Ergen Devletten Olgun Cumhuriyete: Türkiye’nin Devlet Aklında Yüz Yıllık Dönüşüm

Ergen Devletten Olgun Cumhuriyete: Türkiye’nin Devlet Aklında Yüz Yıllık Dönüşüm

Mayıs 29, 2025
konu yorum

Modern devletler, sadece nötr, teknik aygıtlar değil; sınıflar arası mücadelelerin özgül tarihsel koşullarda aldığı biçimlerdir (Poulantzas, 1978). Türkiye i de bu çerçevede, 1923’te ’nın siyasal ve iktisadi çözülmesinden doğan toplumsal anarşi içinde, asker-sivil bürokrasinin öncülüğünde bir burjuva restorasyon projesi olarak doğdu. Bu proje, hem yeni bir ulus-devlet inşasını hem de eski düzenin sınıfsal yapısının dönüştürülmesini içeriyordu.

kavramı, bu kurucu dönemin otoriter ve kontrolcü reflekslerini betimlemede mecazi ama işlevsel bir anlatımın aracı olarak kullanıcaktır. Fakat bu reflekslerin kaynağı yalnızca devletin kurumsal “olgunlaşmamışlığı” ile açıklanamaz. Asıl neden, hâkim sınıf blokunun –ki bu dönemde büyük ölçüde devletle bütünleşik olan dir– (Cumhuriyetin burjuvazisi devlet imkanlarıylaile oluşturulmuştur. devletle bütünleşik dememin temel nedeni budur)  meşruiyet krizidir. Henüz toplumsal rıza üretebilecek kültürel hegemonya mekanizmaları zayıfken, siyasal alan sık sık zor aygıtlarıyla ikame edilmiştir.

Askeri bürokrasi, hem üretici sınıflar üzerindeki tahakkümünü kurumsallaştırmak hem de ulus-devlet projesini homojenleştirmek adına, devletin erken dönem reflekslerini baskı ve ideolojik mühendislik yoluyla şekillendirmiştir. Bu bağlamda “ergenlik”, gelişimsel bir eksiklikten çok, sınıfsal bir güvensizliğin ve hegemonik kuruculuğun krizli doğasının dışavurumunun bir fadesi olarak kavramlaştırılmıştır.

2. Sınıf İnşası Olarak Ergenlik: Burjuvazinin Himaye Altına Alınışı

Cumhuriyet’in kurucu aktörleri, siyasal meşruiyetin zeminini din yerine laik yurttaşlık anlayışıyla yeniden inşa ederken, ekonomik alanda kapitalist sınıfın temellerini devlet eliyle atmaya girişti. Bu süreç, klasik anlamda bir burjuvazinin kendiliğinden gelişiminden ziyade, yukarıdan aşağıya bir sınıf mühendisliği biçiminde işledi (Keyder, 1987). , bir yandan sanayileşmeyi teşvik ederken diğer yandan burjuvazinin doğum sancılarını üstlendi.

Savaş döneminde zenginleşenler, mübadeleyle ellerine geçen mülkleri değerlendirenler ve Anadolu’nun yeni tüccar kesimi, devletin sunduğu himaye sayesinde servetlerini büyüttü. Gümrük duvarları, düşük faizli krediler ve ithalat yasakları, bu sınıfın elini güçlendiren başlıca araçlardı.

Köylülerin toprak sahibi olması için hazırlanan reformlar, büyük toprak ağalarının baskısıyla geri çekildi. Bu nedenle kırsaldaki halk, hem ekonomik bağımsızlıktan hem de işçileşerek yeni düzende söz sahibi olma şansından yoksun kaldı.

Sanayi girişimleri ise ağırlıklı olarak devlet eliyle yürütüldü. Devlet, hem fabrika kurdu, hem plan yaptı, hem de özel sermayeye can suyu olacak kaynakları bizzat sağladı.

Bu yapının en dikkat çekici sonucu, burjuvazinin siyasal olarak otonom bir sınıf değil, himaye altında büyütülen, devlete göbekten bağlı bir sınıf olmasıydı. Dolayısıyla Cumhuriyet’in ilk döneminde gözlemlenen otoriterlik ya da “ergen devlet refleksleri”, sadece yönetimsel bir otorite arzusunun değil, aynı zamanda şu iki derin sınıfsal endişenin tezahürüydü:

a) Halk sınıflarının siyasal taleplerinin (özellikle işçi hareketlerinin ve köylü isyanlarının) sermaye birikimini sekteye uğratma ihtimali,
b) Yeni yetme burjuvazinin ekonomik konumunun kırılganlığı ve bağımsız bir hegemonya kuramama kaygısı.

Bu koşullarda devlet, yalnızca burjuvaziyi yaratmakla kalmadı; onun korkularını, hassasiyetlerini ve sınıfsal güvensizliğini de kurumsal yapısına içselleştirdi. Bürokratik tahakküm, bu korkuların siyasal forma bürünmüş haliydi.

3. “Ergen Devlet”ten “Olgun Devlet”e: Cumhuriyetin 2000’ler Sonrası Dönüşümü

Cumhuriyet’in ilk döneminde devlet, burjuvaziyi kendi elleriyle inşa eden, onun korkularını içselleştiren ve sınıfsal temeli zayıf bir düzende baskıcı tedbirlerle istikrar sağlamaya çalışan “ergen” bir yapı sergilemiştir. Bu devlet tipi, henüz kendi toplumsal dayanaklarını sağlamlaştıramamış bir yapının, sürekli tetikte ve duygusal tepkiler veren bir otoriteye evrilmesine neden olmuştur. Ancak 2000’li yıllarla birlikte Türkiye’de devletin geçirdiği dönüşüm, bu refleksin aşılmaya çalışıldığını gösteren önemli ipuçları sunar.

Bu yeni evre, devletin kurumsal hafızasını, stratejik aklını ve hukukla uyumlu hareket etme kapasitesini daha belirgin şekilde ön plana çıkardığı bir “olgunlaşma süreci” olarak okunabilir. Bu bağlamda “olgun devlet” kavramı, sadece davranışsal değil, aynı zamanda yapısal bir dönüşümü ifade eder.

21.yüzyılın başlarından itibaren Türkiye, siyaset sahnesinde belirgin bir paradigmaya yöneldi: Kısa vadeli kazanımlar yerine, gelecek nesilleri şekillendirecek uzun soluklu kalkınma hedeflerini merkeze alan bir strateji. Bu vizyon, enerji koridorlarıyla jeopolitik bir aktöre dönüşme, savunma sanayiinde teknolojik bağımsızlığa giden yolda kritik adımlar atma ve Afrika ile Asya’da kök salan çok boyutlu diplomatik açılımlar gibi somut projelerde hayat buldu.

Bu adımlar, rastgele veya tepkisel hamlelerden ziyade, “stratejik sabır” ve “ön alıcı diplomasi” mantığıyla tasarlandı. “Anlık tepki” refleksinin ötesine geçen Türkiye, uluslararası arenada etki alanını genişletirken, ulusal güvenlik ve ekonomik refahını güçlendirecek kalıcı bir stratejik derinlik inşa etmeyi hedefliyor. Bu yaklaşım, ülkenin geleceğini proaktif bir şekilde kurgulama iradesinin göstergesi.

Hukukun Üstünlüğü ve Kurumsal Sağlamlığa Doğru: Normatif Temelli Bir Devlet Arayışı

Pek çok siyasi ve dönemsel dalgalanmaya rağmen Türkiye, son yıllarda hukukun üstünlüğünü ve kurumsal istikrarı önceleyen bir yönelime girmiştir. Anayasa Mahkemesi, Sayıştay ve Merkez Bankası gibi temel kurumlarda yapılan yeniden yapılandırma girişimleri, iç hukuk sistemindeki düzenlemeler ve Avrupa Birliği müktesebatına uyum sürecindeki kararlılık, bu yönelimin somut göstergeleri arasında yer almaktadır.

Bu çaba, basit bir kurumsal düzenlemenin ötesinde, devletin meşruiyet temelini derinleştirme hedefini taşımaktadır. Amaç, meşruiyeti yalnızca “zor aygıtları”na dayandırmak yerine, güçlü bir normatif çerçeveye ve öngörülebilir kurumsal işleyişe yaslamaktır. Bu yönelim, hukuk devleti (Rechtsstaat) idealine verilen güncel bir taahhüt olarak okunabilir.

Gezi Parkı protestoları, 17-25 Aralık süreci ve 15 Temmuz darbe girişimi gibi yüksek yoğunluklu siyasi krizler, Türkiye devletinin kurumsal kapasitesini ve kriz yönetim yeteneğini ciddi biçimde sınamıştır. Bu dönemlerde sergilenen yönetim tarzı, uluslararası gözlemcilerce çoğu zaman “tepkisel” olarak değerlendirilmiştir. Ancak daha dikkatli bir okuma, devletin bu krizleri yönetirken üç temel hedefi aynı anda gözettiğini ortaya koymaktadır.

İlk olarak, devletin varlığını ve temel işleyişini korumak —raison d’état— öncelikli hedef olmuştur. İkinci olarak, krizlerin yarattığı toplumsal sarsıntıların önüne geçebilmek adına merkezi otoritenin sürekliliği sağlanmaya çalışılmıştır. Üçüncü olarak ise, dışarıdan bakıldığında sert görünen müdahaleler dahi çoğunlukla belirli bir stratejik akıl çerçevesinde şekillenmiştir. Bu durum, kriz yönetiminin refleksif değil, kontrollü müdahalelere dayalı olduğunu göstermektedir.

Bu bağlamda, Türkiye’nin son on yıldaki kurumsal deneyimi, devletin “olgunlaşma” süreci bağlamında değerlendirilmelidir. Hukukun, kurumların ve stratejik planlamanın merkeze alındığı bu yeni yönelim, sadece geçici bir adaptasyon değil; uzun vadeli bir yönetsel rasyonalite arayışının işaretidir.

Bu üçlü denklemin merkezinde yer alan unsur, panik reflekslerinden uzak durarak devlet aygıtının koordinasyon yeteneğini ve karar alma merkeziliğini sürdürebilmesiydi. Her kriz, sonuç itibarıyla devletin kurumsal hafızasını ve gelecek şoklara karşı geliştireceği dayanıklılığı biçimlendiren bir işlev gördü. Bu süreçler, Türkiye’nin zorlu dönemlerde sistemsel istikrarını koruyabilme ve değişken koşullara uyum sağlama kapasitesini ortaya koydu.

Toplumsal kutuplaşmanın derinleştiği dönemlerde dahi, Türkiye’deki devlet aktörlerinin yerel yönetimlerle ve farklı toplumsal kümelerle geliştirdiği ilişki ağlarında, dikkat çeken bir diyalog ve uzlaşı iradesi gözlemlenmektedir. Bu eğilim, sadece kriz anlarını yönetmeye dönük geçici çözümler üretmekle kalmamış, aynı zamanda kurumsallaşmış bir yönetişim anlayışının izlerini de taşımaktadır.

Kürt meselesinde başlatılan çözüm süreçleri, Alevi toplumuna yönelik açılım girişimleri, toplumsal cinsiyet eşitliğine dair oluşturulan diyalog platformları ya da küresel göç hareketlerine karşı yerel paydaşlarla geliştirilen işbirliği mekanizmaları; tüm bu örnekler, devletin toplumsal farklılıkları yönetme kapasitesinin hem dinamik hem de çelişkili doğasını yansıtan kritik alanlar olarak öne çıkmaktadır. Bu sahalarda yaşanan ilerlemeler kadar, geri çekilmeler ve yön değişiklikleri de devletin “kurumsal olgunluk” ile “tepkisel refleksler” arasındaki dönüşüm gerilimini görünür kılmaktadır. Her deneyim, çok katmanlı toplumlarda uzlaşının inşasına dair derinlemesine bir öğrenme süreci olarak değerlendirilmelidir.

Cumhuriyetin yüz yıllık serencamı, hâlâ 1920’lerin otoriter devlet reflekslerini idealize eden belirli siyasal eğilimlerin tarihsel kısırlığını da açık etmektedir. PKK’nın silahsızlanmasına yönelik süreçleri ya da milyonlarca sığınmacının entegrasyonuna dair geliştirilen sosyal ve hukuki stratejileri “zafiyet” olarak değerlendiren bu bakış açısı, Cumhuriyet’in geldiği kurumsal düzeyi kavrayamayan ideolojik bir refleksi temsil etmektedir. Oysa modern devlet, toplumu denetleyen bir zor aygıtından ziyade; yapısal çelişkileri yöneten, çoğulluğu dengeleyen ve meşruiyetini yalnızca zordan değil, aynı zamanda rızadan inşa eden bir formdur.

Bugün Türkiye, yalnızca kendi burjuvazisini kurmakla kalmamış; krizleri yöneten, göç hareketlerine kurumsal soğukkanlılıkla yaklaşan, Kürt meselesi gibi yapısal düğümleri diyalog mekanizmalarıyla çözmeye çalışan ve uluslararası alanda stratejik sabır sergileyen bir devlet kapasitesine ulaşmıştır. Bu aşamada, 1930’ların jakoben devlet modeline referansla yapılan eleştiriler, gerek siyasal tahayyül düzeyinde gerekse sınıfsal analiz bağlamında sığ bir muhafazakârlığın dışavurumudur. Zira günümüz Cumhuriyeti, artık güvenlik odaklı kurucu kaygılarla değil; kurumsal süreklilik, hukuki öngörülebilirlik ve siyasal rıza üretimiyle meşruiyetini tesis etmektedir.

Yararlanılan Kaynaklar:

  • Nicos Poulantzas – Devlet, İktidar, Sosyalizm: Modern devletin sınıfsal karakteri, otorite yapıları ve hegemonya üretimi üzerine temel kuramsal çerçeve.
  • Antonio Gramsci – Hapishane Defterleri: Hegemonya, rıza üretimi, organik aydınlar ve devletin ideolojik aygıtları konularında temel başvuru.
  • Louis Althusser – İdeoloji ve Devletin İdeolojik Aygıtları: Devletin baskı ve ideolojik aygıtlar aracılığıyla toplumsal yeniden üretimi nasıl sağladığına dair açıklayıcı bir kurgu.
  • Erik Olin Wright – Sınıf Teorileri Üzerine: Türkiye’nin sınıf yapısının analizinde kullanılabilecek modern Marksist sınıf kuramı.
  • Çağlar Keyder – Türkiye’de Devlet ve Sınıflar: Türkiye’de kapitalist sınıfın inşası, devlet-burjuvazi ilişkisi ve Cumhuriyet’in sınıfsal temelleri üzerine klasikleşmiş bir metin.
  • Fikret Adanır – Erken Cumhuriyet Döneminde Siyasal ve Sosyal Yapı: 1920’ler-30’lar arası devletin ideolojik işlevleri ve sosyal mühendislik süreci.
  • Tanıl Bora – Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce: Kemalizm Cilt 2: Kemalist ideolojinin devlet refleksleriyle ilişkisini analiz eden kapsamlı içerik.
  • Metin Heper – Strong State and Economic Interest Groups: The Post-1980 Turkish Experience: Türkiye’de devletin dönüşümü ve ekonomik çıkar gruplarıyla ilişkisini açıklayan önemli bir kaynak.
  • Şener Aktürk – Regimes of Ethnicity: Comparative Analysis of Germany, the Soviet Union, and Turkey: Türkiye’nin kimlik ve vatandaşlık politikalarının dönüşümünü modern dönemde nasıl yapılandırdığı üzerine değerli bir analiz.
  • Binnaz Toprak – Modernization and Political Islam in Turkey: 2000 sonrası siyasal yapının dönüşümünü anlamak için laiklik, devlet-toplum ilişkisi ve İslamcılık üzerine özgün yorumlar.
  • Berk Esen & Şebnem Gümüşçü – A Small-N Comparative Analysis of Competitive Authoritarian Regimes: 2000 sonrası Türkiye’nin siyasal rejim dönüşümünü açıklayan akademik makaleler (özellikle Gezi, 15 Temmuz sonrası süreç).
  • İlhan Uzgel – Yeni Dış Politika ve Stratejik Derinlik: AKP Döneminde Türkiye’nin Dönüşümü: Jeopolitik vizyon, Afrika-Asya açılımı ve devletin dış politika reflekslerindeki olgunlaşma üzerine.
  • TÜSİAD ve TESEV Raporları (2002–2015): Devletin dönüşümünü ve demokratikleşme çabalarını gösteren kurumsal raporlar.
  • Avrupa Komisyonu İlerleme Raporları (2000–2018): Türkiye’nin hukuk devleti, yargı reformları ve kurumsal değişim süreçlerine dair gözlemler

Latest from Hayati Esen

Varoluş ve Öznellik: Sartre’ın Gözünden İnsan Olmak
Önceki Hikaye

Varoluş ve Öznellik: Sartre’ın Gözünden İnsan Olmak

Dünün Dünyası: Bir Avrupa Neslinin Hüzünlü Vedası Stefan Zweig’in Anlatısıyla
Sonraki Hikaye

Dünün Dünyası: Bir Avrupa Neslinin Hüzünlü Vedası Stefan Zweig’in Anlatısıyla

Git

Don't Miss