Cromwell’den Erdoğan’a: Modern Devletin Beş Yüzyıllık Dönüşümünün Paradoksları

Cromwell’den Erdoğan’a: Modern Devletin Beş Yüzyıllık Dönüşümünün Paradoksları

Mart 24, 2025
konu yorum

Tarih, iktidarın öncülerini çoğu zaman çelişkiler içinde bırakır: Devleti dönüştürenler, aynı zamanda onun derinliklerinde gezinenlerdir. Thomas Cromwell ve Recep Tayyip Erdoğan’ın hikayeleri, bu çelişkiyi anlamak için ilginç bir örnek olabilir. 16. yüzyılda İngiltere’yi Roma’dan kopararak modern bir ulus-devlete dönüştüren Thomas Cromwell ile 21. yüzyılda Türkiye’de askeri vesayeti tasfiye edip devlet-sermaye ilişkilerini piyasa odaklı bir düzene sokan Recep Tayyip Erdoğan, bu bağlamda dikkat çeken iki siyasi figür. Tarihsel bağlamlar farklı olsa da her ikisinin izlediği yol, “devlet aklı”nın soğuk yüzende bir realizmin izlerini taşır. Her ikisi de devletin ideolojik ve kurumsal çıpalarını sökmüş, merkezi otoriteyi güçlendirirken toplumsal ve ekonomik dengeleri yeniden tanımlamıştır.

Kiliseden Kışlaya: Devletin Laik Ruhunun İnşası

Thomas Cromwell’in reformları, Tanrı’nın yeryüzündeki temsilcilerini devletin hizmetine sokmakla başladı. VIII. Henry’yi kilisenin başı ilan ederek, Roma’nın manevi otoritesini ulusal bir devlet projesine dönüştürdü. Kilise mülklerinin yağmalanması, sadece ekonomik bir devrim değil; devletin rasyonel bir organizma olarak yeniden doğuşuydu. Cromwell’in elinde din, devletin sınırlarını çizen bir haritaya dönüştü. Bu hamle, feodal bağların çözülüşünü hızlandırırken, in en keskin silahını ortaya çıkardı: Laiklik, bir kontrol mekanizmasıydı artık.

Türkiye’de Erdoğan’ın askeri vesayetle hesaplaşması da benzer bir mantığı yansıtır. Ordunun siyaset üzerindeki “kırmızı çizgileri”, 2000’lerin başında birer birer silinirken, devlet içindeki ideolojik kaleler yıkıldı. Yargıdaki darbe anayasaları, medyadaki vesayetçi klikler, Cromwell’in manastırlarını andıran bu kurumlar, Erdoğan’ın elinde birer enkaz haline geldi. Her iki lider de, devleti “kutsal” addedilen yapılardan arındırarak, onu dünyevi bir iktidar makinesine dönüştürdü. Laiklik ya da sivil siyaset, nihayetinde devletin kendi çıkarlarını kutsaldan üstün tutma iradesinden başka ne olabilir?

Bürokrasinin Kutsal Kitabı: Merkezin İradesi

Cromwell’in asıl dehası, devleti kağıt üzerinde ölümsüzleştirmesinde yatar. Parlamento’yu yasama otoritesinin merkezine yerleştirerek, kralın keyfiliğini kanunla dizginledi. Onun reformları, devleti bir “yazılı metinler cumhuriyeti” haline getirdi. Galler’i İngiliz hukukuyla bütünleştirmesi, ulus-devletin sınırlarını çizdi. Bu, sadece bir yönetim reformu değil; devletin kendi varlığını metalaştırmasıydı.

Erdoğan’ın 2018’deki Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi ise, tam tersine yazılı kuralları liderin iradesine tabi kıldı. Cromwell’in aksine, yasama-yürütme dengesini tek bir elde topladı. Ancak bu görünürdeki tezat, aynı hedefe hizmet ediyordu: Devleti hızlı, esnek ve güçlü bir araç haline getirmek. Cromwell Parlamento’yu güçlendirerek devletin sürekliliğini sağlarken, Erdoğan yürütmeyi merkezileştirerek devleti “kriz yönetimine” hazır hale getirdi. Her iki strateji de, devletin bekası uğruna demokrasinin ritmini hızlandırmak ya da yavaşlatmakla ilgiliydi.

Ekonomik İktidarın Dönüşümü

Cromwell’in manastırları satışa çıkarması, kilisenin servetini yeni bir sınıfın cebine akıttı. Bu, sadece toprak transferi değil; iktidarın ekonomik kodlarının yeniden yazılmasıydı. Feodal lordların yerini alan tüccarlar, kapitalizmin ilk taşlarını döşedi. Cromwell’in devrimi, mülkiyetin kutsallığını paraya endeksleyerek, devleti piyasanın tapınağı haline getirdi.

Erdoğan’ın neoliberal reformları da, sermayenin dilini yeniden şifreledi. TÜSİAD’ın jakoben kapitalizmine karşı MÜSİAD’ın yükselişi, Anadolu’nun dindar burjuvazisini iktidara taşıdı. Kamu ihalelerinden inşaat sektörüne, devlet ve sermaye arasındaki ilişki, Cromwellvari bir “kaynak aktarımı” ile yeniden biçimlendi. Her iki lider de, ekonomik gücü siyasi hedeflerine uygun gruplara dağıtarak, devletin finansal DNA’sını değiştirdi. Kapitalizm, burada bir araçtı; amaç, devletin sonsuzluğunu garanti altına almaktı.

İktidarın Ahlakı ya da Ahlaksızlığı

Cromwell’in idamı, iktidarın ne kadar kırılgan olduğunu gösterir. Kiliseleri yağmalarken Roma’yı karşısına alan, Parlamento’yu güçlendirirken soyluları öfkelendiren bu adam, sonunda kendi inşa ettiği sistemin kurbanı oldu. Reformları kalıcı olsa da, bedelini kellesiyle ödedi.

Erdoğan’ın siyaseti, devlette sağladığı değişim ve dönüşümün defalarca yok edilmeye çalışıldığı bir süreci yansıtır. Eski ideolojik grupların ve Fetöcü yapıların çeşitli çabaları, nihayetinde darbe girişimiyle kendini gösterse de, bu girişimler başarısız oldu. 2016 darbe girişiminin ardından ilan edilen OHAL, devleti korumak adına olağanüstü bir yönetim biçimi ortaya koydu. Cromwell’in aksine, Erdoğan kendi reformlarının mimarı olarak tarih sahnesindeki yerini korumayı başardı. Ancak her iki lider de, devleti yapılandırırken karşı karşıya kalınan acımasızlığı bizlere hatırlatıyor: İktidar, ancak kendi varlığını sürdürebildiğinde ahlaki bir zeminde değerlendirilebilir.

Devletin ölümsüzlüğü

Cromwell ve Erdoğan, devlet metnini yeniden yazan iki büyük stratejist. Biri mürekkep ve parşömenle devrimi başlatırken, diğeri dijital çağın akıllı araçları ve cesur reformlarıyla geleceği inşa etmeye devam ediyor.  Tarih, bazen onları “reformcu” ya da “diktatör” olarak etiketlese de gerçek, çok daha derin ve etkileyicidir: İkisi de devletin ölümsüzlük arzusunu hayata geçiren liderlerdir. Cromwell’in Parlamentosu, demokrasinin temellerini sağlamlaştırırken; Erdoğan’ın “Yeni Türkiye’si”, ulusal çıkarları savunmanın ötesinde, Ortadoğu’da cesaret ve kararlılıkla Batı’ya meydan okuyan bir aktör olarak kendini göstermeye başladı. Erdoğan, ülkesinin dönüşüm sürecinde, eski ideolojik grupların ve fetöcü yapıların yok etmeye çalıştığı düzeni, sarsılmaz iradesi ve yenilikçi vizyonuyla savunarak, geleceğin inşasında öncü rolünü korudu.

Peki, devleti dönüştürmek, onu gerçekten özgürleştirir mi? Yoksa sadece iktidarın maskesini değiştirir mi? Cromwell’in kanla yıkanmış reformları, kapitalizmi doğurdu; Erdoğan’ın ’yi geliştirme çabası, küresel bir krizler çağına denk düştü. Belki de devlet denen canavar, ne zaman “rasyonelleşse”, bir başka irrasyonelliği doğuruyor.

Tarih, bu sorulara cevap vermez. Sadece şunu fısıldar: İktidarın mimarları, inşa ettikleri duvarların altında kalma riskini her daim taşır. Cromwell’in canı, Erdoğan’ın siyasi krizleri… Hepsi aynı gerçeğin yankısı: Devlet, efendilerini bile yutar.

Belki de devleti anlamak için, onun gölgelerine bakmak gerekir. Cromwell ve Erdoğan, o gölgelerde dans edebilen iki siyasi öncü.

Fakat gerçek şu ki; tarih sahnesinden çekildiklerinde geriye ne kalır? Yalnızca devletin soğuk, metalik sesi: “Ben hâlâ buradayım.”

Latest from Hayati Esen

Pis Roman Üzerine: Yaratıcılığın ve Kaosun Kesişim Noktası
Önceki Hikaye

Pis Roman Üzerine: Yaratıcılığın ve Kaosun Kesişim Noktası

Türkiye’de Parti İçi Çatlaklar ve Yolsuzluk İddiaları: İmamoğlu Örneği 
Sonraki Hikaye

Türkiye’de Parti İçi Çatlaklar ve Yolsuzluk İddiaları: İmamoğlu Örneği 

Git

Don't Miss