Bugün Gazze’de yaşananlar, Burûc Suresi’nde bahsedilen Ashâb-ı Uhdûd kıssasına çok benziyor. O dönemde müminler diri diri ateşe atılmıştı! Şimdi de Gazze halkının şehadet anlarını her gün televizyon ekranlarında ve sosyal medyada izliyoruz. Bilim insanlarından entelektüellere, sivil toplum kuruluşlarından İslam ve Arap devletlerine kadar herkes bu trajik olayları yalnızca seyretmekle yetiniyor, her kesim farklı bahanelerle bu durumu görmezden gelmeye çalışıyor. Ancak tüm bu karamsarlığın içinde umut veren tek şey, dünyanın birçok halkının Filistin için birleşmiş olması.
Siyonizm, dünyada güç kazanmaya başladığında, liderleri devasa servetlerle ve etkileyici hikayelerle İstanbul’a, Osmanlı İmparatorluğu’nun başkentine geldiler. Siyasetçiler ve yazarlar üzerinde çeşitli oyunlarla etkili oldular, Yahudilerin Avrupa ve Rusya’da yaşadıkları zulümleri Osmanlı basınında “mazlum halk” imajı yaratarak anlattılar ve Osmanlı topraklarında yerleşme planlarını gizlice uygulamaya koydular.
O dönemde Osmanlı basınında Siyonizmin tehlikelerini ilk kez gündeme getiren kişi Ebüzziya Tevfik oldu. Bu konuda bir kitap yazdı ve saray içinde dahi Siyonistlerin olduğunu iddia edecek kadar ileri gitti. İkinci Abdülhamid, o dönemde güçlü bir liderdi ve Siyonistlerin toprak taleplerini reddederek Theodor Herzl’e kapılarını kapattı. Herzl, 1896-1902 yılları arasında İstanbul’a beş kez gelmiş, Osmanlı Devleti’nin borçlarının Yahudi bankerler tarafından ödenmesi teklifinde bulunmuştu. Ancak Abdülhamid, bu teklife ilgi göstermedi. Buna rağmen, İttihat ve Terakki Cemiyeti’ne mensup bazı aydınlar, “özgürlük, eşitlik ve kardeşlik” sloganlarının etkisiyle Siyonizme kapı araladılar. Batı yanlısı, pozitivist aydınlar olan Rıza Tevfik ve Celal Nuri, Siyonizmi benimsediler; hatta “Ben de Siyonistim” deme cesaretini gösterdiler. Rıza Tevfik, Yahudi tarihi ve İbranice konusunda derin bilgiye sahipti ve 11 Mart 1909’da İstanbul’daki Yahudi Gençlik Derneği’nde yaptığı bir konuşmada kendisinin de Siyonist olduğunu ilan etti. O da Filistin’in Yahudilerin vatanı olduğunu savunmaya başladı.
Sultan Abdülhamid döneminin sona ermesinin ardından, İttihat ve Terakki Cemiyeti’ne mensup politikacılardan Hüseyin Hilmi Paşa da Siyonistlerle dikkat çekici ilişkiler kurdu. Yahudilerin Filistin’e yerleşmesinin önünü açacağını vaat etti. Nitekim, Sultan Abdülhamid’in koyduğu kısıtlamaların kaldırılmasıyla, Yahudiler Osmanlı topraklarına İngiliz pasaportlarıyla girmeye başladılar. Filistin’e giriş izni alamayan Siyonistler ise Babıali’den banka izinleri alarak bölgeye giriş yapmayı başardılar. İstanbul’da kurulan Anglo-Levantine Bankası’nın yöneticiliğini üstlenen Viktor Yakobson, bazı gazetecileri gizlice finanse ederek kamuoyunu kazanmaya çalıştı. Celal Nuri ise, Siyonistlerin desteğiyle “Le Jeune Turc” adlı bir gazete çıkardı ve bu gazetede Siyonizmi savunan makaleler yazdı. Yahudi kolonizasyonunun faydalarını savundu ve bunun karşılığında yıllık bin sterlin aldı.
İlerleyen yıllarda, Rıza Tevfik, Sultan Abdülhamid’e uzun bir şiirle özür diledi ve “Deli sensin sanmıştık, meğer biz delirmişiz / Meğer boş bir hayale kapılmışız” diyerek Siyonizm konusunda yanıldığını itiraf etti, ancak iş işten geçmişti. Hüseyin Hilmi Paşa da kararlarının yanlış olduğunu fark etti, fakat geri dönülmez adımlar atmıştı. İttihat ve Terakki Cemiyeti üyeleri, başlangıçta Yahudilerin Filistin’e göçünü desteklemiş, bunun Osmanlı ekonomisine maddi katkı sağlayacağını düşünmüşlerdi. Ancak, imparatorluğun toprak kayıpları başlayınca bu politikadan vazgeçip Sultan Abdülhamid’in izlediği politikalara geri döndüler.
Sonuç olarak, bu hikayenin en acı yanı şüphesiz ki, Siyonizmin tuzağına düşen bu yazar ve siyasetçilerin çocuklarının ya Hristiyan olmaları ya da İslam ile bağlarını tamamen koparıp tarihin tozlu sayfalarında kaybolmalarıdır. Bugün İslam dünyasında ve Arap coğrafyasında, İsrail’e açıkça sempati göstermeyen ancak fırsat verilse Siyonizmi destekleyecek birçok gizli Siyonist yok mu? Elbette ki var… Ancak tarih, onları da tozlu sayfalarına alacak ve unutacaktır.