortada. Uluslararası toplumun devreye girmesi ve Lübnan’ın iç yapısında köklü reformların yapılması, belki de ülkenin bu krizden çıkmasının tek yolu olabilir.
Bu zorlu süreçte Lübnan’ın, dışarıya bağımlı yapısından kurtulması, kendi ayakları üzerinde durabilen bir devlet haline gelmesi, ancak uzun vadeli ve çok yönlü bir çözümle mümkün olabilir