Simülasyon Çağında Baudrillard: Tekno-Faşizm, Reklamlar ve Gerçeği Geri Çalmak

Simülasyon Çağında Baudrillard: Tekno-Faşizm, Reklamlar ve Gerçeği Geri Çalmak

Nisan 15, 2025
konu yorum

Jean Baudrillard’ın “Simülakrlar ve Simülasyon” eseri, modern toplumun gerçeklik algısının nasıl kökten dönüştüğünü anlamak için hâlâ kritik bir rehber. Özellikle nin kültürel kodları nasıl ele geçirdiği ve anlamı “en düşük ortak payda”ya indirgediği konusu, günümüzde teknoloji ve siyasetin kesiştiği noktada daha da ürkütücü bir hal alıyor. YouTube’da yayınlanan bir podcastin transkriptinden hareketle, Baudrillard’ın teorilerinin güncel tezahürlerini ve bu durumun demokrasi, kamusal alan ve gerçeklikle olan ilişkisini irdelemek gerekiyor.

Reklamın Formu:

Baudrillard’a göre reklam, tüm kültürel formları içine çeken bir kara delik. Derinlikten yoksun, anlık tüketilen ve hemen unutulan bir dil… Ona göre reklam, “göstergenin en düşük enerji seviyesi”dir; her türlü anlamı sıradanlaştırır, her şeyi birbirine tercüme edilebilir kılar. Bu durum, özgün kültürel ifadelerin yerini, tüketim odaklı bir yüzeyselliğe bırakmasıyla sonuçlanır. Örneğin, fast-food zincirlerinin “sığır yağı” gibi teknik terimleri politik bir sembole dönüştürerek sağcı komplo teorilerine hizmet etmesi, reklamın nasıl ideolojik bir araç haline geldiğini gösteriyor. Bir paket patates kızartması, artık yalnızca bir ürün değil; aynı zamanda bir kimlik, bir aidiyet ve hatta bir siyasi tavır meselesi.

Tekno-Faşizm ve Algının Metalaşması

Podcastte dile getirildiği gibi, günümüzde reklamların etkisi yalnızca ürün pazarlamaktan ibaret değil. Teknolojinin gelişmesiyle birlikte reklam mantığı, toplumsal ilişkilerimizi bile şekillendiren bir yapıya büründü. Akıllı cihazlar, sosyal medya ve ev içi dijital asistanlar sayesinde sürekli bir reklam akışı hayatın olağan parçası haline geldi. Bu noktada, Baudrillard’ın “simülakr” kavramı oldukça anlamlı: Gerçekliğin yerini alan kopya imgeler, zamanla kendi gerçekliğini üretirken, orijinal olana dair bir bağ da kayboluyor. Bu durum, siyasette de açıkça görülüyor. Siyasi figürler, düşüncelerini değil, pazarlanabilir bir imajı ön plana çıkarıyor. Seçmenler ise karar veren bireyler olmaktan çok, bu imajları tüketen birer kullanıcıya dönüşüyor.

Kamusal Alanın Çöküşü ve Şizofrenik Gerçeklik

Baudrillard’ın deyimiyle, kamusal alan artık bir “reklam alanı”na dönüştü. İnsanların bir araya geldiği her platform, veri toplama ve hedef reklam gösterme mekanizmaları tarafından işgal edildi. Bu durum, kamusal tartışmanın derinliğini yok ederken, toplumu şizofrenik bir gerçeklik algısına mahkûm ediyor. Örneğin, sosyal medyada bir gönderi paylaşmak, kişinin kendini “markalaştırması” anlamına geliyor. Her fotoğraf, her yorum, bir tür kişisel reklam olarak işlev görüyor. Hatta muhalif söylemler bile bu döngüye dahil oluyor; sistem, eleştirileri bile metalaştırarak kendi varlığını sürdürüyor.

Direniş İmkânsız mı?

Peki bu döngüden çıkış mümkün mü? Podcast katılımcıları, Baudrillard’ın karamsarlığına rağmen, gerçekliğin hâlâ “sızabileceği” anlara dikkat çekiyor. Örneğin, El Salvador’daki toplama kampları veya iklim krizi gibi somut gerçekler, simülasyonun perdesini yırtma potansiyeli taşıyor. Ancak bu tür direniş anları, devletin şiddet tekeli ve teknolojik gözetim nedeniyle giderek zorlaşıyor. Belki de çözüm, Baudrillard’ın “baştan çıkarıcı” olana yönelik vurgusunda yatıyor: Anlamın yok edildiği bir dünyada, direniş ancak anlamsızlığı kucaklayarak mümkün olabilir.

Gerçekliği Geri Çalmak

Baudrillard’ın “hiper-gerçeklik” olarak tanımladığı bu simülasyon evreninde, gerçek ile kurgu arasındaki sınırlar artık bir hayalet gibi silik. Sosyal medya algoritmalarının bize “kişiselleştirilmiş” gerçeklikler sunması, deepfake teknolojisiyle üretilen sahte görüntülerin toplumsal güveni kemirmesi veya markaların tüketimi bir “yaşam tarzı” olarak pazarlaması, bu hiper-gerçekliğin güncel tezahürleri. Öyle ki, bir Instagram hikayesinde “mutlu” görünmek, gerçek mutluluğun yerini aldı; politikacılar, tıpkı birer influencer gibi “beğeni” avcılığı yapar oldu. Peki bu ını kırmak mümkün mü?

Anlamın Sıfır Noktasında Direniş

Baudrillard’a göre, reklamlar ve medya, anlamı “en düşük enerji seviyesine” indirgeyerek onu bir tüketim nesnesine dönüştürdü. Bu noktada, direniş stratejisi de paradoksal bir şekilde anlamsızlığı benimsemekten geçiyor. Örneğin, Dadaist sanatçıların I. Dünya Savaşı sonrası anlamsız eserler üreterek burjuva estetiğini altüst etmesi gibi, günümüzde de absürt meme kültürü, reklamların ciddiyetini boşa düşürüyor. “Bogdanoff Kardeşler” gibi internet fenomenleri, finans piyasalarını bile parodiye dönüştürerek simülasyonun gülünçlüğünü ortaya seriyor.

Alternatif Hikâyeler ve Sokak Sanatının İsyanı

Reklamların dayattığı hikâyeleri reddetmek, alternatif anlatılar yaratmakla mümkün. Banksy’nin duvara çizdiği “Kırmızı Balonlu Kız”ın elinden kaçan balonun yerine bir gözetim kamerası eklemesi, teknoloji ve özgürlük arasındaki çelişkiyi anbean hatırlatıyor. Benzer şekilde, İstanbul’daki bir sokak sanatçısının reklam panosuna “Bu alan zihniniz tarafından işgal edilmiştir” yazması, kamusal alanı metalaştırmaya karşı bir manifesto niteliğinde. Bu tür müdahaleler, simülasyonu kendi silahlarıyla vuruyor.

Dijital Detox ve

Tekno-faşizmin en keskin silahı olan algoritmik gözetim, bireyi sürekli bir “veri kaynağına” indirgiyor. Bu noktada, kişisel veri gizliliği mücadelesi (GDPR gibi düzenlemeler) veya “dijital detox” hareketleri, direnişin somut adımları. Örneğin, “The Yes Men” grubu, sahte şirket web siteleriyle ExxonMobil’i iklim krizi konusunda utandırarak medyayı manipüle etti. Bu tür taktikler, simülasyonun dilini kullanarak gerçeği ortaya çıkarıyor.

Borges’in Haritası ve Yeni Bir Başlangıç

Baudrillard’ın hiper-gerçeklik kavramını, Borges’in “Bilimkurgu Gibi Kesin” öyküsündeki imkânsız harita metaforuyla düşünmek mümkün: İmparatorluk o kadar detaylı bir harita çizer ki, harita gerçek toprakların üzerini kaplar. Sonunda harita yırtılıp atıldığında, geriye yalnızca çürüyen bir kağıt parçası kalır. Bugün, reklamların ve teknolojinin çizdiği bu “haritayı” yırtmak, ancak gerçek insani temaslarla mümkün. Komşu sofralarında paylaşılan yemekler, sokak tiyatroları veya tohum takas şenlikleri gibi “simüle edilemeyen” pratikler, anlamın sıfır noktasında filizlenen direniş tohumları.

Belki de çözüm, Baudrillard’ın dediği gibi, “illüzyonu daha ileriye taşımakta” yatıyor. Simülasyonu o kadar abartmalıyız ki, çökmek zorunda kalsın. Ya da Nietzsche’nin üst-insanı gibi, kendi değerlerimizi yaratarak bu nde bir vaha inşa etmeliyiz. Sonuçta, gerçekliği geri çalmak için önce onun hiçbir zaman “orijinal” olmadığını kabul etmek gerekiyor.

Latest from BİLİM-YORUM

Roma Betonu 2.000 Yıl Sonra Nasıl Hala Ayakta?

Roma Betonu 2.000 Yıl Sonra Nasıl Hala Ayakta?

Roma İmparatorluğu’nun altın çağından neredeyse iki bin yıl sonra bile bazı yapıları hâlâ ayaktadır. Zamanın sınavını başarıyla geçen bu yapılar arasında Roma’daki Pantheon, İspanya’nın
Nostradamus ve Baba Vanga’nın Uyarıları: 2025’te dijital kıyamet mı geliyor?
Önceki Hikaye

Nostradamus ve Baba Vanga’nın Uyarıları: 2025’te dijital kıyamet mı geliyor?

Amerika’da Marx’ın Hayaleti: Marksizm, Bir Amerikan Geleneği
Sonraki Hikaye

Amerika’da Marx’ın Hayaleti: Marksizm, Bir Amerikan Geleneği

Git

Don't Miss