Türkiye’nin siyasi gündeminde yer alan tartışmaların harareti, genellikle toplumun yaralarını kaşıyan meselelerde zirve yapar. İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun üniversite diplomasının sahte olduğu iddiaları, Veryansın Tv Genel Yayın Yönetmeni Erdem Atay tarafından gündeme taşındı ve bu durum adeta bir Pandora’nın kutusunu açtı. Tartışmalar yalnızca İmamoğlu ile sınırlı kalmadı; medya dünyasındaki ideolojik çatışmalar, gazetecilik etiği ve siyaset-medya ilişkilerinin derinlikleri de yeniden sorgulandı.
Susturulacak mı? Uğur Mumcu Gibi mi?
Nihat Genç, bu konuyu gündeme taşıyan Erdem Atay’ı hedef alan ve “Bence o adamı sustursunlar bir an önce” diyen Fatih Altaylı’ya, gazeteci Uğur Mumcu’nun öldürülmesini hatırlatarak sert bir yanıt verdi. Bu çıkış, hem medya dünyasında yankı buldu hem de eleştirilerin odağına yerleşti. Altaylı’nın sözlerinin tehditkâr ve ürkütücü olduğu aşikâr; susturma yöntemlerinin hatırlattığı karanlık dönemlerin özlemi mi var sorusunu akıllara getirdi. Altaylı’nın kullandığı dilin, Susurluk dönemi aktörlerinin üslubunu anımsatması ise, medyanın kimi temsil ettiği ve kime hizmet ettiği tartışmalarını yeniden alevlendirdi.
Erdem Atay: İmamoğlu'nun diploması sahte. İstanbul Üniversitesi kayıtları ortada, çıkartın yatay-dikey geçiş evraklarını görelim. pic.twitter.com/OCw2GahbFB
— Veryansın Tv (@Veryansin_Tv) September 11, 2024
Diplomasızlık ve Ruhsatsızlık: Yeni Normal mi?
Genç, sahte diplomaların yalnızca İmamoğlu’na özgü olmadığını, Süper Lig’den tutun da farklı sektörlere kadar birçok alanda diplomasız çalışmanın yaygın bir sorun olduğunu dile getirdi. Burada işaret edilen problem, aslında yalnızca diplomasızlığın ötesinde bir meseleyi kapsıyor: Mesleki ehliyetin ve liyakatin hiçe sayılması. Meslek örgütleri, loncalar ve ahilik sistemi gibi eski düzende mesleksiz insanın iş yapması mümkün değilken, günümüzde parası olanın her işi yapabildiği bir düzene geçilmiş durumda. Almanya ve İtalya gibi ülkelerde, bir Starbucks şubesinin bile ruhsat almasının zorluğundan bahseden Genç, Türkiye’de ise ruhsatsız iş yapmanın bir yaşam biçimine dönüştüğünü ifade etti.
Kapitalizmin Kuralı: Parası Olan Düdüğü Çalar
Genç’in altını çizdiği kapitalist serbest piyasa düzeni, paranın her şeyi satın alabildiği bir yapıyı betimliyor. Türkiye’nin dört bir yanındaki işleyişin bu sistemle yönetildiğini belirten Genç, adalet sisteminin de bu anlayıştan nasibini aldığını ileri sürüyor. Para karşılığında antrenörlükten belediye başkanlığına kadar her türlü pozisyonun alınabilir olduğu bir ortamda, hukuk ve adalet sisteminin de bu ticari anlayıştan muaf kalması beklenemez. Diplomalı ya da ehliyetli olmanın bir gereklilikten çok, bir formalite haline geldiği Türkiye’de, liyakat ve meslek onurunun yerini güç ve paranın alması, toplumun ahlaki çöküşüne de kapı aralıyor.
Meslek Onuru, Satışa Gelmeyenlerin Ellerinde mi?
Genç, Türkiye’deki kaosun kökeninde mesleksiz ve ruhsatsız kişilerin güç sahibi olabilmelerinin yattığını belirtiyor. Tarih boyunca toplumların düzenini sağlamış olan meslek onuru ve meslek etiği, günümüzde neredeyse tamamen devre dışı bırakılmış durumda. Artık mesleğine sadık kalan, yeminine bağlı olan insan sayısı yok denecek kadar az. Herkesin birbirine bakarak iş yaptığı, paranın ve gücün her şeyin üzerinde olduğu bu düzende, toplumsal çürüme de kaçınılmaz hale geliyor.
Kim ‘Dur’ Diyecek?
Bu noktada, Nihat Genç’in çağrısı önem kazanıyor: “Kim dur diyecek?” diyor ve ekliyor, “Yazarlar, gazeteciler!” Ancak burada da bir paradoks yatıyor; çünkü günümüz Türkiye’sinde, satışa gelmeyen gazeteci bulmak neredeyse imkânsız hale gelmiş durumda. Bu kısır döngüde, kaosu sona erdirecek olanlar da yine parayla susturulmaya çalışılanlar.
Gerçek Güç, Ne Parada Ne de Makamda
Genç’in ifadesiyle, asıl güç paraya ya da makama sahip olmakta değil; kimseye muhtaç olmamakta ve bağımsız kalabilmekte yatıyor. Toplumun, bu bağımsız duruşu gösterebilecek bireylere ihtiyacı var. Bu da ancak meslek onurunu, ahlakını ve yeminini koruyabilen; bağımsız ve özgür kalabilen bireyler sayesinde mümkün olacak. Bu yüzden, paranın her şeyi satın alabildiği, diplomanın ve ruhsatın sembolik anlamının bile yitirildiği bu sistemde, gerçek özgürlüğün ve gücün peşinden koşanlar, memleketin umudu olmaya devam ediyor.
Türkiye’nin içinden geçtiği bu kaotik dönemde, gazetecilik yalnızca bir meslek olmaktan çıkıp bir direniş biçimi haline gelirken, halkın gerçekleri bilme hakkını savunmak da en büyük sorumluluklardan biri haline geliyor. Bu yüzden, Genç’in dediği gibi, “Yürekten feryat edenleri kir tutmaz.” Topluma gerçekleri haykırmak için cesaret gösterenlerin, satın alınamayanların sesi, bu ülkenin en büyük umudu olmaya devam edecektir.