NATO’nun Zayıflayan Rolü ve ABD’nin Geri Çekilmesi
Son yıllarda Transatlantik ittifakta çatlaklar belirginleşmeye başladı. Özellikle Donald Trump yönetimi sırasında, ABD’nin Avrupa güvenliğine koşulsuz destek verme isteği gözle görülür şekilde azaldı. 2025 Münih Güvenlik Konferansı’ndan çıkan genel hava da bunu doğruluyor: Trump’ın başkanlığı döneminde, “ABD artık Avrupa’nın güvenliğini garanti etmeye istekli değil” görüşü yaygınlaşırken, bu durum NATO’nun bütünlüğüne dair ciddi soru işaretleri doğurdu. Hatta NATO’nun caydırıcılığının temel taşı olan 5. maddeye (yani “hepimiz birimiz için” prensibine) duyulan güven bile sarsılmaya başladı.
Washington’un küresel güvenlik rolünden geri çekilme sinyalleri, Avrupa’da da derin yankı uyandırıyor. ABD’nin odağını Çin’e kaydırması ve “Önce Amerika” politikası çerçevesinde yük paylaşımı talebini artırması, NATO’nun ABD liderliği olmadan ayakta kalıp kalamayacağı sorusunu gündeme taşıyor. Trump yönetimi, uzun süredir Avrupa müttefiklerini “beleşçilik” yapmakla suçlayarak savunma harcamalarını artırmaları için baskı yaparken, NATO’yu da “artık modası geçmiş” bir yapı olarak nitelemişti. Bu tür söylemler ve adımlar, ABD’nin kendini NATO’nun doğal lideri ve koruyucusu olarak görme anlayışından uzaklaştığını gösteriyor.
Tüm bunların sonucunda, NATO içinde ABD’ye olan güven giderek azalırken, Avrupa ülkeleri de kendi güvenliklerini nasıl şekillendirecekleri konusunda yeni yollar aramaya başladı. Eski kıtanın güvenlik mimarisi, belki de uzun yıllardır olmadığı kadar büyük bir değişimin eşiğinde.
Avrupa’da Bağımsız Bir Askeri İttifak Kurma İhtimali
ABD’nin küresel angajmanındaki azalmanın yarattığı boşluk, Avrupa’da “kendi göbeğimizi kendimiz kesmeliyiz” düşüncesini güçlendirdi. Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron ve Almanya gibi ülkeler, uzun süredir Avrupa’nın stratejik özerkliğini savunuyor. ABD’ye bağımlılığın azaltılması için bir Avrupa ordusu veya yeni bir ittifak fikri tartışılıyor. Nitekim Trump döneminde yaşanan şok, Avrupa’yı ticaret gücü olmanın ötesine geçip askeri ve jeopolitik bir aktöre dönüşme gereğine ikna etti. Ancak bağımsız bir Avrupa ittifakının nasıl ve nerede yapılandırılacağı belirsizliğini koruyor. Bazı uzmanlar, bunun AB bünyesinde gerçekleşebileceğini düşünürken, diğerleri yalnızca savunmaya odaklanan yeni bir oluşumun daha etkin olacağını savunuyor. Zira AB’nin karar alma süreçleri oldukça ağır ilerliyor; bu nedenle NATO’dan ayrı ama AB’den de bağımsız, saf bir Avrupa savunma ittifakı kurulması fikri gündeme geliyor. Fransız IRIS enstitüsünden analistler, Avrupalıların kendi çıkarlarını savunmak için sorumluluk almaları ve çıkarlar örtüşmediğinde ABD’den bağımsız hareket edebilmeleri gerektiğini vurguluyor. Bu bakış açısına göre, Avrupa ülkeleri NATO çerçevesinde ABD ile birlikte çalışmayı sürdürmeli fakat gerekli durumlarda kendi koalisyonlarını oluşturarak hareket edebilmelidir.
Avrupa’nın savunmada daha bağımsız hareket edebilmesi, NATO’yu tamamen dışlamak yerine Avrupa merkezli bir NATO ya da paralel bir ittifak kurulması anlamına gelebilir. Öte yandan bazı yorumcular, eğer böyle bir “Avrupa NATO’su” oluşursa, halihazırda ABD liderliğindeki NATO’dan daha uzlaşmaz bir Rusya karşıtlığı benimseyebileceğini ve gerilimi azaltmayabileceğini de belirtiyor.
Almanya ve Fransa’nın Askerî Özerklik Konusundaki Tutumu
Avrupa’nın askerî özerkliği meselesinde Berlin ve Paris aynı hedefe farklı yollarla ulaşmaya çalışıyor. Her iki ülke de Avrupa’nın ABD’ye daha az bağımlı olmasını istese de yöntem konusunda sık sık anlaşmazlığa düşüyor. Örneğin, 2020’de Almanya’nın dönemin Savunma Bakanı Annegret Kramp-Karrenbauer, Avrupa’nın stratejik özerklik fikrini açıkça “bir illüzyon” olarak nitelendirirken, Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron bu görüşe sert tepki göstererek bunun tarihsel bir yanılgı olduğunu savunmuştu. Kramp-Karrenbauer’e göre Avrupa, ABD’nin nükleer ve konvansiyonel askerî gücü olmadan kendini savunamazdı ve dolayısıyla Almanya için en güvenilir müttefik yine ABD olmalıydı.
Bu tartışma, Almanya ve Fransa’nın savunma politikalarındaki temel motivasyon farklarını gözler önüne seriyor. Berlin’in yaklaşımı daha pragmatik: Avrupa’nın savunma kapasitesini geliştirmek, bir yandan ABD’yi rahatsız eden “yük paylaşımı” sorununu hafifletirken, diğer yandan NATO’yu güçlü tutmanın bir yolu olarak görülüyor. Almanya’da hâkim olan bakış açısı şu şekilde özetlenebilir: “Transatlantik kalabilmek için daha Avrupalı olmak lazım.” Yani Almanya için mesele, Avrupa’nın tamamen bağımsız bir askerî güç oluşturmasından ziyade, NATO içindeki dengeleri koruyarak ABD’yi ittifakta tutmak.
Öte yandan Fransa’nın duruşu daha iddialı ve stratejik: Paris, Avrupa’nın gerektiğinde kendi başına askerî operasyon yapabilmesini ve NATO’dan bağımsız hareket edebilecek bir kapasite kazanmasını savunuyor. Macron’un 2019’da NATO için “beyin ölümü gerçekleşti” sözlerini sarf ettiği dönemde Fransa, Avrupa Birliği’nin bağımsız bir ordu kurması fikrine sıcak bakıyordu. Ancak 2022’de patlak veren Ukrayna savaşı bu bakış açısını kısmen değiştirdi. Paris artık Avrupa’nın savunmasını, NATO’ya bir alternatif olarak değil, NATO’yu tamamlayıcı bir şekilde güçlendirme hedefiyle ele alıyor. Yani Fransa, NATO’yu bütünüyle dışlamadan, Avrupa içinde daha güçlü bir askerî kapasite inşa edilmesi gerektiğini düşünüyor.
Almanya ve Fransa Avrupa’nın askerî özerkliğini “NATO’ya rağmen” değil, “NATO ile birlikte” geliştirme fikrinde ortak bir noktaya yaklaşmış durumda. Ancak bu, iki ülke arasındaki öncelik ve yöntem farklılıklarının tamamen ortadan kalktığı anlamına gelmiyor. Berlin, ABD’nin Avrupa güvenliğindeki rolünü koruma yanlısıyken, Paris daha cesur bir özerklik hedefini savunmaya devam ediyor.
Rusya-ABD İlişkilerinin Avrupa’daki Askerî Dengelere Etkisi
Avrupa’nın güvenlik dengesi, büyük ölçüde Washington ve Moskova arasındaki güç mücadelesine bağlı olarak şekilleniyor. ABD ile Rusya arasındaki gerilim tırmandıkça, Avrupa da giderek Soğuk Savaş’ı andıran bir cepheleşmenin içine çekiliyor. NATO’nun önemi bu süreçte daha da artarken, özellikle Rusya’nın 2022’de Ukrayna’ya saldırması, Avrupa’nın ABD ile birlikte Moskova’ya karşı sert bir duruş sergilemesine yol açtı. Hatta bazı analizlere göre, Avrupa’daki siyasi elitler Amerikalı müttefiklerinden bile daha sert bir Rus karşıtı tutum benimsedi.
İlginç bir şekilde, bazı uzmanlar ABD’nin Avrupa’daki varlığının Rusya’ya karşı bir dengeleyici faktör olduğunu öne sürüyor. Yani ABD çekilip tamamen Avrupalılardan oluşan bir NATO ya da benzeri bir ittifak doğsa, bu yapı Rusya karşısında mevcut durumdan daha yumuşak bir politika izlemeyecek, aksine daha sert bir tutum benimseyebilir. Başka bir deyişle, ABD’nin Avrupa’da bulunması kıtanın Rusya’ya yönelik tepkilerini bir anlamda frenliyor olabilir. Bu da gösteriyor ki Avrupa’daki güvenlik politikalarının şekillenmesinde Rusya faktörü son derece belirleyici.
Öte yandan, ABD-Rusya ilişkilerinin yumuşaması ya da Washington’un stratejik önceliklerini Asya’ya kaydırması, Avrupa için farklı bir endişe yaratıyor. Bazı yorumculara göre, ABD’nin Avrupa’dan çekilmesi bir krizden çok bir uyanış fırsatı olabilir. Örneğin, Trump’ın NATO’ya yönelik isteksizliği Avrupa’nın “kendi ayakları üzerinde durması” için bir şans olarak değerlendirilmişti. Ancak bu fırsatın gerçeğe dönüşebilmesi için Avrupa’nın bağımsız bir güvenlik stratejisi oluşturması ve Rusya ile ilişkisini dengeleyebilecek bir diplomatik çerçeve geliştirmesi gerekiyor.
Günümüzde Avrupa liderleri büyük ölçüde ABD’nin çizgisini benimseyerek Rusya’ya karşı sert bir duruş sergiliyor. Ancak ittifak içinde farklı sesler de var. Örneğin, Macaristan Başbakanı Viktor Orbán, AB’nin sert Rusya politikalarına karşı çıkarak Moskova ile daha yakın ilişkiler kurma yanlısı bir tutum sergiliyor. Bu durum, Avrupa içinde de Rusya konusunda görüş ayrılıkları yaşandığını ve yeni bir Avrupa merkezli ittifak kurulsa bile ortak bir strateji belirlemenin kolay olmayacağını gösteriyor.
ABD ile Rusya arasındaki ilişkilerin seyri, Avrupa’nın güvenlik hamlelerinin sınırlarını da belirleyebilir. Eğer Washington, Moskova ile Avrupa’yı dışarıda bırakan bir anlaşma yapmaya yönelirse, Avrupa ülkeleri için güvenlik ortamı ciddi şekilde kırılgan hale gelebilir. Carnegie Europe’tan stratejistler, ABD ile Rusya’nın Ukrayna konusunda gizli bir pazarlık yapmasının Avrupa’yı iki yönlü bir tehditle karşı karşıya bırakabileceğini belirtiyor:
- Bir yandan, Ukrayna’daki savaşta Rusya’yı durdurma çabası,
- Diğer yandan, Ukrayna’nın düşmesi ihtimaline karşı Avrupa’nın kendi sınırlarını tahkim etme zorunluluğu.
ABD’nin Avrupa’dan desteğini çekmesi o kadar büyük bir endişe yaratıyor ki, bazı Doğu Avrupa ülkeleri kendi nükleer caydırıcılıklarını geliştirme fikrini bile gündeme getirmeye başladı. Bu, elbette 1945 sonrası Avrupa düzeni için radikal bir kırılma anlamına gelir. Ancak Trump gibi bir liderin ikinci kez seçilmesi durumunda, NATO’nun doğu kanadından asker çekme, hatta Avrupalıların Ukrayna’ya asker göndermesini bile engelleme ihtimali masaya yatırılmış durumda. Böyle bir senaryoda, Avrupa ülkeleri savunma konusunda tamamen kendi kaynaklarına yönelmeye ve yeni ittifaklar aramaya zorlanabilir.
ABD ve Rusya arasındaki ilişki Avrupa’nın güvenlik mimarisini doğrudan etkiliyor. ABD’nin varlığı Avrupa için bir güvence mi, yoksa bir engel mi? Bu sorunun yanıtı, Washington’un gelecekteki politikaları ve Avrupa’nın kendi güvenlik kapasitesini ne kadar geliştirebileceğiyle doğrudan bağlantılı.
Ukrayna ve Avrupa Güvenlik Mimarisi: NATO Üyeliği mi, Alternatif Modeller mi?
Ukrayna, Avrupa güvenlik tartışmalarının merkezinde yer almaya devam ediyor. 2022’de başlayan savaş, Kiev’in NATO’ya üyelik hedefini daha da hayati hale getirdi. Ukrayna yönetimi, NATO üyeliğinin ülkenin güvenliği için tek gerçek çözüm olduğunu defalarca vurguladı. 1994 Budapeşte Memorandumu ile nükleer silahlarından feragat eden Ukrayna, karşılığında ABD ve Rusya’dan sınır bütünlüğü garantileri almıştı; ancak bu garantilerin yalnızca kağıt üzerinde kaldığını acı bir şekilde deneyimledi. Bu nedenle Aralık 2024’te Ukrayna Dışişleri Bakanlığı, NATO üyeliğinin yerine geçecek herhangi bir güvenlik garantisini kabul etmeyeceklerini ve her türlü alternatif veya ikame teklifini reddedeceklerini açıkça ilan etti. Kiev, Budapeşte’de verilen vaatlerin ardından kolektif savunma (5. madde) şemsiyesini tek güvence olarak görüyor.
Ancak, Ukrayna’nın NATO üyeliği kısa vadede ciddi siyasi ve diplomatik engellerle karşı karşıya. Rusya, Ukrayna’nın NATO’ya katılımını kırmızı çizgisi olarak görüyor ve devam eden savaşta bu konuyu en büyük çıkmazlardan biri haline getiriyor. Gözlemcilere göre, Moskova için Ukrayna’nın NATO üyesi olması savaşı sürdürmeye yetecek bir neden. Dahası, NATO da 2014’te Kırım’ın ilhakı ve 2022’deki işgal sırasında Ukrayna’yı doğrudan savunmaya gelmedi. Bu durum, NATO’ya üye olsa bile ittifakın gerçekten Ukrayna’nın yardımına koşup koşmayacağı konusunda soru işaretleri yaratıyor. Müttefikler, Rusya ile doğrudan çatışma riskini almak istemedikleri için Ukrayna’ya sadece dolaylı destek sağladı. Bu nedenle, NATO’nun Ukrayna’ya yalnızca kağıt üzerinde bir 5. madde güvencesi vermesi inandırıcılığını zayıflatabilir ve hatta NATO’nun genel caydırıcılığına darbe vurabilir.
Bu belirsizlikler, Ukrayna için alternatif güvenlik düzeneklerini gündeme getiriyor. ABD’li yetkililer, NATO üyeliğine alternatif olarak Avrupa ülkelerinin öncülüğünde bir güvenlik garantisi sağlanmasını önerdi. Örneğin, bir barış anlaşması durumunda uluslararası bir barış gücünün konuşlandırılması fikri tartışılıyor. Bu modele göre, Avrupalı (ve muhtemelen diğer) ülkelerden oluşan bir askeri güç Ukrayna’nın güvenliğini sağlayacak, ancak bu yapı NATO’nun parçası olmayacak ve 5. madde devreye girmeyecek. Böylece Ukrayna korunurken, doğrudan NATO-Rusya çatışması riski önlenmiş olacak. ABD Savunma Bakanlığı da bu modele sıcak baktığını belirtirken, bu güvenceye ABD askerlerinin dahil olmayacağını ve esas yükün Avrupa ülkeleri üzerinde olacağını açıkça vurguladı.
Alternatif bir senaryo da “silahlandırılmış tarafsızlık” modeli. Bu durumda Ukrayna, resmi olarak hiçbir ittifaka katılmayacak, ancak Batı’nın yoğun askeri yardımlarıyla donatılarak Rusya’ya karşı caydırıcı bir savunma kapasitesine sahip olacak. Stratejistler, bu modelin mükemmel bir çözüm olmasa da NATO için en az kötü seçenek olabileceğini savunuyor.
Bu senaryoda Ukrayna’ya hiçbir dış güvenlik garantisi verilmez, ancak ülke asla savunmasız bırakılmaz. Ukrayna ordusu modern ve ağır silahlarla donatılarak Avrupa’nın doğusunda bir kaleye dönüştürülür, ancak NATO üyesi olmadığı için Rusya bunu resmen savaş sebebi sayılabilecek bir bahane olarak kullanamaz. Ancak böyle bir modelin gerçek anlamda caydırıcı olabilmesi için NATO müttefiklerinin, özellikle Avrupalıların, Ukrayna’ya uzun vadeli ve kapsamlı bir askerî yardım programı sunması gerekecek. Tarihte Finlandiya’nın Soğuk Savaş boyunca uyguladığı tarafsızlık politikası bu modele örnek olarak gösteriliyor: Finlandiya NATO’ya katılmamış, ancak güçlü bir orduyla Sovyetler Birliği’ni caydırmayı başarmıştı.
Kiev, bu seçeneği gönüllü olarak tercih etmiyor, ancak Batı’dan tam ittifak garantisi gelmezse, fiilen ortaya çıkabilecek çözüm bu olabilir. Sonuç olarak, Ukrayna’nın güvenlik geleceği, NATO üyeliği, bağımsız güvenlik garantileri ya da silahlandırılmış tarafsızlık gibi çeşitli senaryolar etrafında şekillenmeye devam edecek.
Potansiyel Yeni İttifakların Stratejik ve Ekonomik Etkileri
NATO’nun zayıflaması ve olası yeni ittifakların doğması, Avrupa’nın stratejik doktrinini ve ekonomi-politik dengesini derinden etkileyecektir. En acil soru, Avrupa ülkelerinin savunma için ne kadar fedakârlık yapmaya hazır olduğudur. Yıllardır düşük savunma harcaması yapan ve sosyal refah programlarına öncelik veren Avrupa, güvenlik ortamının bozulmasıyla bütçesini yeniden dengelemek zorunda kalıyor. Uzmanlar, Avrupalıların daha yüksek savunma bütçelerine sosyal harcamalardan kısarak razı olup olmayacağını sorguluyor. Örneğin Almanya, 2022 sonrası dönemde tarihi bir karar alarak savunmaya ek 100 milyar avroluk fon ayırdı ve %2 GSYH hedefini benimsemeye başladı. Nitekim 2024 itibarıyla NATO üyelerinin çoğunluğunun (%2 hedefini 32 üyeden 18’i) tutturması, Avrupa’nın savunmaya ciddi kaynak ayırmaya başladığının bir göstergesi sayılıyor. Bu artan harcamalar Avrupa’da savunma sanayiine de ivme kazandırabilir. Eğer akıllıca koordinasyon sağlanırsa, AB çapında entegre projelerle ekonomiye yüksek teknoloji yatırımları yapılabilir. Örneğin Almanya ve Fransa’nın ortak geliştirdiği yeni nesil savaş uçağı (FCAS) ve tank (MGCS) projeleri, bir yandan Avrupa’nın askeri kapasitesini artırırken diğer yandan da kıtanın endüstriyel ve teknolojik altyapısını geliştirmeyi hedefliyor. Ancak bunun tersi bir senaryoda, her ülkenin milli savunma sanayiini korumaya çalışması halinde pahalı ve verimsiz tekrarlar yaşanabilir. Avrupa’nın onlarca farklı tank modeli, savaş uçağı veya gemi programı yürütmesi gibi geçmişte eleştirilen durumların önüne geçmek için, savunma sanayinde konsolidasyon ve iş birliği şart görülüyor.
Yeni ittifak senaryolarının transatlantik ilişkilere ekonomik etkisi de göz ardı edilmemeli. Avrupa’nın savunmada daha bağımsız davranması, ABD’li silah şirketlerinin yerine Avrupa yapımı silahların tercih edilmesi anlamına gelebilir. Nitekim Fransa gibi ülkeler, uzun zamandır “Avrupa savunması” söylemini kendi savunma sanayilerini desteklemek için de kullanmakla eleştiriliyor. Bazı Avrupalı ortaklar, Fransa’nın stratejik özerklik vurgusunu “ABD’yi dışlayıp kendi sanayisini kayırma” çabası olarak algılıyor. Bu güvensizliğin giderilmesi, olası bir Avrupa ittifakının birlik ve etkililiği için kritik olacaktır. Öte yandan, Avrupa’nın devasa savunma harcamaları ekonomiye yeni bir dinamizm de katabilir; yüksek teknoloji üretimi, Ar-Ge ve istihdam artışı gibi yan etkiler beklenebilir. Örneğin Kiel Enstitüsü’nün bir analizine göre, artan savunma harcamaları eğer yüksek teknolojiye yönelirse Avrupa’nın ekonomik büyümesine de katkı sağlayabilir.
Stratejik açıdan bakıldığında, yeni ittifaklar kurmak hem fırsatlar hem riskler barındırıyor. Avrupa’nın kendi savunma yapısını kurması, daha dengeli bir transatlantik ilişki doğurabilir. Fransız düşünürler, artık “Amerikalı seçmenin bizim kaderimizi tayin etmesine izin veren ölümcül bağımlılıktan kurtulmanın vakti geldi” diyerek, ABD ile daha dengeli ama Avrupalıların daha fazla sorumluluk aldığı bir ittifak modeline geçilmesini öneriyor. NATO’yu Amerikan gözüyle bir “Avrupa bölgesel organizasyonu” olarak görüp, askeri komutasının Avrupalılara geçebileceği yeni bir yaklaşım tartışılıyor. Bu sayede, ABD’nin de istediği şekilde “kopma (decoupling) olmasın, işler tekrarlanıp israf edilmesin (duplication), ve dışlanma olmasın (discrimination)” prensiplerine uyularak Avrupa’nın yükü devralması mümkün olabilir. Böyle bir denge, NATO ile AB arasındaki iş birliği sinerjisini artıracağı için stratejik açıdan tüm taraflara fayda sağlayabilir. Özellikle Türkiye gibi, AB-NATO iş birliğinde geçmişte sorun çıkarabilen faktörlerin etkisi azalırsa, Avrupa savunmasının bütünleşmesi kolaylaşacaktır.
Sonuç olarak, NATO’nun geleceğinin belirsizleştiği bir ortamda yeni askeri ittifak arayışları hız kazanıyor. Bu arayışlar Avrupa’nın daha fazla sorumluluk alması gereğini ortaya koyarken, aynı zamanda ciddi siyasi, stratejik ve ekonomik hesapları beraberinde getiriyor. Transatlantik ittifakın eski modeli sarsılırken, “eskinin öldüğü, yeninin ise doğmak için mücadele ettiği” bir geçiş dönemindeyiz. Avrupa, ya güvenlik konusunda sözünü tutup somut adımlar atacak ya da küresel güç dengelerinde söz hakkını kaybedip başkalarının kararlarına tabi olmayı sürdürecek. Bu denklemin nereye varacağını ise büyük ölçüde ABD’nin izleyeceği yol, Rusya ile ilişkilerin seyri ve Avrupalı liderlerin cesareti belirleyecek. Avrupa merkezli bir ittifak NATO’nun yerini alabilir mi sorusu hala net yanıt bulmuş değil, ancak tartışmanın kendisi bile uluslararası güvenlik mimarisinde bir değişim rüzgârı estiğini gösteriyor.
Kaynaklar:
Edward Verona, Atlantic Council – “Transatlantic alliance enters most challenging period since Suez crisis” (18 Şubat 2025)
Beyond the Horizon ISSG – “The End of an Era: What the US Retreat from European Security Means for the World”
Thomas Fazi, IPG Journal – “Trump hin, NATO her” (19 Şubat 2024)
Markus Kaim & Ronja Kempin, SWP (Almanya) – “Strategische Autonomie Europas: Das deutsch-französische Missverständnis” (2021)
Hardy Ostry et al., KAS – Die Politische Meinung – “Mehr Autonomie, aber wie?” (Ekim 2022)
Jean-Marc Vigilant, IRIS France – “« Européaniser » l’OTAN : utopie ou nécessité ?”
Rym Momtaz, Carnegie Europe – “The Ticking Clock on Reinventing the Transatlantic Alliance” (Şubat 2025)
Jennifer Kavanagh & C. McCallion, War on the Rocks – “Armed Neutrality for Ukraine Is NATO’s Least Poor Option” (Şubat 2025)
U.S. Dept. of Defense – “Hegseth Calls on NATO Allies to Lead Europe’s Security, Rules Out Support for Ukraine Membership” (Brüksel, 12 Şubat 2025)
Boldizsár Győri, Kyiv Independent – “Ukraine won’t accept security guarantees substituting NATO membership” (3 Aralık 2024)