Bir cenaze sessizliği değil bu… Türkiye Siyasetinin vicdanı, şiiri ve hüznü yitip gitti. Sırrı Süreyya Önder’in ardından sadece bir milletvekili değil, bir ‘dil’ kayboldu. Siyasette alışılagelmiş kurnazlıkların, ezberlenmiş sloganların ve soğuk teknik dilin karşısına şiirle, ironiyle, vicdanla çıkan bir figürdü o. Şimdi bu boşluk sadece bir koltukta değil, dilde, temsilde, hatta barışın hayalinde yankılanıyor.
Çözüm Sürecinin Tanığı Değil, Taşıyıcısıydı
Önder’i sadece bir “arabulucu” ya da “temsilci” olarak görmek, onun tarihsel rolünü hafife almak olur. Çözüm sürecinde, devlet ile Kandil arasında mekik dokuyan, İmralı’ya giden heyetin içinde yer alan bir figür olarak onun misyonu, sadece teknik bir görev değil, aynı zamanda bir duygu tercümanlığıydı. Devletin soğuk dili ile örgütün katı ideolojisi arasında insan kalmaya çalışan bir sözcüydü. O yüzden, Önder’in siyasetteki varlığı, çözüm sürecine sadece politik değil, insani bir boyut da kazandırdı.
Hatırlanmalı: Çözüm süreci boyunca yaptığı konuşmalarda, sürekli olarak “anneler ağlamasın” diyordu. Savaşın değil, barışın tarafıydı. Ne zaman ki sürecin dili sertleşti, o zaman Sırrı Süreyya Önder’in dili daha da yumuşadı. O, çatışmanın içindeki insanı, ideolojilerin içindeki yarayı anlatıyordu. Bir milletvekili gibi değil, sanki hemşire gibi, şair gibi konuşuyordu.
İdeolojik Değil, Duygusal Bir Siyaset
Türkiye siyasetinde her şeyin ya taraf ya da düşmanlık üzerinden okunduğu bir dönemde, Önder üçüncü bir yol açtı: Duyguların siyaseti. Mizahı silah gibi değil, yastık gibi kullanıyordu; sert söylemleri yumuşatmak, kırgınlıkları tedavi etmek için. HDP saflarında yer almasına rağmen, Selahattin Demirtaş ile birlikte kamuoyunun geniş kesimlerinde “karşıdan da sevilen” nadir figürlerden biri olmayı başardı.
Onu “politik bir figür” yapan şey, bir ideolojiyi temsil etmesinden ziyade, ideolojilerin arasında insanı temsil etmesiydi. Bir roman karakteri gibiydi; kırık, ama onurlu… Sistem dışı, ama herkesin içine dokunan…
Vefatının Ardından: Ne Olacak?
Bu sorunun cevabı belki de en çok şu satırda gizli: Onun temsil ettiği siyaset tarzı öksüz kaldı.
Bugünün siyasetinde Sırrı Süreyya Önder gibi bir figür eksildiğinde, geriye sadece kutuplaşma, propaganda ve teknik hesaplar kalıyor. Onun siyasette açtığı “duygu hattı” kapanırsa, geriye sadece matematiksel koalisyonlar, makineleşmiş nutuklar kalacak.
Bir devrin duygusal yüzüydü Önder. Çözüm sürecinin gömüldüğü bu topraklarda, şimdi onun ardından bir kez daha sorulmalı: Barışı sadece masa başında değil, yüreklerde kuracak bir dil mümkün mü?
Onun dilinde bu mümkün görünüyordu. Şimdi o dil sustu.
Ama belki, mirası, yeni bir kuşağın vicdanında yeniden ses bulur. Belki bir gün, bu ülke barışı konuşurken, onun adını bir dipnot değil, bir önsöz olarak anmayı başarır.