Türkiye Siyasetinde Çöküş Çağı: Sağcılaşan Partiler, Niteliksizleşen Siyasetçi ve Kaybolan Kamusal Vicdan

Türkiye Siyasetinde Çöküş Çağı: Sağcılaşan Partiler, Niteliksizleşen Siyasetçi ve Kaybolan Kamusal Vicdan

Haziran 2, 2025
konu yorum

Türkiye siyaseti, toplumu dönüştürme ve kamusal sorunlara çözüm üretme gibi asli işlevlerinden uzun süredir kopmuş durumda. Ancak son dönemde bu yapısal yozlaşma, adeta bir varoluş krizine evrildi. Belediyelerde patlak veren ve dosya boyutlarıyla sarsan yolsuzluk skandalları, mahkeme tutanaklarına geçen karanlık ilişkiler ağı, artık yalnızca tek bir partinin değil, siyaset kurumunun bütününü kemiren kangren haline geldi. Cumhuriyet Halk Partisi’nin son dönemde yönetiminde olduğu bazı belediyelerde yaşanan skandallar da bu çöküşün artık “herkesi kapsayan” bir hâl aldığını gösteriyor. Bir zamanlar sol/sosyal demokrat değerlerle anılan partiler dahi, bugün sağcılaşmış bir siyasi dil ve kimlik odaklı-popülist söylemlerle, halkla bağlarını rant ve tribün siyaseti ekseninde sürdürüyor. Siyaset, kamusal sorumluluğun değil, kişisel servet birikiminin ve grupsal hegemonyanın aracına indirgenmiş durumda; bir meslek olmaktan çıkıp bir ganimet alanına dönüşmüş vaziyette.

Türkiye’de hem iktidar hem de ana muhalefet kanadı, belirgin bir sağcılaşma ve muhafazakârlaşma eğilimi sergiliyor. Bu, sadece neoliberal ekonomi politikalarına bağlılıkla sınırlı değil; siyasi söylemin ve eylemin ruhuna sinmiş durumda. Hakim olan dil ve pratikler şunlara işaret ediyor:

Aşırı ve Kutuplaştırıcı Kimlik Vurguları: Milliyetçi, dini veya etnik aidiyetlerin siyasetin ana ekseni haline getirilmesi.

Diyanet Eksenli Toplum Mühendisliği: Devletin dini kurumu aracılığıyla toplumsal yaşamın ve kültürel kodların şekillendirilme çabası.

Devletçi-Bürokratik Reflekslerin Yeniden İhyası: Merkeziyetçi, vesayetçi ve özgürlük kısıtlayıcı uygulamaların “milli/muhafazakar değer” kisvesi altında meşrulaştırılması.

Bu eğilimi, siyaseti bir düşünce ve tartışma faaliyeti olmaktan çıkarıp, iş takibi, kaynak paylaşımı, nüfuz pazarlığı ve ham güç mücadelesi alanına dönüştürüyor. Bu ortamda, siyasetçinin entelektüel birikimi veya vizyonu değil, kimlerle ne kadar güçlü bir çıkar ağı kurabildiği belirleyici oluyor. Kimlik siyaseti, rant mekanizmalarını örtmek veya meşrulaştırmak için kullanılan bir araç haline geliyor.

Yeni Siyasetçi Prototipi: Popülist Söylemli, Rant Odaklı “İş Takipçisi”

Günümüz siyaset sahnesinde öne çıkan figürlerin büyük kısmı, ne sağlam bir entelektüel formasyona, ne kapsamlı bir dünya görüşüne, ne de ülke ve küresel meseleler hakkında derinlikli bir kavrayışa sahip. Aksine, hakim olan zihniyet şudur:

Siyaset, servet edinme, ihale kapma, makam ve nüfuz elde etme, kadrolaşma vasıtasıdır.

Bu yeni tip siyasetçi, parti içi kayıtsız şartsız sadakatle yükselir, popülist söylemlerle kitleleri mobilize eder; ancak düşünsel derinlikten, toplumsal bir tahayyülden ve uzun vadeli bir vizyondan yoksundur.

Özellikle yerel yönetimler, bu tipolojinin en çıplak halde görüldüğü alanlardır: Siyaset, arsa tahsisi, imar değişikliği, belediye ihaleleri ve bürokratik atamaların daracık koridorlarına sıkışmıştır.

4. Kült Liderler ve Siyaset Arenasının Daralması

Türkiye’de siyaset giderek bir “kült figürler gösterisi”ne dönüşüyor. Lider figürünün mutlak gölgesi altında kalan milletvekilleri, belediye başkanları, parti yöneticileri adeta siyasi nesne konumuna indirgenmiş, özerk düşünce ve eylem kapasiteleri dumura uğratılmıştır. Bu durumun doğurduğu sonuçlar ağırdır:

Lider Sultası ve Kurumsal Çöküş: Liderin kişisel karizması ve iradesiyle yürütülen siyaset, parti içi demokrasiyi, kurumsal hafızayı, denetim ve denge mekanizmalarını tahrip eder.

Alternatif Seslerin Susturulması: Farklı fikirler ve eleştiriler, “ihanet” veya “bölücülük” damgasıyla bastırılır ya da siyaset dışına itilir.

Siyasi Alanın Entelektüel Darboğazı: Yeni nesil lider adayları bile, var olan kült lider modelini taklit etmek ve yeniden üretmek zorunda kalır. Bu da siyasi tartışmanın kalitesini düşürür, düşünsel çeşitliliği ve yenilikçiliği boğar, siyaset alanını entelektüel anlamda daraltır ve fakirleştirir.

Siyasi sahnede yaşanan gerginlikler, yüzeysel bir iktidar-muhalefet çekişmesinin ötesinde, çok daha derin ve vahim bir gerçeğin semptomudur: Tüm siyasi sınıf, toplumsal meşruiyetini hızla yitirmektedir. Siyaset kurumu, artık halk nezdinde çözümün değil, sorunun kaynağı, umudun değil hayal kırıklığının sembolü olarak görülüyor. Kamuoyu gözünde, siyaset; çıkar çatışmalarının, yolsuzluğun kurumsallaştığı ve kirli ittifakların kol gezdiği bir arenadır. Siyasi figürler arasındaki polemikler, fikir ve proje mücadelesinden ziyade, karakter suikastları, belge yağmurları ve karşılıklı yolsuzluk iddiaları üzerinden yürüyor. Bu durum, siyaseti halkın gözünde, “birbirinin etini yiyen çıkar gruplarının” amansız mücadele sahasına indirgiyor, toplumsal güven duvarını yerle bir ediyor.

Entelektüel Siyasetin İflası ve Çıkar Ağlarının Zaferi

Türkiye’de siyaset, entelektüel bir uğraş, kamusal bir sorumluluk ve ahlaki bir misyon olma vasfını kaybetmiştir. Halkın sorunlarına çözüm arayan bir temsil mekanizması olmaktan çıkıp, elitlerin, rant çevrelerinin ve güç odaklarının çıkar mücadelesi verdiği kapalı bir devreye dönüşmüştür. Bu durum sadece siyasetçilerin niteliğini değil, toplumun siyasete olan inancını, demokratik katılım arzusunu ve nihayetinde toplumsal dokuyu derinden zedeliyor. Güven kaybı derinleşiyor çünkü siyaset, halkın iradesinden değil, çıkar ağlarının döngüsünden besleniyor.

Türkiye’nin siyasal krizini aşması, sadece yeni kadrolarla değil, yeni bir siyaset anlayışı ile mümkün. Bu anlayış ise siyaseti yeniden bir kamusal sorumluluk, ahlaki görev ve entelektüel faaliyet olarak kurmakla başlayabilir. Aksi takdirde, dibe vurma sarmalı kırılamaz.

Latest from Hayati Esen

İki Yılda 298 Bin Kayıp: Tekstil ve Hazır Giyim Sektörü Kan Kaybediyor
Önceki Hikaye

İki Yılda 298 Bin Kayıp: Tekstil ve Hazır Giyim Sektörü Kan Kaybediyor

Dambasia Moyo: Yeni Küresel Ekonomiyi Anlamlandırmak
Sonraki Hikaye

Dambasia Moyo: Yeni Küresel Ekonomiyi Anlamlandırmak

Git

Don't Miss