1990’ların Liberal Düzeninin Çatışma Dinamikleri ve Günümüzün Karmaşık Jeopolitik Gerçekleri
1990’ların başında, Soğuk Savaş sonrası dönemde, dünya genelinde çatışmaların doğası üzerine belirgin bir ayrım yapılmaktaydı: “çıkar savaşları” ve “seçim savaşları.” Liberal uluslararası düzenin yükselişe geçtiği bu dönemde, büyük güçler arasındaki doğrudan çatışmaların sona erdiği, yerini devletlerin içindeki bölgesel ve yerel çatışmaların aldığı bir dünya düzeni öngörülüyordu. Batılı demokrasiler, bu yeni çatışma türlerini kendi kendine çözülmeye bırakma eğilimindeydi, çünkü bu tür çatışmaların küresel düzeni doğrudan tehdit etmeyeceği düşünülüyordu. Ancak bu yaklaşım, insani krizlerin büyüklüğü ve süresi arttıkça sürdürülemez hale geldi.
21. Yüzyılın Yeni Çatışma Dinamikleri: Sudan İç Savaşı Örneği
Bugün, 21. yüzyılın ortalarına yaklaşırken, çatışmaları kategorize etmek çok daha zor hale geldi. Suriye, Yemen, Ukrayna ve Sudan gibi bölgelerdeki çatışmalar, sadece insani krizleri değil, aynı zamanda ciddi jeopolitik gerilimleri de beraberinde getiriyor. Sudan’da 2023 yılında başlayan iç savaş, bu yeni dönemin en güncel ve çarpıcı örneklerinden biri olarak karşımıza çıkmaktadır.
Sudan’da General Abdel Fattah al-Burhan komutasındaki Sudan Silahlı Kuvvetleri (SAF) ile Mohamed Hamdan Dagalo liderliğindeki Hızlı Destek Güçleri (RSF) arasında yaşanan çatışmalar, ülkenin başkenti Hartum’dan başlayarak tüm ülkeye yayıldı. Ancak bu çatışma, Sudan sınırlarının ötesinde de büyük bir etkiye sahip olup, uluslararası güçlerin müdahalesiyle karmaşık bir jeopolitik denkleme dönüşmüştür. Rusya ve İran gibi aktörlerin de kendi çıkarları doğrultusunda bu denkleme dahil olmaları, sorunun uluslararası boyutunu daha da derinleştiriyor.
Batı’nın Sudan’a Yönelik İhmalinin Riskleri
Batılı devletlerin dikkati Gazze ve Ukrayna gibi çatışmalara yoğunlaşmışken, Sudan gibi “ikinci kademe” çatışmaların ihmal edilmesi büyük riskler barındırmaktadır. Sudan’ın stratejik konumu, Kızıldeniz’e yakınlığı ve bölgesel dinamikler üzerindeki etkisi, bu ülkenin sadece Afrika için değil, Orta Doğu ve Avrupa için de hayati öneme sahip olduğunu göstermektedir. Sudan’daki insani kriz, bölgesel mülteci akışını artırarak Batı’nın güvenliği üzerinde de doğrudan etkilere sahip olabilir.
Sudan’ın Geleceği: Stratejik Bir Dönüm Noktası mı?
Sudan’daki çatışmalar, Orta Doğu’da ve Afrika’da güç dengelerinin yeniden şekillenmesine yol açabilecek potansiyele sahiptir. Bu bağlamda, Sudan, Kızıldeniz’in kontrolü, Ortadoğu’da hangi gücün baskın olacağı ve Afrika’nın geleceği açısından kritik bir rol oynayabilir. Avrupa’nın Sudan’daki çatışmayı göz ardı etme lüksü yoktur; aksine, bu yeni jeopolitik dönemde daha geniş bir bakış açısına ve daha aktif bir rol almaya ihtiyaç duyulmaktadır.
Batı’nın Sudan’da İzlemesi Gereken Strateji
Sudan’daki çatışmaların çözümü için Batılı demokrasilerin daha proaktif bir tutum benimsemeleri gerekmektedir. Bu bağlamda, öncelikle Sudan’daki insani krizlerin hafifletilmesi ve sivil nüfusun korunması için uluslararası baskı artırılmalıdır. Ayrıca, uluslararası bir silah ambargosu uygulamaya konulmalı ve Sudan’daki çatışma taraflarına dışardan gelen silah akışı durdurulmalıdır. Bu süreçte, Türkiye gibi bölgesel aktörlerin de barış görüşmelerine daha fazla dahil edilmesi ve çatışmanın çözümü için teşvikler ve yaptırımlar geliştirilmesi önem arz etmektedir.
Türkiye’nin Rolü ve Sudan Krizinin Stratejik Önemi
Türkiye, Afrika Boynuzu ve Orta Doğu’daki stratejik çıkarlarını korumak adına Sudan’daki çatışmalarda etkin bir rol oynamalıdır. Sudan, Türkiye’nin Afrika’daki nüfuzunu artırmak için önemli bir bölgedir ve bu çatışmanın çözümünde Türkiye’nin diplomatik ve insani yardımları belirleyici olabilir. Sudan’da barışın sağlanması, Türkiye’nin bölgedeki stratejik pozisyonunu güçlendirecek ve Batılı demokrasilerle olan iş birliğini derinleştirecektir.
Sudan’daki savaş, Avrupa ve Türkiye’nin 21. yüzyılın ikinci çeyreğinde karşı karşıya olduğu geniş tehdit yelpazesiyle başa çıkmada bir test niteliğindedir. Bu bağlamda, Türkiye’nin Sudan’daki rolü, hem bölgesel istikrarın sağlanması hem de uluslararası toplumun bu krize duyarlılığının artırılması açısından kritik öneme sahiptir. Türkiye’nin etkin diplomasi ve stratejik müdahale kapasitesi, Sudan’daki çatışmaların çözümünde kilit bir rol oynayabilir.